24 Mart 2015 15:54

Taş ve kum ocakları Dicle havzasını yok ediyor

Diyarbakır'da düzenlenen "Güneydoğu Anadolu Bölgesi çevre sorunları" konulu sempozyuma katılan akademisyen ve yerel yönetim yetkilileri, Dicle Fırat havzasında yaşanan çevre kirliliğine dikkat çekti. Oturumda konuşan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma ve Kontrol Daire Başkanı Deniz Kıraç, Dicle Nehri havzası üzerinde kurulu taş ve kum ocaklarının Dicle havzasını yok ettiğine vurgu yaptı.

Taş ve kum ocakları Dicle havzasını yok ediyor

Dicle Üniversitesi Çevre Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi (DÜÇAM) tarafından düzenlenen "Güneydoğu Anadolu Bölgesi çevre sorunları" konulu sempozyumun ikinci oturumu "Dicle Fırat havzası" konulu panelle devam etti. Moderatörlüğünü Prof. Dr. Bekir Bükün'ün yaptığı panelde, Prof. Dr. Öner Çetin, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma ve Kontrol Daire Başkanı Deniz Kıraç, Dicle Üniversitesi öğretim görevlisi İbrahim Yenigün ve Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi Daire Başkanı Sait Kılıç konuşmacı olarak yer aldı. "Sulanan alanlarda toprak kaybı" başlıklı sunum gerçekleştiren Prof. Dr. Öner Çetin, dünyada her yıl 5 bin hektar alanın kuraklaştığı bilgisi vererek, sulamaların toprak için çok önemli olduğunu dile getirdi. Sulama ile birlikte toprağın verimliliğinin sağladığını belirten Çetin, "Sürdürülen bir toprak ve kanalların varlığı olması için geniş çaplı çalışma yürütmek gerekiyor. Sulamada ölçemeden ve kontrol etmeden aşırı sulama nedeniyle aşırı sulama kaybı ve erozyon meydana geliyor" diye konuştu.

AŞIRI SULAMANIN ZARARLARI

Türkiye'de tarımsal su kullanımının 3 kat fazla olduğuna vurgu yapan Çetin, aşırı su kullanımı nedeniyle erozyon meydana geldiğine işaret etti. Gelişmiş bir ülkede aşırı su nedeniyle erozyon oluşmasının izahının olamayacağının altını çizen Çetin, "10 yıl içerisinde aşırı sulama nedeniyle tuzlanma ve çoraklaşma meydana geliyor. Hala bölgemizde çoraklaşma oluşmuş olmasa da erozyon meydana gelmektedir" dedi. Aşırı suyun topraktaki verimi yok ettiğini belirten Çetin, bu konuda üreticilerin bilinçlendirilmesi gerektiğine dikkat çekti.

ANTEP'TEKİ TATLI SULAR KİRLİ

Antep'teki tatlı su kaynaklarının durumuna ilişkin konuşan Doç. Dr. Abuzer Çelekli ise yeryüzündeki tüm suların yağışlardan oluştuğunu dile getirerek, tüm canlıların bu sulardan yararlandığını söyledi. Tüm canlılar için önemli olan bu molekülün yok olmasının yaratacağı etkiye vurgu yapan Çelekli, Antep'in yağış alan bir bölge olduğunu ve sanayisini gelişkin olduğunu dile getirdi. Antep'in içme suyunun kendi ilinden sağlayamadığını, kentteki dere yataklarının değerlendirilmediğini, sanayi nedeniyle suların temiz olmadığını belirtti. Balıkalan Göleti'nin susuzluk nedeniyle kuruduğunu söyleyen Çelekli, "Yoğun evsel ve tarımsal bir kirlilik mevcut. Fırat Nehri'nde yoğun alabalık yetiştiriciliği yapılıyor. Her şeyin aşırısı gibi aşırı avlanma da hem balık türlerine hem de su minerallerine zarar veriyor. Yerleşim yerlerine yakın dereler insanlar tarafından kirletiliyor ve tüm canlıların hayatını tehlikeye sokuyor" ifadelerini kullandı. 

KUM VE TAŞ OCAKLARI DİCLE'Yİ KATLEDİYOR 

"Kum ocaklarının ve Dicle Nehri üzerindeki etkisini" değerlendiren Deniz Kıraç ise Dicle'nin Diyarbakır sınırlarındaki yataklarında bulunan taş ve kum ocakları nedeniyle bio çeşitlilik kaybı, besin ağının bozulması ve sudaki canlıların zarar gördüğüne vurgu yaptı. Yine nehir yatağında bozulmalar yaşandığını, sularda bulanıklığın arttığını, nehir yatağındaki oluklarda sedimantasyon artışı ve nehir ekosistemlerinin zarar görmesinin söz konusu olduğunu kaydeden Kıraç, Dicle Nehri'nin Bismil'den sonra nehir olarak değil de dere olarak ele alındığına vurgu yaptı. Bu nedenle dere statüsünde olan Dicle Nehri'nin kenarında kum ve taş ocaklarının işletildiğine ve yasal olarak bunlara engel olamadıklarına dikkat çeken Kıraç, "Kum ve çakıl ocakları faaliyet esnasında alandaki yaşamı tamamen yok ediyor. Bu nedenle oluşan göletlerde sivri sineklerin aşırı üremesine neden oluyor. Doğanın yapısı tamamen bozuluyor" diye belirtti. 

'EKO BİREYLERE İHTİYAÇ VAR'

Dicle Üniversitesi Öğretim Görevlisi İbrahim Yenigün ise "Geçmişten günümüze çevre, eğitim ve bilinci" konulu sunumunda, çevre eğitiminin önemine dikkat çekti. Yenigün, "Teknolojik yapılar tarafından canlı yaşamı tahrip ediliyor. Bunla birlikte iklimlerde deşiğim yaşanırken, insanoğlu da çevreyle sorunlar yaşamaya başlıyor. İnsanların yaşam kalitesini yükseltmek amacıyla yaptığımız teknolojik aletler nedeniyle yaşam alanında sorunlar yaşamaya başlıyoruz" diye konuştu. Sorunların, çevre eğitiminde yaşanan eksiklileri doğurduğunu işaret eden Yenigün, "İnsanlar var olanı ve var olanı sürdürme çabasından ziyade tüketime yönelmektedir. Çevre eğitimi bir yandan ekolojik bilgileri aktarırken, diğer yandan duyarlı ve girişken 'eko birey', dünya vatandaşı olarak yetiştirmektir. Dünyayı taşıyan eko bireylere ihtiyaç vardır" ifadelerini kullandı. 

ATATÜRK BARAJI DA ÇEVRE FELAKETİ İLE KARŞI KARŞIYA

Atatürk Barajı'ndaki kirlilik hakkında konuşan Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi Daire Başkanı Sait Kılıç ise barajın petrol, evsel atık ve sel taşkın suları tarafından kirletildiğini dile getirdi. BOTAŞ petrol işletmeleri tarafından çıkarılan petrollerin Adıyaman Kahta civarında yüksek basınç patlamaları nedeniyle baraj suyuna karıştığını söyleyen Kılıç, 2005 ve 2008 yılında iki defa çevre felaketi yaşandığı bilgisi verdi. Adıyaman ve Urfa havzalarının korunmadığını dile getiren Kılıç, "Bizler bu çalışmada, bu bölgelerde baraj ve akarsuların içme sularının yok olmak üzerine olduğu ve kirletildiğine dikkat çekmek istiyoruz. Büyük bir tehlike altında yaşıyoruz. Su havzaların korunması için çalışma yürütülecektir" dedi. 

Sempozyum konuşmaların ardından verilen kısa bir ara sonrası "Kentleşme ve çevre koruma" başlıklı bölümle devam etti.Moderatörlüğünü Prof. Dr. Özgür Değertekin yaptığı oturuma, Doç. Dr. Kamuran Sami, Yrd. Doç. Dr. Selahattin Çelik, araştırma görevlisi Canan Koca katıldı. Panelde ilk olarak "Diyarbakır'da değişen toplumsal feraset ve kentsel imgede kalan kültürel miras" konusunu değerlendiren Doç. Dr. Kamuran Sami, Diyarbakır'da toplumsal yapısını anlamak toplumunun yaşadığı sorunları anlamak anlamına geldiğini söyledi. Sami, "Diyarbakır'da Dünya Miras Listesi'ne alınmak üzerine olan alanın yanlışlarla ele alırsak doğru anlamamız mümkün olmaz. Cumhuriyet sonrası kentlerimiz erilleşmeye başladı. Kentlerin dişil özellikleri yok ettiğimizi için şuan kentte sorunları tartışıyoruz" diye belirtti. İnsanların kentlerden ötekileştikçe biat etmeye başlanıldığını dile getiren Sami, "Bizler kentleşmeyle övünüyor, büyüyoruz ve ürüyoruz. 'Nasıl büyüyoruz' sorunsunun cevabı ise muammadır. Kenttin doğuşunda dün sanat vardı, ama şuan sanat yok edilmeye çalışılıyor" dedi. 

GÜRÜLTÜ VE GÖRSEL KİRLİLİK!

Sami'nin ardından "Çevre Kirliliği ve kültürel mirasın yok olma tehlikesi bağlamında Kilis örneği" başlıklı sunum yapan Yrd. Doç. Dr. Selahattin Çelik ise anlık yaşam için hayatın yok edildiğini söyledi. Çelik, "Anlık yaşamımız için hayat yok edilmektedir. Hızlı nüfus artışı ve toplum bilincinin artışa oranla gelişmemiş olması doğaya daha da zarar verilmektedir" dedi. Katı atık, radyasyon, su, hava kirliliğinin şimdi de görüntü ve ses kirliliğine evirildiğini dile getiren Çelik, "En dikkat çeken kirlilik hava kirliliğidir. Havayı kirliliği insan ve tüm canlılar üzerinde etkisi daha da gösterirken, sanayi ile daha bu sorun derinleşmiştir. Kilis'te korkunç manzaralarla karşılaşıyoruz. En az Kilis nüfusu kadar Suriyeliler Kilis'te geldiler. Extira bu yoğunluğun oluşturduğu trafik sıkıntı meydana geldi. Gelen nüfusla birlikte ek trafik sorunu ortaya çıkardı. Bu araçların eksozlarından çıkan gazlar havayı daha da kirletmektedir. Bu nedenle solunun hastalıklarında artış göstermiştir" dedi. Kilis'in su kirliliği azaltmak amacıyla su artıma tesislerinin kurulduğunu işaret eden Çelik, "Su konusunda ciddi çalışma olsa da kısmı sonuç alınabildi. Kentte sık sık yaşanan su baskınları erozyona neden olmaktadır. Tarihi yerlerin çevre kirliliğini sonlandırmaktan gelmektedir" diye konuştu. 

Çelik'in ardından "Mimari ve çevresel sürdürülebilirlik çalışmalarını Türkiye'de gelişimi" konusu hakkında değerlendirmelerde bulunan Canan Koca da nüfus artışı, sanayileşme ve kentleşmenin çevresel ve mimarı açıdan yaşanamaz bir dünyanın yarattığını dile getirdi. Sürdürülebilir kalkınma oranını Türkiye ve dünya ülkelerine göre ele alan Koca, Türkiye'nin taraf olduğu 30'a yakın sözleşme olduğu fakat taraf olduğu sözleşmeleri en az 4 yıl geriden takip ettiğini dile getirdi. Koca kentte yaşanan sorunlara başlıklar halinde değinerek sözlerini sonlandırdı.

Konuşmaların ardından soru cevap bölümüyle oturum son buldu. Arından "Geri dönüşüm" konulu panelle bu akşam ki tartışma konuları son buldu. Sempozyumun yarın düzenlenecek 3 oturumunda "Dicle Fırat havzası", "Doğal kaynaklar ve çevre koruma" konuları ele alınacak. (Diyarbakır/DİHA)

Evrensel'i Takip Et