16 Mart 2015 00:58

İran imparatorluğuna doğru mu?

BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa ile Almanya’dan oluşan '5+1 grubu' ile İran arasında yürütülen nükleer anlaşması imza aşamasında. Tikrit’in İran destekli Irak güvenlik güçlerinin kontrolüne geçmesiyle ve İranlı yetkililerin açıklamaları sebebiyle dikkatler yeniden İran’ın üzerine çevrildi.

Paylaş

Ali KARATAŞ
Yusuf ERTAŞ

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa ve Almanya’nın oluşturduğu “5+1 grubu” ile İran arasında yürütülen nükleer anlaşması imza aşamasına geldi. Diğer bir taraftan da Tikrit kentinin yeniden İran destekli Irak güvenlik güçlerinin kontrolüne geçmesiyle İranlı yetkililer tarafından yapılan açıklamalar nedeniyle dikkatler İran’ın üzerine çevrildi. 

İran, Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin müsteşarı, “Başkenti Bağdat olan tarihteki İran İmparatorluğu’nun geri döndüğü”nü açıkladı. Al Kuds Al Arabi, Ruhani’nin müsteşarı Ali Yunus’un, daha da ileriye giderek “Bütün Ortadoğu İran’dır, İslami radikalizmin, tekfirciliğin, ateizmin, Yeni Osmanlıcıların, Vahhabiler’in, Batı’nın ve Siyonizm’in karşısında duracağız” dediğini yazdı. Gazete, bu sözlere eş zamanlı olarak Suudi Dışişleri Bakanının “İran, artık Irak’a hakim” şeklinde açıklama yaptığını ve ABD Genelkurmay Başkanının, “İran’ın Irak’a müdahalesi artık çok açık” dediğini aktardı.

Al Kuds Al Arabi, bölgede hedeflerini gizlemeyen “Yeni Osmanlıcılar” ve İsrail gibi büyük güçler varken herhangi bir Arap stratejik bakış açısının olmayışına dikkat çekti. 

Abdulbari Atvan da Rai al Youm’daki yazısında Ürdün Dışişleri Bakanı’nın sürpriz Tahran ziyaretini ele aldı.  Atvan, Ürdün Dışişleri Bakanı Nasır Cuda’nın 8 yıllık aradan sonra ilk kez Tahran’ı ziyaret etmesi ve oradan bölgesel sorunları çözmek için bir İran-Arap diyalogu için çağrı yapmasını Ortadoğu’da çok yakında eşi görülmemiş stratejik bir evreye tanıklık edeceğimizin işareti olarak değerlendirdi.

Atvan, Ürdünlü bakanın İran ile diyalog girişiminin, “Suriye’de Beşar Esad’la görüşmek, Irak’ta Başbakan Haydar Abadi ile dostluk köprüleri kurmak,  Lübnan’da Hizbullah’a karşı saldırıların durdurulması, Yemen’de Ensarallah hareketinin reformcu bir hareket olduğunu kabul etmek, Bahreyn’de Şii muhalefetin taleplerini duymak ve uzlaşı hareketinin lideri Ali Süleyman’ı serbest bırakmak anlamına gelmektedir” yorumunu yaptı. 

Atvan, “Eğer İran ile diyalog, bu sorunları ve talepleri içermiyorsa, Araplar ve onların örgütleri İran ile neyin diyalogunu yapacaklar?” diye sordu.

30 yıldır devam eden ekonomik ve siyasi kuşatmaya rağmen İran’ın bölgedeki genişleyen etkisinin özellikle ’İran’a karşı bir Sünni blok oluşturma’ çabasındaki körfez ülkelerini endişelendirdiğine dikkat çekiliyor.


İRAN İMPARATORLUĞU 

Al Kuds Al Arabi

İran, Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin müsteşarının ağzından “Başkenti Bağdat olan tarihteki İran İmparatorluğu’nun” geri döndüğünü açıkladı.  Burada İslamiyet öncesinde kurulan Farisi İmparatorluğu olan Sasani Devleti kastedildi. Ruhani’nin müsteşarı Ali Yunus, daha da ileriye giderek “Bütün Ortadoğu İran’dır, İslami radikalizmin, tekfirciliğin, ateizmin, Yeni Osmanlıcıların, Vahhabiler’in, Batı’nın ve Siyonizm’in karşısında duracağız’’ dedi. Irak ise bu açıklamaları garipsediğini belirten bir açıklama yaptı.
Müsteşarın açıklamaları bu yönde yapılan tek açıklama değil. İran Ulusal Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Ali Şamhani “İran, Şam’ın, Erbil’in ve Bağdat’ın IŞİD’in eline geçmesini önledi.  İran artık Akdeniz ve Bab El Mandeb’in kıyısında’’ sözlerini kullandı.  Bu sözlere eş zamanlı olarak Suudi Dışişleri Bakanından ‘’İran, artık Irak’a hakim’’ şeklinde bir açıklama geldi.  ABD Genelkurmay Başkanı ise, ‘’İran’ın Irak’a müdahalesi artık çok açık’’ dedi.

İran destekli Irak güçlerinin, Tikrit’e girmesi de bu açıdan göz ardı edilmeyecek bir durum.  Bu gelişmelere bazı açılardan yaklaşmak da durumu daha iyi özetleyecek.

Birincisi, garip olan İranlı yetkililerin zaferlerini açıklamaları değil, aksine bölgede herhangi bir Arap stratejik bakış açısının olmayışıdır. Özellikle bölgede hedeflerini gizlemeyen Yeni Osmanlıcılar ve İsrail gibi büyük güçler varken. Bu yüzden Araplara, önce kendi varlıklarını ortaya koyabilecekleri şiddetli bir mücadele vermek düşüyor.

İkincisi, bazılarının sözünü ettiği “İran’a karşı bir Sünni blok oluşturmak” fikri gerçeklerle bağdaşmıyor. Çünkü öncelikle Türkiye’nin İran’la özellikle ekonomik alanda çok güçlü ilişkileri var. İkincisi Türkiye’nin Mısır’la ilgili tutumu bu işi zorlaştırıyor. Zaten Mısır’daki istikrarsızlık da bunu imkânsız kılıyor. Üçüncüsü “İran İmparatorluğu” bazı durumlarda mezhep konusundaki tutumunu bir kenara bırakıyor. Buna örnek olarak, Kahire’ye Süveyş Kanalı’nı Bab El Mandeb’te güvenliğinin tehdit edilmeyeceği mesajını vermek için bir Husi heyeti göndermesi ve Mısır’ı kendi yanına çekmeye çalışması gösterilebilir. Bunun yanı sıra İran, Hamas’la ilişkileri düzeltilmesi ve desteğini tekrar başlatılması konusunda bazı işaretler verdi.

İran bu şekilde, ‘’Sünni Blok’’tan bahsettirmekle, Arapları mezhepçilik yapan durumuna düşürüyor.

Burada asıl soru, Arap dünyası bu ay içerisinde yapılması planlanan zirvede kendi ulusal güvenliğini korumak için stratejiler geliştirme yoluna gidecek mi? Özellikle “İran İmparatorluğu, IŞİD Hilafeti, Osmanlı Sultanlığı ve İsrail Hegemonyası” gibi hedefler varken. Yoksa kendi aralarındaki ihtilafları güçlendirip birbirleriyle çekişmeye devam mı edecekler?


ÜRDÜNLÜ BAKANIN TAHRAN ZİYARETİ

Abdulbari ATWAN 
Rai al Youm

8 yıl aradan sonra Ürdün Dışişleri Bakanının sürpriz Tahran ziyareti ne anlama geliyor? Ürdün niçin bölgesel sorunları çözmek adına İran önderliği ile diyalog için bir “girişim” başlatıyor? Bu, bölgesel bir süper güç ve kendi istekleri ile uyumlu olarak İran’ı zirveye taşımanın başlangıcı mı? Bu diyalog, Suriye’de Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ı, Lübnan’da Hizbullah’ı ve Yemen’de Husileri kapsayacak mı?

Ürdün Dışişleri Bakanı Nasır Cuda’nın 8 yıllık aradan sonra ilk kez Tahran’ı ziyaret etmesi ve oradan bölgesel sorunları çözmek için bir İran-Arap diyalogu çağrısı yapması Ortadoğu’da çok yakında eşi görülmemiş stratejik bir evreye tanıklık edeceğimiz anlamına gelir. Şimdi İran nükleer dosyasına ilişkin bir anlaşma imzaya hazır demektir.

Araplar, İsrail ile diyalog yaptılar ve diğer dinlerle diyalog merkezleri ve kurumları oluşturdular. Ancak onlar hâlâ İran’ı bir düşman olarak görüyorlar ve onların bütün medya kuruluşları, mezhepsel gerilimler üzerinden Tahran’a karşı aralıksız bir propaganda savaşına kendilerini adamış durumda. Bazı Arap hükümetleri ABD’den uçak gemileri satın aldılar ve silahlara ve modern uçaklara 150 milyar dolardan daha fazla harcadılar. Şimdi de İran ile diyalog çağrısında bulunuyorlar.

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry geçen Perşembe günü Riyad’a uçtu ve Körfez Dışişleri Bakanları ile askeri bir üste buluştu. Onlara anlaşma için son rötuşların beklendiğini söyledi. Gelişinin ilk nedeni bu bilgiyi vermekti. Sonra onları rahatlatmak için Amerika’nın kendilerinden vazgeçmeyeceğini ifade etti. Onlara bu anlaşmanın aleyhlerine olmayacağını belirtti. Lakin söylenen şey ile gerçek tamamen farklıdır.
İran uzun bir zamandır sabırla bekliyor.  ABD’nin uçakları ve savaş gemileri onu korkutamadı. Art arda deniz tatbikatları ve füze denemeleri ile karşı karşıya kaldı. 30 yıldır devam eden bir ekonomik kuşatmanın içinde bulunuyor. O, “Büyük Şeytan” Amerika’nın önünde asla diz çökmedi. Tersine, “Büyük Şeytan” İran’ın önünde diz çöktü ve onu bir müttefik bölgesel süper güç olarak benimsemeyi kabul etti. 
Tarihin en büyük askeri gücü; İran’ın nükleer inadı karşısında üç değil sadece iki seçenek ile karşı karşıya kaldı. Ya askeri gücü kullanacaktı, ki bunun sonuç vereceği güvenilir değildi, ya da en az külfetli olan barışa meyledecek ve gizli müzakere kapılarını açacaktı.  İkincisini seçti ve İran’a karşı yürütülen aralarında Arap ve İsraillilerin olduğu savaşı susturdu.

ABD, kuşatılmış İran’ın Arap ülkelerinin neredeyse yarısının kontrolünü kazanmayı başardığının farkında. Irak, Yemen (Husilerin isyanı nedeniyle), Lübnan ve Suriye’yi kontrol ediyor. Direniş hareketleri yolu ile Filistin üzerindeki nüfuzunu genişletti. Gelişmekte olan küresel süper güçler Rusya ve Çin ile göstermelik ittifaklarla direnç hareketlerini kucakladı. O, bütün bunları ekonomik ve siyasi kuşatma altındayken yaptı. İki hafta içinde, çerçeve anlaşması imzalandığında bütün bu kuşatma kaldırıldıktan sonra her şey nasıl olacak?

Ürdünlü bakan Cuda’nın ifade ettiği Arap Liginin İran ile diyalogu, kendisinin veya hükümetinin fikri mi olduğu veya Mısır’ın sahadan çekilmesinden bu yana Arap Birliğine hükmeden Körfezdeki müttefikleri tarafından mı teklif edildiğini bilmiyoruz. Yalnız Irak’ın tahrip edildiği, Suriye’nin iç savaş bataklığına sürüklendiği, Libya’nın parçalanmış bir devlete dönüştüğü, Yemen’de mezhep savaşlarının patladığı koşullarda Ürdün’ün bölgeden veya başka bir yerden birilerinin tavsiyesi olmadan böyle bir girişimde bulunması mümkün gözükmüyor.

Ürdünlü bakanın İran ile diyalog girişimi; Suriye’de Beşar Esad’la görüşmek, Irak’ta Başbakan Haydar İbadi ile dostluk köprüleri kurmak,  Lübnan’da Hizbullah’a karşı saldırıların durdurulması, Yemen’de Ensarallah hareketinin reformcu bir hareket olduğunu kabul etmek, Bahreyn’de Şii muhalefetin taleplerini duymak ve uzlaşı hareketinin lideri Ali Süleyman’ı serbest bırakmak anlamına gelmektedir. 

Eğer İran ile diyalog, bu sorunları ve talepleri içermiyorsa, Araplar ve onların örgütleri İran ile neyin diyalogunu yapacaklar? Halep fıstığının fiyatını mı? Tereyağının ihracatını mı? Veya körfezdeki çevre kirliliği sorunlarını mı?   


DEMEK Kİ IŞİD İÇİN 30 SENE GEREKMİYOR 

Saotaliassar

Tikrit’in IŞİD’den kurtulmasıyla ilgili haberler gelmeye devam ederken, bölge halkı Irak ordusunu ve “Halk Birlikleri” milislerini zılgıtlarla karşılamaya devam ediyor.  Tabii burada İran Devrim Muhafızları Komutanı Muhammed Ali Caferi’nin ‘’Tikrit’in özgürleştirilmesi IŞİD’in sonu anlamına geliyor’’ şeklindeki açıklamalarını da hatırlamak gerekiyor. Ancak asıl hatırlamamız gereken ise; ABD eski savunma bakanı Leon Panetta’nın “IŞİD’i bitirmek ABD desteğiyle bile 30 sene sürer” şeklindeki açıklamasıdır.

Burada şöyle bir soru karşımıza çıkıyor: İran destekli milisler dünyanın istihbarat ve askeri açıdan en büyük ülkesinden daha mı güçlü? Üstelik ABD devlet başkanı, Panetta’nın aksine bu süreyi 3 yıl olarak belirledi.  Ancak bu süre bile gerçeği yansıtmıyor. Çünkü sivil milisler savaşa başlayalı daha kaç hafta oldu ki? Ancak şöyle bir durum var, ABD’li yetkililer daha önce terörle mücadelenin başarıya ulaşması konusunda kendi halklarına yaptıkları açıklamalarda bile uzun süreler verdiler. Yani sadece Irak halkına değil, kendi halklarına da yalan söylüyorlar. Zaten ABD hükümetlerinin icraatlarını takip eden, ABD’nin terörden daha fazla kendi halkına savaş açtığını görür.  İslam devletlerindeki halklara savaş açtığı gibi. 


MISIR ASKERİ VARLIĞINA KARŞI TÜRK-KATAR ASKERİ İŞBİRLİĞİ Mİ?

Rai al Youm

RAİ Al Youm gazetesine bilgi veren kaynaklara göre, Abu Dabi’deki Mısırlı Acil Müdahale Kuvvetleri,  Mısır’la ilişkileri kötü giden Katar’da endişe yaratıyor.  Gazete kaynaklarına göre, Katar ve Türkiye arasında askeri alanda imzalanan anlaşma BAE-Mısır işbirliğine karşı bölgede askeri dengeyi sağlamak için bir tedbir olabilir. 

Geçtiğimiz günlerde Türkiye ve Katar arasında imzalanan anlaşma çerçevesinde, Türkiye Katar’da asker konuşlandırılabilecek.  Anlaşma ile Katar da Türkiye’ye askeri personel gönderebilecek.

 

ÖNCEKİ HABER

43 yıllık bir müzikal: Balım

SONRAKİ HABER

Hafta tatili olmadan günde 10 saat çalış!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...