Sinema yazarlarının İstanbul Film Festivali önerileri
Sevda AYDIN
İstanbul
İstanbul Film Festivali yarın başlıyor. 19 Nisan’a kadar devam edecek festival, özel bölümleri, belgeselleri ve konuklarıyla baharın ilk günlerinde İstanbul’a renk katacak. 200’ü aşkın filmin yer alacağı festivalde seyirci olarak seçim yapmak hiç de kolay değil, bunun için sinema yazarlarına başvurduk ve onların film önerilerini aldık. İşte sinema yazarlarının öneri listelerinden 26 film;
ÇAĞDAŞ GÜNERBÜYÜK:
Kuzey (Bakur)Yönetmen: Çayan Demirel, Ertuğrul Mavioğlu: Yarışma Dışı olarak gösterilecek belgesel, Türkiye topraklarındaki kamplardan PKK’li gerillaların hayatı ve sürece bakışlarını konu alıyor. Dersim 38 ve 5 No’lu Cezaevi Filmlerinin Yönetmeni Çayan Demirel ile Gazeteci Ertuğrul Mavioğlu sayesinde ülke siyasetinin ve çözüm sürecinin bu pek sesini duymadığımız aktörlerini de duymuş olacağız.
Taksi (Taxi )Yönetmen: Cafer Panahi: Yasağa rağmen her yıl başka bir yöntemle seyirci karşısına çıkmayı başaran İranlı Yönetmen Panahi, bu kez bir taksinin içinden İran toplumunun fotoğrafını çekmeyi deniyor. Berlin Film Festivali’nden Altın Ayı ödüllü film.
Müjdeler Var Yurdumun Toprağına Taşına, Erdi Sinemam 100 Şeref Yaşına! (Yön: Hakkı Kurtuluş, Melik Saraçoğlu): Ufak Hakikatler, festivalin ilginç bölümlerinden biri. Bu uzun isimli film de adı üstünde sinemanın 100. yılı tartışmalarına eğiliyor. Eğilmekle de kalmıyor, ezberleri darmadağın ediyor, sinema tarihini sorgularken daha çok da milliyetçi militarist resmi ideolojiyle eğlenceli bir dille hesaplaşıyor.
Theeb: Yönetmen Naji Abu Nowar: Arap dünyasından sınırlı sayıda film izlediğimizden her biri dikkat çekiyor. Bu tarihi film, hem izleyicilerden epey beğeni toplamış, hem festivallerden ödülle dönmüş bir yapım. Bir çocuğun büyüme hikayesiyle Birinci Dünya Savaşı yıllarının savaş ortamını birleştiriyor.
Mahkeme (Court): Yönetmen Chaitanya Tamhane: Hindistan’dan bir cinayet davasının filmi. Sadece ülkenin hukuk sistemini eleştirmekle yetinmiyor, toplumsal yapısını da gözler önüne seriyor.
FIRAT YÜCEL:
Taksi Taxi: Cafer Panahi’nin 20 yıl film yapma yasağına inat çektiği üçüncü filminde mağduriyet dilinden eser yok. Bir taksinin içinde, Panahi ve yolcularıyla birlikte çıktığımız Tahran turunda, sadece gerçeklik ile kurmaca iç içe girmiyor, aynı zamanda egemen suç tanımları ve yasalar da sorgulanıyor. En başta da filmlerin dolaşımını sınırlayan yasalar.
Sedef Düğme El Botón de Náca: İzlemediğim ama çok merak ettiğim filmlerden. Şilili usta Patricio Guzmán’ın, tıpkı Işığa Özlem’de olduğu gibi, gezegenin tarihi ile devlet zulmü ve sömürgecilik tarihini hiç beklenmedik biçimlerde birbiriyle ilişkilendirdiği belgeseli kaçırılmamalı.
Büyük Uyku (The Big Sleep), Gizli Kusur (Inherent Vice) ve Küçük Serseri (P’tit Quinquin): Bu üç filmi, festivalde bir arada görmek çok keyifli olabilir, özellikle de film noir-polisiye meraklıları için. Howard Hawks’un Raymond Chandler’dan uyarladığı 1946 yapımı Büyük Uyku, Paul Thomas Anderson’ın Thomas Pynchon uyarlaması Gizli Kusur ve Bruno Dumont’un bir mini dizi olarak tasarlanmış Küçük Serseri’si, birbirinden çok farklı filmler ama ortak bir noktaları var: Dedektifin elinden ‘hakikati aydınlatma’ iktidarını almaları.
Burgundy Dükü: Peter Strickland’in Jess Franco ve Tinto Brass gibi yönetmenlerin erotik filmlerine öykündüğü Burgundy Dükü, tipik bir postmodern pastiş olarak görülebilir. Ama filmin adeta kendi kendisinin hastalanmasına dayalı mizahı onu benzer denemelerden bir ölçüde ayırıyor.
MURAT ÖZER:
Ned Rifle: Amerikan bağımsızlarının ustalığı tescilli isimlerinden Hal Hartley’nin “Henry Fool” ve “Fay Grim” filmlerinin başkarakterlerinin oğlu Ned Rifle’ın hikayesini merak etmemek mümkün mü? İyiliği kötülüğü bir yana, sadece bu merakı gidermek için bile izlenmeli “Ned Rifle”.
B Filmi: Batı Berlin’de Şehvet ve Müzik: 1980’lerin ‘pop kültürü’nün başkenti Berlin’de neler olup bittiğini sergileyen bu belgesel, özellikle gençlik yılları o döneme denk düşenlerin kaçırmaması gereken bir çalışma. Durumun Türkiye’ye nasıl yansıdığını da hafızamızla biz tamamlayacağız artık!
Einstein Meksika’da: Eisenstein’ın kariyerinin iki döneminin ortasına oturan Meksika deneyimini sinemalaştıran Peter Greenaway, ‘sinemayı sanat yapan’ büyük yönetmenin ayak izlerini sürüyor. Bize de onun peşine takılıp Eisenstein’a bir kez daha şükranlarımızı sunmak kalıyor!
Marnie Oradayken: Hayao Miyazaki’nin en sevdiği çocuk kitaplarından, Joan G. Robinson’ın 1967 tarihli aynı adlı eserinin Ghibli’yle buluşmasına vesile olan “Marnie Oradayken”, Hiromasa Yonebayashi’yi de ikinci yönetmenliğine taşıyor. Kaçırmak haksızlık olur, hem filme hem kendimize...
‘71: Genelde İrlanda’yı, özelde de IRA’yı malzeme yapan filmler kaçmaz. Televizyon kökenli yönetmen Yann Demange’ın ilk filmi de bu damardan besleniyor. 1971’in Belfast sokaklarında yalnız bir İngiliz askeri üzerine bir hikaye anlatıyor olması bile başlı başına ilgi odağı haline getiriyor filmi.
SENEM AYTAÇ:
Bu sene festivalin en merakla beklediğim filmlerinin çoğu belgesel. En son 2010’da çektiği Işığa Özlem’de (Nostalgia de la luz) Cumartesi Anneleri ile gök bilimcileri bir araya getiren Şilili Yönetmen Patricio Guzmán’ın Sedef Düğme’si (El Botón de Nácar) festivalin en merak ettiğim filmi. Berlinale’de ana yarışmada olan ve ‘En İyi Senaryo’ ödülü alan belgesel bir damla sudan yola çıkarak insanlık tarihine bakıyor. Bir diğer usta elinden çıkma belgesel ise Wim Wenders imzalı Toprağın Tuzu (The Salt of the Earth). Büyük Fotoğrafçı Sebastiao Salgado’nun fotoğrafladığı mekanlardan onun anısına geçen filmin bizlere çok etkileyici bir deneyim sunacağıma şüphem yok. Festivalin en merak uyandıran bir diğer belgeseli ise Türkiye’den; Çayan Demirel ve Ertuğrul Mavioğlu imzalı Bakur/Kuzey. Film, Türkiye’deki üç ayrı gerilla kampını ziyaret ediyor ve şu ana kadar perdede hiç tanık olmadığımız bir PKK portresi çiziyor. En son ‘Cennet Üçlemesi’ ile karşımızda olan Avusturyalı Yönetmen Ulrich Seidl da bu sene bir belgeselle festivalde. Bodrumda (Im Keller), Avusturya’da 24 sene babası tarafından evin bodrumunda tutulmuş ve defalarca tecavüze uğramış Elisabeth Fritzl’in haberinin 2008 yılında ortaya çıkması üzerine, Seidl’ın Avusturya’daki evlerin bodrumlarını araştırmaya karar vermesi sonucunda ortaya çıkıyor Bodrumda. Festivalde kaçırılmaması gerektiğini düşündüğüm filmlerden bir diğeri ise, sinema üzerine hâlâ taptaze fikirler üretebilen Cafer Panahi imzalı Taksi.
ŞENAY AYDEMİR:
Çılgın Kalabalıklardan Uzak: Danimarka sinemasının önemli isimlerinden Thomas Vinterberg filmi, Victoria İngiltere’sinde birbirinden çok farklı üç adamı etkisi altına alan Bathsheba Everdene’in hikayesini anlatan film bağımsız ve güçlü bir kadın öykülerine eklenen yeni bir halka. Juno Temple, Carey Mulligan, Michael Sheen gibi isimleri bir araya getiren yapım festivalin en çok konuşulacakları arasında gibi duruyor.
45 Yıl: Andrew Haigh imzalı ‘45 Yıl’. Başrol oyuncuları Charlotte Rampling ve Tom Courtenay’ın Berlin’de en iyi kadın ve erkek oyuncu ödüllerini kazandığı yapım, evliliklerinin 45. Yılını kutlamak üzere olan mutlu bir çiftin 50 yıl öncesinden gelen tatsız bir haberle sarsılan mutlulukları ve ikili arasında uzun yılların muhasebesinin ortaya saçılışını anlatıyor.
Bakir Dev: İzlandalı Yönetmen Dagur Kári’nin yönettiği film, adından da anlaşılacağı üzere 40’larında, kilolu ve annesiyle oturan ve tabii ki hâlâ ‘bakir’ olan Fusi’nin hayatını eğlenceli bir dille anlatıyor. Filmin, yönetmenin ‘Albino Noi’den bu yana çektiği en iyi yapım olarak değerlendirilmesi de merakı artırıyor.
Onur: Matthew Warchus imzalı ‘Onur’, 1984 yılı İngiltere’sine götürüyor bizleri. Maden işçilerinin grevi devam ederken, Başbakan Thatcher, polis ve hükümet yanlısı basın greve sert bir karşılık verir. Maden işçileriyle aynı bloka karşı mücadele ettiklerinin farkına varan bir grup aktivist lezbiyen ve gey madenciler için yardım kampanyası düzenler. Tarihe geçen eğlenceli bir dayanışma öyküsü.
Arabulucu: Borja Cobeağa’nın ‘Arabulucu’su İspanya hükümeti ile ETA arasında 2005-2006 yıllarında gerçekleştirilen barış görüşmeleri sırasında iki taraf arasında arabuluculuk yapan bir adamın hikayesi.
Evrensel'i Takip Et