28 Mart 2015 00:51

Ortadoğu ve Kuzey Afrika bir barut fıçısı

Ortadoğu, Arap ülkeleri ve Kuzey Afrika’daki savaşlar, askeri müdahaleler, katliamlar gündemi sürekli besleyen ana konuların başında geliyor.

Paylaş

Perşembe günü Yemen’e başlatılan askeri hareket Avrupa’nın gündemine barut gibi düştü. Ama zaten yıllardır Ortadoğu, Arap ülkeleri ve Kuzey Afrika’daki savaşlar, askeri müdahaleler, katliamlar gündemi sürekli besleyen ana konuların başında geliyordu. Hatta buralarda yaşanan olaylar o kadar kısa süreyle yaşanıyor ki, bir olay daha gündemden düşmeden diğer olay onun üzerini kapatabiliyordu. Libya’da iç savaş ve Suriye kargaşası tüm bölgenin daha da alevlenmesine neden olurken, Tunus’taki katliam gündeme geldi ve ardından Suudi Arabistan’ın Yemen müdahalesi. Kuşkusuz tüm bu yaşananlar birbirinden bağımsız olmadığı gibi 2001’den bu yana başta ABD olmak üzere, Batılıların emperyalist askeri müdahaleleri bölgenin bitmez tükenmez, hatta her geçen gün biraz daha ağırlaşan bir barut fıçısına dönüşmesine neden oldu. Bu hafta seçtiğimiz makalelerle bu konuyu gündem ettik. Fransa’dan seçtiğimiz yazı Libya’da Kaddafi sonrası ülkenin daha kötü bir duruma sürüklendiği ve AB için büyük bir tehdit teşkil ettiğine dikkat çekiyor. Le Monde gazetesinin başyazısına göre Türkiye, Libya’nın iç sorunlarına karışan ana ülkelerden birisi olmakla kalmıyor, el Kaide’ci güçlerin de içinde etkin olduğu kampa destek çıkıyor. Almanya’dan seçtiğimiz makale, 15 yıl önce ABD’nin başını çektiği askeri müdahaleyle tüm bölgenin dinler savaşına sahne olduğuna dikkat çekerek, ülkelerin ekonomik ve sosyal koşullarının daha da kötüleştiğine vurgu yapıyor.  
Bu gündeme ek iki konuyu daha işledik. Birincisi Yunanistan Başbakanı Çipras’ın Berlin gezisi, diğeri ise İngiltere’de gündem olan milletvekillerinin gizlice dinlenmesinin açığa çıkmasının yankıları.  


LİBYA, AVRUPA AÇISINDAN BİR TEHDİT

Le Monde
Başyazı

Bir Fransız yöneticisinin anlattığı vaka yeni oldu : Bir İtalyan savaş gemisi Libya kıyılarına yakın bir yerde göçmen taşıyan bir gemiye yaklaşıyor, ama ikinci bir gemiden Kalaşnikoflarla karşılanıyor ve yolunu değiştirmeyi tercih ediyor. Kimdi bunlar, şebeke, cihatçı ya da ikisi de birden mi? Kimse bilmiyor. Ama olay Libya’nın komşuları için ne kadar bir tehdit ettiğini iyi özetliyor : Güney’de Tunus ve Mısır, Kuzey’de ise İtalya, yani Avrupa Birliği.
Muammer Kaddafi’nin, 2011 son baharında, yıkılmasından bu yana, ülkenin bölgesel, dinsel, mezhepsel ve siyasi bölünmeleri durmak bilmedi. Kaddafi’yi yıkmak nispeten kolay olmuştu, ama müttefikler onun yok oluşunun ülkeyi devletsizliğe ve anayasasızlığa sürükleyebileceğini öngörememişlerdi.  Savaş esnasında oluşan milisler daha sonra hiçbir zaman fes etmeyi kabul etmemiş ve yöneticisiz kalan devasa silah depolarını ele geçirmişlerdi. Bu kaosun içinde, Libyalılar o kadar arzuladıkları demokrasiye güvenlerini kaybetmişlerdi.
Artık ülkede iki büyük güç karşı karşıya. Bir taraftan, haziran 2014 seçimlerinden çıkan ve uluslararası cemaatın tanıdığı, ama egemenliğini bir türlü, başta başkent Tripoli olmak üzere, ülke düzeyinde sağlayamayan Tobruk hükümeti. Oluşmakta olan küçük ordusunu, uzun zaman ABD’de yaşayan ve el işlerini yapan General Hafter yönetiyor ve tüm rakiplerini, Le Monde’a verdiği bir röportajda, radikal dinci olmakla suçluyor. Karşısında ise Tripoli’yi kontrol eden Fajr Libya (Libya şafağı) koalisyonu bulunuyor. Bunlar, Misrata bölgesinde bulunan Kaddafi düşmanı Müslüman kardeşlere yakın olan Tugaylar ve el Kaide’ye bağlı Ansar al-Şaria gibi daha radikal gruplardan oluşuyor. Her kampın uluslararası destekçisi var : General Haftar’ı Mısır ve Arap Emirlikleri desteklerken, Fajr Libya’yı ise Katar, Türkiye ve Sudan destekliyor. Geçen şubat ayında adını 21 Mısırlı Hıristiyanı katlederek aniden duyuran üçüncü bir unsur ise olaya müdahil olarak durumu daha da karışıklaştırdı. Ve öyle görünüyorki, 18 Mart’ta Tunus’ta Bardo müzesinde 21 turisti katleden teröristler Libya’da eğitim görmüşler. Eğer, Libya kıyılarından her yıl İtalya’ya doğru binlerce göçmeni gönderen kaçakcıların şebekeleri cihatcıların eline geçerse, Avrupa için güvenlik ve siyasi sonuçlarını düşünmek bile ürkütücü. Peki ne yapmalı ? Hava’dan müdahale etme, 2011 sonrasının kanıtladığı gibi, iyi bir seçenek değil. Geriye kalan, BM’nin gönderdiği İspanyol Bernardino Leon’un yürüttüğü iki koalisyon arasında müzakere sürecini desteklemek kalıyor. Zor bir müzakere, ama AB buna destek çıkabilir; örneğin bölge ülkelerine Libya’nın iç işlerine müdahale etmemesi için baskı yapabilir, iki kampın da daha ılımlı güçlerini çağırarak onlara IŞİD’in halifeliği altında ezilmemek için anlaşma sağlamak zorunda olduklarını hatırlatabilir. Ve sonuncu olarak da, İtalyan Başbakanı Matteo Renzi’nin önerdiği gibi, siyasi bir anlaşma sağlandıktan sonra, AB barışı sağlamayı hedefleyen bir misyona destek çıkabilir. Ne yazık ki, şimdilik bu öneriye kimse ses çıkarmadı, çünkü Libya tehditi açıkça tüm Avrupa’yı ilgilendiriyor.

Çeviren: Deniz Uztopal


BİR DEVLET DAHA YIKILIYOR

Markus DECKER
Frankfurter Rundschau

Yemen’de savaş var. Komşular saldırıyor. Gözlerimiz önünde Kuzey Afrika ve Arap ülkeleri barut fıçısına çevriliyor.
Yemen, Batı ülkelerinin pek de ilgilendiği bir ülke değil. Batıyı ilgilendiren en güzel şehirlerden biri olan Sana sadece. Buna rağmen şu sıralar Yemen’le ilgilenmek zorundayız. Çünkü bölgede -tüm yan ve temel etkileriyle- önümüzdeki dönemde çökertilecek ülke Yemen. Körfez ülkelerinin Husi  aşiretinin yerleşim alanlarını bombalaması tehlikenin ne durumda olduğunu gösteriyor.
Karşı taraftaki Somali’de kaos egemen. Korsanlar Aden Körfezi’ndeki gemi seferlerini engelliyorlar. Somali’de olanlar Kenya’ya uzanacak şekilde çevre ülkeleri de etkiliyor. Suriye’deki belalı savaş yıllardan beri sürüyor. Batılı kamuoyunun ilgisini çekmeden Libya parçalanıyor. Libya, sadece mültecilerin Avrupa’ya geçme ülkesi değil Mali’ye silah ticaretinin de transit ülkesi. Sınır ülkeleri korkuyla Libya’ya bakıyorlar. Korkuları aynı şeyin kendi başlarına da geleceğinden. Şimdi de Yemen yeni bir kaos ülkesi olarak ortaya çıkıyor.
Batılıların Afganistan’a demokratikleştirmek ve istikrarlı hale getirmek için müdahalesinin üzerinden neredeyse 15 yıl geçti.  Öncülüğünü ABD’nin yaptığı, batılı ülkelerin bir gönüllüler koalisyonuyla desteklediği Irak savaşı başladı sonra. Artık Ortadoğu, Arap ülkeleri ve Kuzey Afrika, düzelme umudunun kaybolduğu bir barut fıçısına çevrildi. Bu ülkeler dini çatışmaların olduğu ülkeler. Ama bu ülkelerdeki en büyük tehlike gençliğe perspektif sunulamaması. Suriye’deki yaş ortalamasının 22 olduğu dikkate alındığında bu tehlikenin ne kadar büyük olduğu görülür. Şimdi çökertilecek ülke Yemen. Bilmek için falcı olmaya gerek yok, diğerleri de sırada bekliyor. Göreceğiz, şöyle ya da böyle...
( Çeviren:  Semra Çelik)


ÇİPRAS BERLİN’DEKİ ŞANSINI  KAÇIRDI

Theo GEERS
Deutschlandfunk

Yunan başbakanının Berlin ziyareti Almanya ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin iyileşmesi açısından ilk ve çok önemli bir fırsattı. Çipras, yaptığı hatalarla bu şansı kaçırdı.
Resimler, mimikler ve hatalar bazen sözlerden daha iyi konuşur. Alexis Çipras’ın iki günlük gezisi bu anlamda epey iz bıraktı, ama pek de olumlu olmadı bu izler. Örneğin Başbakanlık kapısı önünde sırtında mantosuyla bekleyen Merkel’i düşünmeden sempatizanlarıyla el sıkışmak için arabadan inmesi ve yoluna yürüyerek devam etmesi hiç de hoş olmadı. Birlik Partileri Grup Başkanı Volker Kauder yerine Sol Parti fraksiyonunu ziyaret etmesi de oldukça yanlıştı. Yunanistan’a parayı verecek olanınVolker Kauder ve fraksiyonu olduğu  düşünüldüğünde hatanın büyüklüğü ortaya çıkar.
Çipras, ülkesi için neyin ve kimin önemli olduğunu öğrenmek zorunda. Bunu bilmediği ya da bilmezlikten geldiği için Berlin’deki şansını kaçırdı. Almanya’yı ziyaret eden bir başbakanın, hele de kriz içindeki Yunanistan’ın başbakanı ise, somut ve adını hak eden bir reform paketiyle gelmesi gerekirdi. Para alınmak istenen ülkeye böyle gidilir  ve aradaki soğukluk böyle giderilebilir.
Angela Merkel ve diğer ülkelerin hükümetlerini daha fazla para vermeye ikna etmek için bu parayı geri alabilecekleri garantisini vermek lazım. Ancak Çipras ve hükümetinde hâlâ bunun jetonu düşmedi. Çipras, eğer Yunanistan başbakanlar galerisinde resmi asılı ortalama bir politikacı olmak istemiyorsa oyunun kurallarını öğrenmeli ve ona göre oynamalı.
(Çeviren: Semra Çelik)


AYKIRI DÜŞÜNMEK SUÇ İŞLEMEKLE KARIŞTIRILMAMALI

The Guardian
Başyazı

Kamu düzenine tehlike oluşturdukları gerekçesiyle, Tony Blair iktidarın ilk sürecinde 10 İşçi Partili Milletvekilinin gizlice denetlendiğini açıklıyoruz. Bazıları, Diane Abbott gibi ırkçılığa karşı aktivitelerde, diğerleri nükleer karşıtı çalışmalarda yer aldı. En şaşırtıcı ise aralarında, Kabine Üyesi Harriet Harman ve Jack Straw gibi isimlerin de bulunması oldu. Bu siyasetçilerden hiç biri hakkında bu güne dek bir suç duyurusu yapılmamıştır. Bu tür davranışlar polis gücünün tamamen suistimal edildiği ve seçilmiş milletvekillerinin ayrıcalıklarının işgal edilmesi demektir. Milletvekillerinin seçmenlerinin özgürlüklerini korumalarını sağlayabilmeleri için bu ayrıcalık verilmiştir. Bu milletvekillerinin yasalara uymak zorunda olmadığı anlamına gelmiyor. Fakat polis ve güvenlik güçleri de yasalara tabiidir. Bunların hepsinin şeffaf yasal düzenmelerin verdiği güvenceye ihtiyacı var. Şu anda, milletvekillerinin bu güvencesi kesin değil.
Eski huylardan arınmak zaman alır. Soğuk savaş aykırı düşünmenin tehlikeli olarak gösterilmesini sağladı, polise ve gizli servise karşı çıkmayı oldukça zorlaştırdı. 1966’da Denizci İşçilerinin Sendikası ile yaşanan bir çatışmanın ortasında, o zamanın Başbakanı olan Harold Wilson bazı Milletvekillerinin telefonlarının dinlendiğini kabul etmiş ve bir daha böyle şeyin yaşanmayacağına söz vermişti. Bu tutum Wilson doktrini olarak biliniyor. Tony Blair başbakan olduğu zaman bu doktrine sadık kalınacağını söylemişti. Fakat belli ki parlamento binasının dışında milletvekillerinin aktiviteleri için Wilson doktrini geçerli olmadı. 1990’larda gizli polis olarak görev yapan Peter Francis, o zamanlar bazı milletvekillerinin aktiviteleri üzerine rapor verdiğini ve bir çok milletvekilli hakkında kabarık dosyalar olduğunu açıkladı. Seçilmelerden önce bu polis tutanakları başlasa da, milletvekilli olduğunda bu dosyalar kapanmıyor dedi Francis. İçişleri Bakanı, Theresa May gizli polisin aktiviteleri üzerine bir araştırma komisyonu olacağını açıkladı ve bunun üst düzey hakimi Lord Justice Pitchford’un başkanlığında olacağını açıkladı. Peter Hain, gözetim altında olan milletvekillerinden biri, bu araştırmanın milletvekillerinin denetiminin neyi kapsadığı ve boyutunu da ele alması gerektiğini söylüyor.
Fakat bu sadece tarihsel bir mesele değil. Geçen sene Yeşil Partili, Lordlar kamarasında olan ve Londra Büyük Belediyesi Başkanlık adayı olan Jenny Jones’de bir asırdan fazla Londra’da polis tarafından gizlice denetlenmiş ve bilgileri ülkedeki radikal kişilerin aktiviteleri ile birlikte kayıt yapılmıştı. Daha başka hangi siyasetçileri denetlediklerine dahil bilgi veremeyeceğini –vermek istemediğini– söyledi. Aynı zamanda Denetleme Güçleri Teftiş Yasası altında milletvekillerinin ne derece korunduğu hakkında kafa karışıklığı var. Uzun zamandır teftiş yapanlar artık Wilson Doktrini’ne gerek kalmadığını çünkü denetlemek için önce ruhsat alınması gerektiğini savundu. Fakat biliyoruz ki mahkumlar ve milletvekillerinin görüşmeleri bile denetlenmiş. Cyril Smith’in yürüttüğü çocuk istismarı araştırmasını göz önünde bulundurursak tabii ki de milletvekilleride suç işleyebilir. Üstelik bazen denetlemek de gerekebilir. Fakat çok net olmalıyız bu konuda. Aykırı düşünmek bir suç değildir.          

(Çeviren: Çınar Altun)

ÖNCEKİ HABER

Komedi festivali Ankaralıları bekliyor

SONRAKİ HABER

Meslek hastalıklarını masaya yatıran sayı yayımlandı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...