24 Nisan 2015 01:01

Sandık- sokak ikiliğinin arkasına bakmak

7 Haziran seçimleri hakkında uzun uzadıya tartışılıyor, tartışmaya sağından solundan dahil olan herkesin hemfikir olduğu tek nokta seçim sonuçlarının belirleyici değişkeninin HDP’nın baraj altında ya da üstünde kalması olduğu. Bu konuda milletvekili sayısından hükümet kompozisyonuna çok şey yazıldı, hesaplandı. Bu tartışmaya eklenmek yerine seçim sürecinin üzerinde yürüdüğü zemine ve bu zeminde HDP’nin konumu ve olanaklarına odaklanacağız.

Paylaş

Kıvanç Yiğit Mısırlı
Mustafa Kahveci

7 Haziran seçimleri hakkında uzun uzadıya tartışılıyor, tartışmaya sağından solundan dahil olan herkesin hemfikir olduğu tek nokta seçim sonuçlarının belirleyici değişkeninin HDP’nın baraj altında ya da üstünde kalması olduğu. Bu konuda milletvekili sayısından hükümet kompozisyonuna çok şey yazıldı, hesaplandı. Bu tartışmaya eklenmek yerine seçim sürecinin üzerinde yürüdüğü zemine ve bu zeminde HDP’nin konumu ve olanaklarına odaklanacağız. 

EKONOMİK MUCİZENİN SONU

7 Haziran seçimlerine giderken Türkiye ekonomisinin temel göstergelerine bakıldığında 2001 krizinin ardından emeklilik yaşının yükseltilmesi, özelleştirmeler, kapitalizmin merkezindeki genişleyici para politikalarının üzerine dayanarak kurulan sermaye birikim modelinin tıkandığı görülmektedir. Sıcak para girişi, tarımdan imalat ve hizmet sektörüne hızlı emek gücü transferi ve güvencesiz düşük ücretlere dayalı birikim modeli hem ABD’de parasal sıkılaştırma emareleri hem de ülkenin iç dinamikleri nedeniyle piyasanın kendi mekanizması içerisinde devam ettirilemez görünmektedir. Bu döneme eşlik eden bir başka dönüşüm ise hane halkı borcunda yaşandı. Düşen ücretler ve tarımdan hızlı çözülmenin etkisiyle kentlerde emekçi sınıflar yaşamlarını idame ettirmek için bankalardan kredi kullanarak yoğun bir biçimde borçlandılar. Bu borçlanma ile ortaya çıkan talep ise iç talebe dayalı büyümenin sürdürülmesinin önemli ayaklarından biri haline geldi. Krizden sonraki yıl olan 2002 yılında yüzde 1.8 olan hanehalkı borcunun GSYİH’ye oranı 2014 sonunda yüzde 20’nin üzerine çıkarken, hanehalkı borçlarının hanehalkı kullanılabilir gelirine oranı aynı dönemde yüzde 7.5’ten yüzde 55’e yükselmiştir. Bu borçlanma içerisinde önemli bir pay tutan uzun dönemli konut kredileri ise inşaat sektöründe üretilen konutların satışına olanak sağlamıştır. Ancak son bir yıl içerisinde üretilen yeni konutların yüzde 50’sinin satılamaması, işsizlik oranının kriz sonrasındaki döneme yaklaşması, ekonomik büyümenin düşmesiyle birlikte bu sürecin sonuna gelinmiştir. Bu süreci devam ettirmenin sermaye bakımından yolu emekçi sınıflar üzerindeki baskının arttırılması ve çalışma hayatının gittikçe daha baskıcı hale gelmesi oldu. Soma’dan Torunlar İnşaat’a son dönemde artan iş cinayetlerinin de grev hakkı yasaklarından emekçilerin her türlü hak arama mücadelesinin polis şiddetiyle karşılanması bu tıkanıklığı aşma çabasından bağımsız anlaşılamaz. Tüm bu tablo karşısında emekçi sınıflardan gelen sinyallere baktığımızda ise – metal işçilerinin grev kararlılığından, sendikalaşma girişimlerine, Kayseri’ gibi muhafazakar sermayenin kalesinde binlerce işçinin eylemine kadar- yeni ve hem sermaye hem de sendikal bürokrasi tarafından denetimi çok kolay olmayacağı görünen bir dalga gelmektedir. 

SİYASAL İSTİKRAR MİTİNİN SONU

Siyasal olarak durum net.Yönetenlerin ellerindeki süreci, gerek sermaye birikiminin devamlılığı için emekçi sınıfların rızasını edinmek, gerekli olduğu durumlarda bastırmak, gerek dış siyasette Neo-Osmanlıcı hülyalar, gerek Kürt meselesi gibiörneklerde yönetemedikleri, tüm bu yönetilenlerin ise bu haliyle yönetilmek istemedikleri bir durumdayız. Eldeki dönem, AKP’nin Türkiye siyasetindeki özgül pozisyonuna atfedilen farklı rollerin işlevsizliğini de göstermekte. Bir zamanların vesayet karşıtı burjuva siyasetinin inşacısı AKP’den otoriter tek-parti devletinin kurucusu Erdoğan’a varan çizgide bütüncül bir devamlılık ya da ani kırılma noktaları aramak yanıltıcı. AKP ne sadece uluslararası burjuvazi ile Türkiye burjuvazisinin doğrudan bir temsilcisi bu topraklarda ne de sadece devlet iktidarını ele geçirdikçe otoriterleşen bir yapı. Tam da yukarıda bahsettiğimiz süreci göz önüne aldığımızda, özellikle 2008 krizinden sonra, Türkiye içinde teker teker iktidar bloğunun içinde ya da etrafındaki aktörlerin tasfiye sürecinin başlaması, AKP’nin varlığını sürdürmek adına doyurmak zorunda olduğu çıkarlar arasındaki çelişkinin yoğunlaşmasıyla ilintili. Burada toplumsal mücadelenin açıktan güvenlikleştirilmesi, İç Güvenlik Yasası biçiminde, AKP’nin salt olarak irrasyonel bir tek-parti devleti olmaktan ziyade Türkiye burjuvazisinin zor zamanlarının bekçisi konumunu yitirmekte olan rolünün altını çiziyor. Burada hatırlatmak istediğimiz, toplumsal güçlerin, kurumsal olarak, yeniden konumlandığı bir dönemde sosyalistlerin devlet iktidarını şeyleştirmek ve sahiplenmek arasında bir tercihe sıkışmadığı gerçeği. Emekçi sınıflar için ise oy verme hakkına sahip nüfusun %85’inin düzenli bir katılımını son 6 yıldır gördüğümüz bir siyasal ortam, elimizde iki yönlü bir verinin olduğunu da hatırlatmalı. Bu ülkenin emekçileri ve demokrasi güçleri hem hâlihazırdaki siyasal güç ilişkilerini değiştirmek istemektedir, hem de hâlihazırdaki siyasal temsil sürecine belirli bir anlam atfetmektedir. Eldekini bir boş gösteren ya da yanlış bilinç olarak tahlil edip seçim sürecini burjuva siyasetine terk etmek ile açıktan burjuva partilerine çağrı yapmak arasındaki fark oldukça azdır.

BANAL MİLLİYETÇİLİKLE HDP’YE VURMAK

Yukarıda birbirinden ayrı paragraflarda ortaya konulan ancak hayat içerisinde birbirinin içine geçmiş biçimde işleyen bu ilişkiler bütünü ayrıntılandırılabilir. Fakat hem sermaye birikimi ve bölüşüm alanında hem de bu alanların örgütlenmesinde; -kurumsal burjuva siyasetinde- bir tıkanma ve kriz durumundan bahsediyoruz. Bu sürecin yönüne ilişkin olasılıklar ve olanakların 7 Haziran seçimleriyle bir biçimde etkileşim halinde olduğu aşikâr. HDP’nin genel seçimlere parti olarak katılım kararı ile sosyalist çevrelerden burjuva siyasetinin aksak kanadı CHP’ye dek bir yelpazede kimi ortak iddialarla yürüyen bazı eleştiriler kol gezmekte. Bir algı, AKP iktidarına karşı CHP, MHP ve HDP’ninaşağı yukarı aynı pozisyonda bulunduğu bir hesapla yürüyor. Bu mantığa göre seçimde seçmeni seçmen yapan iktidar partisini geriletmek amacıyla stratejik bir seçişte bulunmak. İkinci bir fikir için seçim sürecinin kendisi ve parlamenter demokrasi, AKP kadrolarının tezlerini andırır bir biçimde, toplumsal mücadeleyi yürüten aktörlerin burjuva siyaseti tarafından soğurulmalarının kaçınılmaz bir göstergesi. Komplo teorisinden hallice bir diğer iddia ise, HDP’nin AKP ile anlaşarak başkanlık rejimini onaylayacağı yönünde.Oysaki Ağrı provokasyonundan, Erdoğan’dan Davutoğlu’na, Arınç’tan Ala’ya AKP sözcülerinin son dönemde HDP’nin baraj altında kalmasını bir milli güvenlik amentüsüne çevirmeleri bu iddianın maddi zemininin zayıflığını göstermektedir. Bu konuda Kürt Siyasal Hareketi’nin içinden verilen referanslar, Demirtaş’ın çarpıtılan Gezi açıklaması ve Öcalan’ın kimi açıklamalarına dayanıyor. Ancak, siyaseti sadece söylem üzerinden anlayacaksak, Demirtaş’ın “seni başkan yaptırmayacağız” ile sınırlı grup konuşmasından, Kürt Siyasal Hareketi’nin çeşitli aktörlerinin beyanları tam tersi bir iddiayı işaret ediyor. Bu, salt söyleme dayalı, “sol”dan seçiciliği ancak, banal milliyetçiliğin izleriyle anlamak mümkündür.

NE KADAR EKMEK O KADAR KÖFTE

Eğer bu arızi söylem analizinin ötesinde konuşacak isek, HDP’nin sosyalist bir programa sahip, homojen bir siyasal hareket olduğunu iddia etmiyoruz. Bundan öte, eldekinin, kimi zaman çelişkili farklı eğilimleri barındıran, kısmen birbirinden bağımsız mücadele dinamiklerinin -emek hareketi, çevre hareketi, kadın hareketi, LGBTİ hareketi gibi- ülke içerisinde sokağa çıkan kesimlerinin azımsanmayacak bir temsiliyeti ile bir araya gelmiş ancak bunların bileşkesi doğrultusunda siyaset yapan parti olduğunu hatırlatmak gerek. HDP, bu haliyle, AKP’nin otoriter siyasetine de taşeronlaşmadan iş cinayetlerine sermaye birikiminin tıkanıklıklarının emekçilerin canı pahasına aşılmasına karşı mecliste ve sokaktaki mücadelenin bir parçasıdır.Seçim sonrasında HDP’nin politik pozisyonunu belirleyecek olan ise, parlamentonun bileşimi ya da seçim sonuçlarıyla açıklanamaz. Aksine, HDP’nin etrafında bir araya gelen Türk ve Kürt yoksullarının hem siyasal hem ekonomik “alan”dakimücadelelerinin düzeyine hem de HDP’nin bu alanlardaki mücadele ile birleşme kanallarına etki düzeyine bağlı olacaktır. İşçi sınıfının kendi sınıfsal çıkarları etrafında örgütlenmesi ve iktidar mücadelesini sadece HDP’ye bağlamak ise sınıfı örgütlemek iddiasındaki aktörlerin sadece kendi sorumluluklarının inkârı değil aynı zamanda ham bir hayaldir. Bu nedenle, önümüzdeki seçimle ilgili en tutarlı seçenek, salt HDP’ye destek çağrısı yapmak değil, aynı zamanda seçim sürecini emekçilerin örgütlenmesinin olanağına çevirmektir.

 

ÖNCEKİ HABER

‘Hazırlığımız yaygın ve kitlesel 1 Mayıs için’

SONRAKİ HABER

HDP’ye oy verenlerin işi oy vermekle sınırlı değil

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...