11 Nisan 2015 01:01

Marksizm'siz Marksizm

Sempozyumda, Marksizm'i yeni koşullara göre yeniden inşa etmenin egzersizinin yapıldığını değil de daha ziyade ondan kopup uzaklaşmanın zemininin döşendiğini söyleyebiliriz.

Paylaş

Nuray SANCAR

Hafta başında Mimar Sinan Üniversitesinde üç gün süren “Bugün Marx” başlıklı bir sempozyum düzenlendi. Böyle toplantılar akademinin entelektüel düzeyiyle siyasal grupların toplumsal hareketin yönelimine vehmettikleri stratejilerin teorik arka planına dair derli toplu bir ayna tutarlar. “Bugün Marx” sempozyumu da Kürt mücadelesi, Kobanê ve Gezi direnişi gibi, önümüzdeki sürece dair bolca vaatte bulunan sıcak gündemlerin ardından (veya esnasında) gerçekleştiği için ayrıca önemlidir. Çünkü henüz belli belirsiz görünen vaadin ne olduğu, hangi yol haritasıyla oraya ulaşılacağı zaten epeydir yaygın bir tartışma ve arayış konusu olduğundan sempozyumların düzenlendiği salonlar hıncahınç dolar.
Hiçbir analizin Marx’a olumlu ya da olumsuz referans verilmeden yapılamadığı bir çağda yaşıyoruz. Onun tarihin dönüştürücü gücü olarak sınıf mücadelesine işaret eden ‘Eseri’ hiçbir metin kadar didik didik edilmemiş, her dönem, her hareket tarafından da eğilip bükülmüştür. Bu sempozyumun genel atmosferi için de aynı şey söylenebilir. Yeni toplumsal hareketlerin Marx’la bir alışverişi, ama daha doğrusu bir derdi var.
İlk günkü oturuma Marx “Üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişkinin devrimci bir sürece yol açacağını söyler” ama bu çelişki devrime değil evrime açılır diyen bir konuşmacının bismillahı ile başlayan tartışmanın, sonraki oturumları da katederek ulaştığı nokta bu açılışa uygun oldu. Marx’ın eserinin bütününe içkin sınıf mücadelesi eksiltildiğinde, bir dönüşüm olsun diye makinelerin, bilimin ve tekniğin üretim ilişkileriyle çelişkisini beklemeye yatan bir Marksizmin evrimin teorisi haline gelmesi elbette kaçınılmaz olacaktır. Konuşmacıların kimileri 19. yüzyıldaki gibi bir proletaryanın artık olmadığından da söz ettiler, yazılmalarının üzerinden 150 yıl geçtiği için Marksist metinleri arkaik de buldular. Kısacası işçi sınıfının devrimci özneliğini tartışmaktan işçi sınıfının varlığını sorgulamaya gerilemiş bulunuyor, entelektüel cephaneliğini Marx üzerine konuşarak edinen konuşmacıların birçoğu.  
Bu noktaya gelinmesinde politik iktisadın iktisatçılar tarafından bile terk edilerek, bir konuşmacının deyimiyle “dilin gerçeği kurduğu”na dair kanının yaygınlaşmasına yol açan kültürelci ve söylemci bir zemine savrulmanın etkisi var. Bu yeni başladı sayılmaz, birkaç on yıllık bir tarihe sahip. Devrimci özne, somut üretim ilişkileri ve insanların “maddi hayatlarını üretirken yapıp ettikleri işler”in içinde aranmayalı çok oluyor ve 21. yüzyılın ilk çeyreğinin yarısında ipin ucu bir hayli kaçmış bulunuyor.
Bir yanı bu. Ama diğer yandan devletin sosyal politikalarla ilgili yüklerini üzerinden atarak küçültülmesini projelendiren, üstünden attığı maddi yükleri de sivil topluma havale eden neoliberal iktisat ve politikası doğrultusunda ilerleyen teorinin Marksizm’i fena halde didiklemesinin korkunç bir sonucu var ki, o da devlet teorisinden fire vermiş bir Marksizm’in tedavüle sokulması. Böyle bir Marksizm’den yana olanlar için devlet, ona sırtını dönüp küçük öz yönetim birimleri kurmak, otonom adacıklar yaratmak suretiyle “aşılabilir” bir şey. Kazova’nın bir model olarak sık sık telaffuz edilmesi de öz yönetim teorisine dair pratik bir doğrulama sunduğunun sanılmasından. Her yer Kazova olsa diyelim; tekelci ve mali sermayenin egemenliği olarak devlet yerinde durduğu sürece kazovalaştırılamayacak otomotiv, metal, maden sektörlerinin ve uluslararası tekel firmalarının, borsa, piyasa, ticaret ne olacak sorusunun yanıtı yok. Bir tuğla ve kazak fabrikasındaki kooperatifleşmeyle sınırlı iktisadi ufkun, bunun ima ettiği takas ekonomisinin sanayi tahayyülü olmayan bir model, ütopik bir hedef olduğunu söylemeye gerek var mı? Böyle bir toplum mümkün mü?  Ya da eğitim ve sağlık sistemine bir bütün olarak müdahale edilmediği, bakım emeğine artı değer transferi talep edilmediği sürece mahalledeki komitelerin kurup işletmeyi üstlendiği “radikal kreşlerin” kapitalizmde nasıl çatlaklar açacağı da müphem. Ama modern kapitalistlerin stratejisine uygun bir sivil toplumcu siyasete kan sağlayacağı, kapitalist iktisadi ilişkileri gönendireceği.
Doğrusu kimse kapitalizmde yaşamak istemiyor ve devletin olduğu bir dünya tahayyül etmek istemiyor. Bu fikrin sokak hareketlerinde atılan sloganlardan bir hayli genişleyen bir talep olduğu da zaten görülüyor. Ama kapitalizme yönelik eleştirinin artı değer üretimi esasına dayalı bir iktisadi düzenin temellerine dinamit koymayı, devlet cihazını parçalamayı önermeden gideceği nokta kapitalizmin ihyasından başka bir nokta değil. Marx, 19. yüzyıl öz yönetimcilerini, otonomcularını eleştirdiği Felsefe’nin Sefaleti’nde bunu gayet iyi açıklar. Bu kitap yazılmamış gibi kimse davranamaz.
Kapitalist eleştirinin mecalsizleşmesinde teorinin, kentli orta sınıf beklentilerinin ve ütopyasının şimdilerde ete kemiğe bürünmüş hali olmasıyla alakası olduğu kadar yeni toplumsal hareketlerin gelişmesinin, Zapatista başarısının, Kobane zaferinin ve devletin diz çöktüremediği Kürt özgürlük hareketinin özerklik projesinin popülerleşmesinin rolü var. Bu hareketler devletin ve kapitalizmin modern çitleme hareketine karşı oluşturulmuş, alan ve bölge savunması esasına göre geliştiler. Son zamanlarda uğruna mücadele edilen alanlarda kısmi bir elkoyma/işgal pratiğinin teorisi yazılıyor. Evet ama bunların hiçbirinin sosyalizm iddiası yok zaten, dolayısıyla Marksizm’le ilişkilenmeleri de fütursuz bir tahrif edicilikten malul olabildiği gibi Marksizm’i aşan bir söz söylendiği kuruntusunu da pekiştiriyorlar. Oysa aşıldığını iddia ettikleri hiçbir şey aşılmış değil, Marksist metinlere arkaik muamelesi çekmek de bu metinlerin öncesine estetik bir viraj alarak dönüşü gizlemekten başka bir işe yaramıyor. Aslında ona da yaramıyor.
Sonuç olarak sempozyumdaki Marksizm tartışmalarında da, bir süredir yapılageldiği gibi, Marksizm’i yeni koşullara göre yeniden inşa etmenin egzersizinin yapıldığını değil de daha ziyade ondan kopup uzaklaşmanın teorik ve pratik zemininin döşendiğini söyleyebiliriz. Yeni toplumsal hareketlerin Marksizm’in perspektifinde elbette bir yeri var. Ama bu hareketlerin ufkunun sınırlarına hapsedilmiş veya bu hareketler tarafından “çitlenmiş” bir Marksizm’in Marksizm’le ilişkisi yok.
Mao, Harvey, Zizek, Badiou, Negri ve Deleuze’den esinlenen analizlerin ve stratejilerin “Bugün Marx”ta revize ettiği, toplumun dönüştürücü gücünün sınıf mücadelesi, tarihsel öznenin de işçi sınıfı olduğu devrimci tezini bütün diğer sonuçlarıyla birlikte yeniden konuşmak önemli. Bunun için, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra kocaman bir reel parantezine alınarak ister istemez ütopikleştirilmiş sosyalizmin ilk deneyiminden alınacak epey bir feyz var aslında. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek olmayacak kadar zengin bir tarihi var Marksist praksisin. “Bugün Marx” ayağını hem bu deneyime basarak hem de onu iptal ve ilga etmeye yeltenen teorilerle çarpışarak kendisini yeniden inşa edebilir. Başlangıcında olduğu gibi.

ÖNCEKİ HABER

Baban sendikacı olursa!

SONRAKİ HABER

Vanlılar barajları aşıp da gelecek

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa