05 Nisan 2015 08:34

Yırtık

Ankara’da yaşayan bir üniversite öğrencisiyim. Kadınım. Bazı günler sevgilimin evinde kalıyorum. Bu üç cümle, bu toprakların toplumsal değerler tablosunda beni hedef olarak göstermeye yeterli. En azından yeterliymiş, bunu anlamam iki-üç hafta önce prezervatifin yırtılmasıyla gerçekleşti.

Paylaş

O gün sevgilimle film izledik, yemek yedik, biraz politika tartıştık ve yatmadan önce seviştik. O esnada ben ciddi bir acı duydum ve sevgilim bunu fark ettiği anda durup “Neyin var?” diye sordu. “Anlamadım, canım yanıyor.” dedim. O da küfredip “Prezervatif yırtılmış!” dedi. Küfür etmesini “ciddi bir durum” olarak algılayıp tuvalete koştum. İçimden yırtılmış prezervatif parçaları çıkardım, ellerim kana bulanmıştı. Suratımda dehşet ifadesiyle sevgilimi çağırdım. İkimiz de korktuk. Sevgilim hastaneye gitmekte ısrar etti. Ben orada göreceğim muameleyi düşünüp kesinlikle reddettim. Ama birkaç sevişmede daha kanamaya başlayınca, sevgilim beni  kadın doğum poliklinikliğinden randevu almaya ikna etti. Onun için her şeyden önce benim sağlığım geliyordu, benim içinse kendi sağlığımdan önce göreceğim muamele.

“Sırrın Bende Güvende” 
Pazartesi günü üniversite hastanesinden randevu aldım. Sevgilimle beraber randevuya gittik. Kapıdan içeri baktığımızda doktor ortada görünmüyordu. O sırada “Doktor biraz kaytardı, şimdi geldi.” dedi. Oldukça tatlı, yakışıklı, İstanbul Türkçesini çok iyi konuşan, entellektüel görünümlü bir kadın doğumcuydu bize seslenen. Sevgilime dışarıda beklemesi gerektiğini söyledi. Ben yanımda gelebilmesini istemiştim ama prosedür sanırım diyerek içeri girip kapıyı kapattım. “Söyle bakalım rahatsızlığın nedir?” diye sordu muhteşem kadın doğumcu. Utandım, bunaldım, “Anlatmak pek kolay değilmiş” dedim. “Kadınlar kimseye söyleyemedikleri sırlarını jinekologlara anlatırlar.” dedi. İçimden “Sahiden mi?” dedim, buruk bir tebessümle olanları anlattım. Konuşmamın sonuna da antidepresan kullandığımı ekledim. Muhteşem kadın doğumcunun gözleri büyüdü, “Sen mi? Depresyonda mısın?” diye sordu. “İlaç kullanmam dışında sizi ilgilendirdiğini sanmıyorum” dedim. “Peki, bu konuda soru sorulmayacak.” diyerek gülüp bir yerlere not alırmış gibi kelimeler çiziktirdi. “Antidepresanlar böyle şeyler yapar. Ama önce hamile olup olmadığını öğrenmemiz gerek. Yarın gelip kan testi ol, sonuçları getir, ona göre değerlendirelim.” dedi. “Hamile değilim.” dedim. “Neden? Diğer kadınlardan neyin eksik?” diye sordu. “Korunuyoruz ve bunun ihtimali yok.” dedim. Gülüp, “Sen kaç tane prezervatifin fabrikasyondan yanlış çıktığını biliyor musun?” diyerek beni uyardı. “Bir kadın doğumcu bunu söylememeli.” dedim. “Bu benim işim, sırrın bende güvende.” dedi. “Ya hamileysem?” dedim. “Benim bileceğim iş değil.” dedi. Kafamda kadın doğumcunun “bilebileceği işler” listesi çıkartıp güldüm. “Ya kürtaj?” dedim. “Bilemem.” dedi. Muhteşem kadın doğumcu kürtaj yeteneklerini sergilemeyecekti, çünkü “durum” bunu gerektiriyordu. Dışarı çıktım. Randevuya sır vermeye değil, muayene olmaya gelmiştim. Şimdiyse bu baskı, sevgilime duyduğum güveni bile sarsmaya başlamıştı.

SIRRIMIZ VARMIŞ!
Kapıdan çıktığım gibi sevgilim ayaklanıp “Ne olmuş, neyin varmış, iyi misin?” diye atıldı. Ben de gülüp, “Sırrımız varmış, hamile olabilirmişim.” dedim. Gözleri büyüdü, “Nasıl?” dedi. Gülüşüm suratımdan ışık hızında silindi. “Nasıl ‘nasıl?’, hamile falan olamam ben.” dedim. “Yani çok düşük bir ihtimal de…” dedi. Kan beynime sıçradı. “Nasıl ihtimal? Ne demek ihtimal? İhtimal dahilinde mi böyle bir durum?” diye çıkıştım. “Yani bilemeyiz. Bilmiyorum, pek mümkün değil.” dedi. Kafamda aşağıya boca edilen kaynar suları hissettim. Sustum. Hınçla yürümeye başladım. Bir ay kadar önce “kürtaj rehberi” adı altında bir kılavuz okumuştum. Hamile kalan kadınların yaşadıkları psikolojik, duygusal şiddetle dolu hikâyeler gözümün önünden tekrar tekrar geçiyordu.
Hızlı adımlarla eczaneye yürüdüm. İçeri gülümseyerek girip “Gebelik testiniz var mı?” diye sordum. “Hemen verelim.” diyerek bir poşete görünmeyecek şekilde gebelik testini koydular. Parayı alırken “Normalde bu kadar gülerek testi istemezler…” dedi eczacı. O an farklı zamanlarda farklı hikâyelerle benim durduğum yerde gebelik testi alan kadınları gözümün önünde hayal ettim. Kaçı benim gibi üniversite öğrencisiydi? Kaçı evliydi? Kaçı yanlışlıkla, kazayla hamile kalmıştı? Kaçı tecavüze uğramıştı? Kaçı test pozitif çıkarsa çaresiz kalacaktı? Bu döngü günde kaç kez yaşanıyordu bu topraklarda? Kaç kadın testin pozitif çıkmasından mutluluk duyacaktı? Bu sayı çok mu azdı?

‘NORM’AL OLMANIN MUTLULUĞUYDU 
Testi alıp çıktım. Kan testini beklemeye ve doktorun imalarına katlanmaya fazla tahammülüm yoktu. Sevgilim arkamda dolanıp duruyordu. Büyük ihtimalle hamileysem özel klinikte kürtaj olabileceğim parayı nasıl bulabileceğini hesaplıyordu. Oturup kahvaltı ettik. Ne yediğimden tat alabildim, ne de boğazımdan geçti lokmalar. Kafamın içinde “Ya hamileysem?” sorusu yankılanarak çoğalıyordu. Bekleyemeden en yakındaki tuvalete gidip testi yaptım. Umumi bir tuvaletti burası. Klozette oturup bekledim. Beklerken gözlerim ikinci çizginin çıkması gereken yerde kenetlendi. Acaba kaç kişi bu tuvalette gebelik testi yapmıştı? İkinci çizgi ne kadar beklesem de çıkmadı. Mutluluktan ağlayarak dışarı çıktım.
Normalde üzgün olduğumda bile ağlamam. Mutluluktansa hiç. Beni bu kadar mutlu eden şeyin ne olduğunu çözmem birkaç haftamı aldı. İkinci çizginin yoksunluğu değildi bu, hamile kalırsam geçireceğim kürtaj evresi değildi. İnsanların bu olaya karşı tutumunu öğrenmeyecek olmaktı. Bu olayı sessiz sedasız kapatıp, yardım almadan, yardıma muhtaç kalmadan daha fazla muhteşem jinekolog görmeden, evlenmeden önce cinsel ilişkiye girdiğimi belli etmeden bu olayı kapatmaktı mutlu olmak. Sevgilimin ailesine, kendi aileme durumu anlatmak zorunda kalmamanın güzelliğiydi mutlu olmak. Evlilik kurumuna ihtiyaç duymadan yaşamanın gizliliğiydi mutlu olmak. Bir kesim insan tarafından yaftalanmamaktı mutlu olmak. “Norm”al olmanın mutluluğuydu bu hissettiğim.
Bu kısa yazıyı tamamlamak iki saatimi aldı. Üç kupa kahve, altı-yedi sigaraya ihtiyaç duydum. Yazarken yaşadığım stresten ötürü mideme ağrılar girdi. Bu duruma düşen kadınların yaşadıklarını düşünmek omzuma koca bir toplumsal yargı ağırlığı yükledi. Birkaç milimetrelik canlının oluşturduğu yük bu kadar ağır olmamalı.

ÖNCEKİ HABER

8 Mart bu sefer gerçekten başka!

SONRAKİ HABER

En büyük şansım örgütlü olmak

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...