28 Nisan 2015 01:03

Mecelle düzenine karşı 1 Mayıs’a!

Türkiyeli işçiler dünyanın en fazla çalıştırılan işçileri arasında yer alıyor. Aldığı ücret ise açlık sınırının çok çok altında. İşçisiyle memuruyla, sigortalısıyla sigortasızıyla Türkiye işçi sınıfı, çalışma sürelerinde hem Avrupa’da hem OECD ülkeleri arasında zirvede! AB’de ortalama çalışma süresi 41,8 saat, OECD ülkelerinde ise 42,5 saat. Türkiye’de ise bu süre 52 saat. Sadece işçiler hesaplandığında bu süre 55 saate çıkıyor!

Paylaş

Onur BAKIR

Çok çalışıyoruz, çok! Canımız çıkana, iflahımız kesilene, yorgunluktan bitap düşene kadar çalışıyoruz. Sanki çalışmaya programlanmış robotlar gibiyiz. O kadar çok çalışıyoruz ki, yolda, işte ve uykuda geçen süreyi düştüğümüzde yaşamaya zaman kalmıyor…

ÇALIŞMA SÜRESİNDE ZİRVEDEYİZ!

Abarttığımı düşünebilirsiniz! O halde biraz istatistiklere başvurayım. Türkiye’de ücret, maaş ya da yevmiye karşılığı bir işverene bağımlı olarak çalışanlar; yani işçisiyle memuruyla, sigortalısıyla sigortasızıyla Türkiye işçi sınıfı, çalışma sürelerinde hem Avrupa’da hem OECD ülkeleri arasında zirvede! Avrupa Birliği’nde tam zamanlı çalışan emekçilerin ortalama çalışma süresi 41,8 saat, OECD ülkelerinde ise 42,5 saat. Türkiye’de ise bu süre 52 saat. Yani ortalamanın 10 saat üzerinde. Karşılaştırmayı Danimarka, Norveç gibi ülkelerle yaparsanız aradaki fark 15 saate kadar çıkıyor.
Kamu çalışanlarını dışarıda bırakıp sadece işçilere baktığımızda durum daha da vahim. Türkiye’de tam zamanlı çalışan işçilerin haftalık ortalama çalışma süresi tam 55 saat! İstatistiklerin de gösterdiği üzere çok çalışıyoruz, çok...

GÜNEŞİN DOĞUŞUNDAN BATIŞINA…

Biraz eskilere dönelim… Yaşadığımız topraklarda, çalışma sürelerini düzenleyen yakın dönemdeki birinci kaynak 1869-1876 yılları arasında hazırlanarak parça parça yürürlüğe konulan Mecelle’ydi. Türk Medeni Kanunu’nun 1926 yılında uygulamaya başlanması ile birlikte Mecelle yürürlükten kaldırılmıştı.
Mecelle’nin çalışma sürelerini düzenleyen 495’inci maddesi şu şekildeydi: “Bir kimse bir gün işlemek üzere bir ecîr tuttuğu surette, güneşin doğmasından ikindiye kadar yahut güneşin doğmasından batışına kadar işlemek hususunda örf-i belde ne ise ona göre amel olunur”. Meali ise şöyle: Patron, işçiyi, güneşin doğuşundan, güneşin batışına kadar çalıştırabilir!

HAYALLER 45 SAAT, GERÇEKLER MECELLE!

Mecelle yasal olarak yürürlükten kalkalı neredeyse bir asır geçti ama Mecelle sanki fiilen hâlâ yürürlükte! İş Yasası’na göre işçilerin haftalık çalışma süresi 45 saat. Yıllık fazla mesai sınırı ise 270 saat. Yani bir işçiye, yasanın izin verdiği süre (270 saat) kadar fazla mesai yaptırılsa bile işçinin haftalık ortalama çalışma süresi en fazla 50 saat olabilir. Oysa bugün Türkiye’de tam zamanlı çalışan her 10 işçiden 6’sı haftada 50 saatten fazla çalışıyor.
3 milyona yakın işçinin haftalık ortalama çalışma süresi 54,5 saat. 2,5 milyondan fazla işçinin haftalık ortalama çalışma süresi 65,5 saat. En korkuncu en sonda: Türkiye’de 1 milyon 146 bin işçi haftada 71 saatten daha fazla çalışıyor! Alın size, güneşin doğuşundan batışına kadar çalışma! Buyurun Mecelle düzenine…

ECİR MİYİZ, İŞÇİ Mİ?

Mecelle’de işçi için Arapça’dan gelen “ecir” sözcüğü kullanılmıştı. “Ecir” sadece işçi anlamına gelmiyor. Sözcüğün hem olumlu hem olumsuz birden çok anlamı var. Olumlulardan başlayalım: “Sevap, bereket, aziz, kısmet, sevgili”. Madalyonun öbür yüzünde ise şunlar var: “Aşırı güçlük ve sıkıntı, kötü alınyazısı, çile, eziyet, zahmet”. Türkiye işçi sınıfının payına hep ikincisi düşüyor… Haftada 55 saat, 65 saat, 75 saat çalışmak çile, eziyet, zahmet değil de nedir ki? Diyeceksiniz ki “Daha da kötüsü var, hiç çalışamamak, işsiz olmak, işsiz kalmak”. Orası da doğru! Zaten işsizlik tehdidiyle bu kadar uzun çalıştırılmıyor muyuz? Ve fakat günde 10 saat, 12 saat, 15 saat çalışmak, ecirlik etmek, alınyazımız değil. Zira artık ecir değil işçiyiz, birleşince güçlüyüz!  

İŞGÜNÜ NE KADAR UZATILABİLİR Kİ?

“Birleşince güçlüyüz” diye slogan attık ama boşa atmadık. Arkamızı tarihsel gerçeklere yasladık! 1800’lere, vahşi kapitalizmin ilk çağlarına geri dönelim. Sanayi devrimi yaşanmış, sermaye ve işçi sınıfı tarih sahnesine çıkmış. Çalışma koşulları çok kötü, ücretler yerlerde sürünüyor, çalışma süreleri çok uzun. İşçiler günde 12 saatten 20 saate kadar çalıştırılıyor; çocuklar da dahil… İşçi sınıfının büyük âlimi Karl Marks, 1867’de ünlü eseri Kapital’de, “İş günü ne kadar uzatılabilir” diye soruyor ve şöyle devam ediyor:
“Bu sorulara sermayenin verdiği karşılıklar görülmüş bulunuyor: İşgünü, 24 saatlik tam günün, emekçilerin gücünün yeniden işe koşulabilmesi için mutlaka gerekli birkaç dinlenme saati çıktıktan sonraki kısmıdır… kör ve önüne geçilmez tutkusuyla artı-değere duyduğu kurt açlığı ile sermaye, işgücünün yalnız manevi değil, fiziksel en üst sınırlarını da çiğner geçer. İnsan bedeninin büyümesi, serpilip gelişmesi ve sağlığının devamı için gerekli olan zamanı gasp eder. Temiz hava ile güneş ışığının tüketimi için gerekli olan zamanı bile çalar…”

VE İŞÇİ SINIFI…

Vaziyet Marks’ın anlattığı gibi. İşçi sınıfı gün ışığına, temiz havaya bile hasret. Bugün olduğu gibi 150 yıl önce de “günlerin bugün getirdiği baskı, zulüm ve kan”… İşçi sınıfı boş durmuyor tabii ki. Birleşmek, sendika kurmak, grev yapmak yasak ama işçi sınıfı bu; yasak dinlemiyor. İnadına birleşiyor, inadına sendikalaşıyor, inadına mücadele ediyor. Özellikle kapitalizmin gelişmekte olduğu ülkelerde işçiler, mücadele vitesini yükseltiyor. 1850’li yıllardan sonra işçi sınıfı, isyan bayrağını en çok uzun çalışma sürelerine açıyor. Talep açık ve net: “8 saat çalışma, 8 saat dinlenme, 8 saat canımız ne isterse”! Sermayeye, “Biz herhangi bir üretim girdisi değil, işçiyiz, insanız” diyor işçi sınıfı…
Son zamanlarda sessizler ama o zamanlar Amerikan işçi sınıfı epey hareketli. 6 Ağustos 1866’da ABD’de sendikalar şu kararı alıyor: “Bugünün ilk ve en büyük zorunluluğu, bütün Amerika Birleşik Devletleri’nde, sekiz saatlik çalışmayı, normal işgünü kabul eden bir yasayı yürürlüğe koyarak, bu ülkenin emeğini kapitalist kölelikten kurtarmaktır. Bu şanlı sonuca erişene dek bütün gücümüzle çalışmaya kararlıyız”.

VE 1 MAYIS, VE ZAFER!

Aradan 2 yıl geçiyor, mücadele ilk meyvesini veriyor. ABD’de 1868’de kamuda çalışma süresi günde 8 saate düşürülüyor. Zaferin tadını aldılar bir kere, işçiler, 8 saat işgününü özel sektöre de yaygınlaştırmak üzere mücadele devam ediyor ve 1 Mayıs 1886’de ABD’de bir dizi gösteri ve grev gerçekleştiriyor. Bu sırada ABD’nin yanı sıra Japonya, Fransa ve Rusya’da “8 saatlik işgünü” talebi ile grevler yapılıyor, mücadele ateşi yayılıyor. Amerikan Emek Federasyonu 1888 yılında yapılan kongresinde “8 saatlik işgünü” için 1 Mayıs 1890 günü gösteriler düzenleme kararı alıyor. Aynı dönemde birbirinden habersiz olarak Fransa ve Belçika’daki sendikalar da “8 saatlik işgünü” için mücadele kararları alıyor.
Mücadeleyi birleştirme görevi Enternasyonal’e düşüyor. 14-21 Temmuz 1889’da 2. Enternasyonal’in Paris’teki kuruluş kongresinde 1 Mayıs 1890 “8 saatlik işgünü” talebi için eylem günü olarak kabul ediliyor. 1 Mayıs 1890 günü, dünyanın dört bir yanında işçi sınıfı, greve ve alanlara çıkıyor. İlerleyen dönemde 1 Mayıs işçi sınıfının mücadele günü olarak geleceğe taşınırken, 1 Mayıs’ın doğuşuna vesile olan “8 saatlik işgünü” talebi mücadeleler neticesinde bir kazanıma dönüşüyor. Birçok ülkede çalışma süresi günde 8, haftada 48 saat ile sınırlanırken, “8 saatlik işgünü” hakkı uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınıyor.  
1919’da Versay Barış Anlaşması’nda benimsenen dokuz temel ilkenin arasında”8 saatlik işgünü ve 48 saatlik çalışma ve en az 24 saatlik hafta tatili” yer alırken, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün ilk sözleşmesi olan 1 sayılı Çalışma Süreleri (Sanayi) Sözleşmesinde çalışma süresi günde 8, haftada 48 saat olarak tespit ediliyor…


1 MAYIS’A GİDERKEN…

Tarihin bize anlattığı en büyük derslerden biri de, mücadele ile kazanılmış hakların, ancak mücadele ile korunabileceği ve kullanılabileceği. Bugün kâğıt üzerinde çalışma süresi haftada 45 saat, günde 7,5 saat. Ancak fiilen bu sürelerin çok daha üzerinde çalıştırıldığımız gibi bu fazla mesailerin karşılığını da çoğu zaman alamıyoruz. Mecelle düzenine, vahşi kapitalizme geri döndük. Yaşamak için çalışmıyoruz, çalışmak için yaşıyoruz adeta…
Oysa bu durumu değiştirmek bizim elimizde. Makul sürelerde insanca çalışmak, insanca yaşanacak ücret elde etmek bizim elimizde… Yeter ki şu isyan bayrağını yeniden güçlü bir biçimde dalgalandıralım ve elimizden hiç düşürmeyelim. 129’uncu 1 Mayıs’a günler kaldı. Bir milat olsun bu 1 Mayıs. 1 Mayıs’ta alanlara çıkabildiğimiz her yerde alanlara çıkalım, işçi sınıfının gücünü dosta düşmana gösterelim. 1 Mayıs enerjisini bütün bir yıla taşıyalım. Birleşelim, mücadele edelim. Başka türlü olmuyor çünkü…
Evet, hiç şüphe yok, “günlerin bugün getirdiği baskı, zulüm ve kandır”.
“Ancak bu böyle gitmez, sömürü devam etmez”.
“Yepyeni bir hayat gelir, bizde ve her yerde”!
“Yepyeni bir hayata”, “mutlak gelen güne” yürüyenlere selam olsun; 1 Mayısımız kutlu, yolumuz açık olsun!


‘UZUN ÇALIŞMA İSTİHDAMDAN ÇALIYOR’

Uzun çalışma süreleri, işçilerin hayatını zindana çevirdiği gibi, istihdam olanakları da daraltıyor, hem işçiye hem işsize pahalıya mal oluyor. Haftalık çalışma süresi 45 saat, fazla mesai en üst sınırda yaptırılsa bile en fazla 50 saat. Oysa Türkiye’de haftada 50 saatten fazla çalıştırılan 6 milyon 668 bin işçinin, 50 saati aşan çalışmalarının toplamı haftada 82 milyon 616 bin saat. Bir an için Türkiye’de İş Yasası’nın gerçekten uygulandığını, haftalık 50 saati aşan çalışmaların yaptırılmadığını düşünelim. 82 milyon 616 bin saatlik işgücü ihtiyacını da tam zamanlı (haftada 45 saat) istihdam edilecek işsizlere dağıtalım. Bu durumda 1 milyon 835 bin 911 kişi istihdam edilebilir. Sözün özü, uzun ve yasaya aykırı çalışma süreleri, yaklaşık 2 milyon işsizin istihdamına engel oluyor. Hem uzun süreler çalıştırılan işçi kaybediyor, hem çalışma olanağından yoksun kalan işsizler…


‘UZUN ÇALIŞMA SAĞLIĞIMIZDAN EDİYOR’

Uzun çalışma süreleri fiziksel, psikolojik ve sosyal sağlığımızı da olumsuz etkiliyor; iş kazası ve meslek hastalığı riskini artırıyor. Uzun çalışma süreleri, sağlığı olumsuz etkileyen birçok soruna yol açıyor: Sigara kullanımı, kontrolsüz alkol tüketimi, fiziksel aktivite yoksunluğu, uykusuzluk ve sağlıksız beslenme alışkanlığı… Uzunca bir süre, uzun sürelerle çalışmak, anksiyete, aşırı hassaslık, obezite ve kalp damar hastalıklarına yol açabiliyor. Uzun sürelerle çalıştırılan işçi, yorgunluk, bitkinlik ve tükenme belirtileri gösteriyor; iş kazasına uğrama olasılığı artıyor, meslek hastalıklarına karşı daha duyarlı hale geliyor, daha çabuk hastalanıyor, daha zor iyileşiyor. İş kazası riski, gün içinde 9’uncu çalışma saatinden itibaren katlanarak artıyor. Çalışma sürelerinde Avrupa birincisi olan Türkiye’nin, ölümlü iş kazalarında da birinciliği kimseye kaptırmaması tesadüf olmasa gerek…


SON 25 YILDA 4,5 SAATLİK ARTIŞ

Türkiye’de çalışma süreleri 12 Eylül askeri darbesi ve darbenin yarattığı ortamda yaşama geçirilen emek düşmanı, sermaye dostu yeni-liberal politikaların uygulandığı dönemde giderek arttı. 1988 yılında tam zamanlı çalışanların yüzde 73’ü haftada 40-50 saat arasında yani yasal süreler içinde çalıştırılıyordu. 2014’e gelindiğinde bu oran yüzde 53,6’ya düştü. Son 25 yılda haftada 50 saat ve daha fazla çalıştırılan emekçilerin oranı yüzde 27’den yüzde 46,4’e yükseldi. Kural dışı, yasa dışı uzun çalışma, istisna iken kural haline geldi. 25 yıl önce tam zamanlı çalışanların haftalık ortalama çalışma süresi 47,6 saat iken,  bugün bu süre 52 saat. Sözün özü son 25 yılda ortalama çalışma süresi 4,5 saat arttı…

ÖNCEKİ HABER

Birlik ve dayanışma olmadan mücadele kazanamıyor

SONRAKİ HABER

Baltimore'da olağanüstü hal ve sokağa çıkma yasağı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...