‘Çocukluk kısalıyor belki de yok oluyor’
Okan Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mesude Atay, değerler eğitimi hakkındaki görüşlerini ve oyun oynamayan, eğitimde fırsat eşitliğinden faydalanamayan çocukların yaşadığı olumsuzlukları gazetemize anlattı.

Züleyha KARAER
Ankara
Çocuklara değerler eğitimi verilsin mi, verilmesin mi tartışması sürerken “Çocukların eğitim sistemi içerisinde öğrendiği bu değerleri uygulama olanağı bulacağı bir ortam var mı?” sorusu ortada duruyor. Çocuklar hem ev hem de eğitim ortamında aşırı kontrol uyaranına maruz kaldıkları için oyun oynamaya, hayal kurmaya zaman bulamıyor. Bu yoğunluk kıskacında soyut kavramların somutlaştırılmadan çocuğa sunulması, çocukta kavram karmaşasına yol açma ihtimalini doğuruyor. Okan Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mesude Atay, değerler eğitimi hakkındaki görüşlerini ve oyun oynamayan, eğitimde fırsat eşitliğinden faydalanamayan çocukların yaşadığı olumsuzlukları gazetemize anlattı.
Çocuklar değerler eğitimini ailede, toplumda alır dedik, peki çocuğun öğrendiği bu değerleri yaşayacağı bir ortam var mı?
Bugünlerde sıkça yapıldığı gibi, çocuğun olumsuz davranışlarının nedenlerini televizyon dünyasında aramayalım. Çocuğun içinde yaşadığı çevreye bakmamız gerekiyor. Değerler eğitimi verelim ama çocuk bu değerleri gerçekten yaşıyor mu? Kitapta görüyor, okulda anlatılıyor ama okulda, evde ve yakın çevresinde değerleri yaşıyor mu? Çok önemli bulduğum şu örneği vermem gerekir. Şimdi devam ediyor mu bilmiyorum ama yıllarca biz lise son sınıftaki çocuklarımızı kandırdık. “Üniversite sınavlarına yakın üç ay rapor alırsan okula gelmeme hakkına sahipsin” dedik. Çocuklar gitti, inanılmaz gerçek dışı hastalıklarla ilgili dok-torlardan rapor aldı. Öğrenciler dersanede iken, hastanede gibi gösterildi. Bu raporları devletin resmi kurumu olan hastanelerden aldılar ve yine devletin eğitim öğretim kurumunun okul müdürlerine teslim ettiler ve ondan sonra izinli gözüktüler, raporları kabul edildi. Hasta değillerdi, dershanelere gittiler. Üniversiteye giriş sınavına hazırlandılar. Bakın biz sahtekarlığın ve yalanın en büyüklerinden birini bu kuşaklara sahte belgelerle yaşattık. Sonra biz bu çocuklara değerler eğitiminden nasıl söz edeceğiz.? Böyle bir ülkede, böyle bir eğitim sistemi içerisinde hangi değerler eğitiminden söz ediyoruz ki...
Okul öncesi eğitim ortamları çocuğun gelişimini yeteri kadar destekliyor mu?
Türkiye'de artık çocuklar oyun oynayamıyor ve iddia ediyorum ki başta ruhsal gelişimleri olmak üzere tüm gelişim alanlarında çok ciddi problemler var. Nedenleri ortada; okul öncesi eğitim kurumlarında, evlerde aşırı derecede kontrollü uyaran veriliyor. Bir anaokuluna gidiyorsunuz müzik, bale, jimnastik, yabancı dil ve yoğunlaştırılmış bir eğitim programı. Düşünmeyi sağlamayan, çocuğa deneyim kazanma imkanı sunmayan, beş dakikada tüketilen binlerce oyuncak görüyorsunuz. Çocuklar robot olmuş vaziyette birbirleriyle etkileşim içine girmeden zaman geçiriyorlar. Öğretmen de kendi mesleki başarısı için çocukları bir evrak gibi görebiliyor. Aileye, kurum sahibine ve kurum müdürüne, iyi bir evrak, dosya sunma derdine düşüyor, çocuğun sağlıklı gelişiminden çok “kendi başarısına” odaklanıyor.
Finlandiya neden eğitimde dünya birincisi? Türkiyenin bu kadar yoğun olan eğitimle ilgili müfredatı var. PISA sonuçlarına baktığımız zaman sonlardayız. Finlandiya'da hiç eğitim programı yok, açık sınıflar var ve çocular bol bol yaparak, yaşayarak, deneyerek ve en önemlisi serbest alanlarda oynayarak öğreniyorlar, ve dünyanın en iyi eğitim örneğini Finlandiya sunuyor. Şimdi bu karşılaştırmaları yapmak hatalı gelebilir. Sistemler farklı, kültür farklı, tarih, ekonomi herşey farklı, siyasi yapılar farklı. Burada benim verdiğim örnek tamamen oyuna vurgu yapmak için. Biz çocuklarımızın oyun hakkını ihlal ediyoruz öğretmenler olarak, ebeveyn olarak, devlet olarak.
Çocuğun gelişimini destekleyen oyun nasıl olur?
'Benim çocuğum yeteri kadar oyun oynuyor mu' ebeveyn önce kendine bunu sormalı? Oyundan kastettiğim, önüne sadece legoları dökmek değil. Top oynamak, bisiklete binmek, ip atlamak, diğer çocuklarla etkileşim içine girmek, doğadan üretebileceği kendi materyalini çıkarmak, üretmek. Çocuğa güvenli, ama yetişkin denetimi ve müdahalesi olmaksızın akranları ile kaynaşabileceği özgür oyun alanlarının sunulması, ev ortamında mandal, mutfak aletleri, artık metaryallerle ebeveynin de katıldığı oyun ortamlarını sağlanması gerekir. Bebekler artık emzik emmek yerine ekrana bakıyor ve susuyor. Restoranda, evde, hatta anaokulunda tabletler, cep telefonları birer elektronik bakıcı olarak karşımıza çıkıyor. Böylece, sessiz, pasif çocuk günü kurtarıyor ama bedelleri bir süre sonra hem aile hem de topluma çok ağır ödeniyor. Böyle bir gelişim ve büyüme ortamında iddia ediyorum ki çocuklar oyun gibi doğal ihtiyaçlarını karşılayamıyorlar.. Yaratıcı ve üretken türde oyun oynamayı bilmiyorlar, düşünce becerileri gelişmiyor ve bu kuşaklardan sanatkarlar, yazarlar çıkmayacak, olanla yetineceğiz ve gittikçe de azalan sermayeden yiyip bitireceğiz. Yani üretken hayal kuran bir nesil beklemeyelim biz. Çünkü çocukların oynamaya zamanı yok. Çocukluk da kısalıyor belki de bitiyor...
ÇOCUKLARIN HAKLARI İHLAL EDİLİYOR
Kırsal alanda binlerce doğa içinde oyun oynama şansına sahip çocuk var ama, bir süre sonra onlar da çağı yakalayamadığı için, iyi eğitim uyaranları olmadığı için, tıkanacaklar. Halbuki erken çocukluk deneyimleri üzerine iyi eğitim fırsatları sunulsa bu ülkede ne yazarlar, ne şairler, ne sanatçılar çıkar. Oysa ki artık bebeklerin bile elektronik cihaz bağımlılığı var neredeyse. Bir bebeğin önüne böyle elektronik cihazlar konamaz, çocuğun gelişimine aykırı. Bebek, önce kendi bedenini tanır, sonra çevreyi dokunarak, koklayarak ve hareket ederek tanır. Önüne elektronik bir görsel uyaran koyduğunuz zaman çocuğun bütün deneyimlerini elinden alıyorsunuz, bunların hepsi çocuk gelişiminin hak ihlalidir. Aileler çocuklarının haklarını ihlal ediyorlar ve bu suçtur aslında. Çocuğunun sadece bakımını yapamayan ya da istismar eden aile değil, aynı zamanda oyun oynama fırsatını gözetmeyen bir aile de suç işliyor. Okullarda çocuklara yeterli oyun fırsatı ve oyun alanlarını sunmayan eğitim sorumluları da suç işliyor. İlkokul 5. sınıf çocuğunun elinde son model telefonlar görüyorsunuz, öbür tarafta kırsal alanda baktığınız zaman -15 derecede çıplak ayakla gezen çocukları görüyorsun bırakın eğitim imkanlarındaki fırsat eşitliğini, insanca yaşama eşitliğini sağlayabiliyor muyuz?
‘ANA DİLDE GÜVENDE HİSSEDERSİNİZ’
Çocuk, yaşadığı kültür içinde, yaşadığı ailenin içinde büyür, gelişir ve öğrenir. Siz hangi dilin içine doğarsanız o dili kazanırsınız. Ana dil kazanılır, öğrenilmez. Şimdi siz öyle bir dilin içine doğdunuz ki bu dil yaşadığınız ülkenin resmi dili değil, sonra birden bire ilkokula başladığınız zaman bir başka dil konuşan öğretmenle karşı karşıya geliyorsunuz ve kendinizi güvende hissettiğiniz dili konuşamıyorsunuz. Birbirinizi anlamıyorsunuz; Türkçeyi de öğrenmeye başlıyorsunuz. Fakat kendi duygularınızı, hislerinizi, düşüncelerinizi, kendi ana dilinizde yaşanıldığı gibi yaşayamazsınız. Kendinizi, ana dilinizi kullandığınız zaman güvende hissedersiniz. Bir yabancı ülkeye gittiğinizde ne kadar o ülkenin dilini bilirseniz bilin bir güvensizlik hissedebilirsiniz. Ben ana dilde eğitim yapılmalı diyorum, bunun bir sürü örnekleri farklı ülkelerde görülebilir. Ana dili dışında okullarda başka bir dil kullanmanın öğrenmeye olumsuz etkisi var. Türkçe yazarken kalemi daha sağlam tutuyorum, İngilizce yazarken ise kalemi daha güvensiz tuttuğumu fark ettim. Aynı şey çocuklar için de geçerli, bu da öğrenmeyi olumsuz yönde etkiler.
Evrensel'i Takip Et