Çekin lan duvarı, teli. İnsan gibi yaşayın!
Çekmeköy Underground, Yeni İstanbul’un, yeni gecekondunun, yeni işçi sınıfının, yeni gençliğin sıkışan hayallerini sığdırıyor hikayesine. Yönetmen Aysim Türkmen’le yeni filmini konuştuk.

Devrim ACAROĞLU
İstanbul
“Ölüm olsa ucunda da hayat dedik oynadık/Rol verildi sürekli, hiç kimse sormadı/Betondan dünyalar, çamurdan yürekler/zaten hayal olduk daha da sormayın...”
Dün vizyona giren Çekmeköy Underground’un “Harabın Öyküsü” isimli şarkısının dizeleri, Kent Antropoloğu Yönetmen Aysim Türkmen’le yaptığımız röportajın özlü bir özeti. Arabesk rap yapan, dans eden bir grup Çekmeköylü genç daralan yaşam alanlarında hayallerini gerçekleştirmek için küçük bir stüdyo yaratırlar. Haksız yere cezaevine giren abileri çıkacak, şarkı yarışmasını kazanacaklar ve hükmen mağlup başladıkları hayata kafa tutacaklardır. Tabii hiçbir şey hayal ettikleri gibi olmaz. Çekmeköy Underground, Yeni İstanbul’un, yeni gecekondunun, yeni işçi sınıfının, yeni gençliğin sıkışan hayallerini sığdırıyor hikayesine.
Gecekondu nasıl raple buluştu?
Alamancı ailelerin gelmesi etkili olmuş olmalı. Bir de dünyayı çok iyi takip eden bir kuşaktan bahsediyoruz. Gecekondu mahallesindeki evlerde de var artık internet. Kore dans klipleri çok revaçta. Dans edenler Kore’yi yakından takip ediyorlar. Sadece rap de değil, Fransa’da başlamış olan tekno müzik furyasıyla da buluştular. İki ayrı koldan gidiyor. Beatleri zaten biliyorlar artık, o beatler üzerine rap yapıyorlar. Hem arabesk temalar kullanıyorlar hem de tekno beatleri.
Sadece müzik de değil BMX yapan fabrika işçisi çocuklarla da tanıştım. Başka bir gençlik modeli çıkıyor aslında. Vücutlarıyla barışıklar, çok iyi dans ediyorlar, kaykay yapıyorlar, bboyluk yapıyorlar... Özellikle gecekondu mahallelerinden çıkıyor bu kuşak. Bir dans kültürü hiç yok Türkiye’de. En fazla halay çekeriz. Bu çocuklar harika dans ediyorlar. Bütünüyle dansın içindeler. Ben New York’ta görmüştüm böyle dans eden insanlar. Yepyeni bir kültür oluşuyor. Tabii işçi sınıfından çıkıyor. Üst sınıftan pek bir şey çıkmaz zaten. Onlar daha muhafazakar olurlar.
Bu çocuklar kendi mahallelerinde geçirdikleri zamandan fazlasını Bakırköy Meydanı’nda, Kadıköy sahilde, Beşiktaş Meydanı’nda geçiriyorlar. Kentin kamusal alanlarında buluşan farklı mahallelerden gençler saatlerce dans ediyorlar.
Neden mahallelerinde değil merkezlerde?
Paten için, kaykay, bisiklet için sokak değil meydan lazım. Mahallelerinde bunu yaratmak istiyorlar ama oralarda kimse onlara bu alanları vermiyor. Bu çocuklarla Gaziosmanpaşa’daki Şenzelize Diskosunda tanıştım. Gündüz diskosu bunlar. Beş lira giriş ücretini verip saatlerce dans ediyorsun. Mahalle daha küçük ve kapalı geliyor onlara. Hem görmek hem de görülmek istiyorlar. Bunlar artık kentli çocuklar. Arabesk döneminden farklı. Arabeskte boş zamanı orada geçirmek, oranın kültürüne ait olmak varken, bu öyle değil. Kentle iç içe bir kuşak bu.
Ama edebiyat arabeskten tanıdığımıza çok yakın.
O tanıdığımız edebiyatın üzerinde yepyeni bir şey oluşuyor aslında. İkisi buluşuyor. Bizim filmde de öyle ya... Cezaevinden çıkması beklenen abinin lakabı Küllü Harap ki Müslüm Gürses’in şarkısıdır. Çekmeköy’de pek çok duvarda görmüştüm ismini.
Karşılaştınız mı Küllü Harap’la?
Hayır, Küllü Harap Çekmeköy Underground duvarlardaydı. “Çekin lan duvarı, teli. İnsan gibi yaşayın” diye bir duvar yazısı vardı. Bu yazıyı yazanmış Küllü Harap. Küllü Harap’ın kardeşi ve arkadaşları ile tanıştım. Cezaevinden çıkmak üzereydi ama tam o sıralarda benimle ilişkiyi kestiler.
Neden?
İlk başlarda onlarla ilgilenen, belgesellerini yapacak birilerinin olması tabii merak uyandırdı. Geldiler, konuştular. Bu arada hepsi farklı farklı anlatıyordu Küllü Harap’ın hikayesini... Bir gasp hikayesiydi aslında. Yapıp yapmadığından ben emin olamadım. Muğlak bir Küllü Harap hikayesi vardı ortada. Onlar da gelmeyince, ben de bu muğlaklık üzerine bir film yapmak istedim.
ÖZENME ÜZÜLÜRSÜN
Site duvarlarının dışından bakan mahalleli çocuklar ne hissediyor?
Sanki sitelerde ya da alınamadıkları başka mekanlarda fantastik bir dünya varmış gibi hissediyorlar.
Aslında sıkıcı da buluyorlar ki zaten sıkıcı. Filmde bunu da vermeye çalıştık. O sitelerde gençler için yapacak hiç bir şey yok. Küçük çocuklara göre düzenlenmiş çünkü bütün siteler. Gençlerin kendilerini parçası sayabilecekleri oluşumlar yok. Siteden çıkıp biraz dışardaki gençlerle takılıyorlar sonra da arabalara atlayıp Beyoğlu’na gidiyorlar.
Sitedeki gençlerle mahalledeki gençler nasıl birlikte takılabiliyorlar? Bir tarafın altında TOFAŞ diğerinin BMW var.
Çekmeköy’de sitede yaşayan iki çocukla konuştum. Ötekilerle de arkadaşlardı. “Biz zaten Bağcılar’dan geldik” dedi. Türkiye’de muazzam bir el değiştirme var sermayede. Dünün gecekondusunda oturan bir sürü insan zenginleşip siteye geçti. 5-10 sene içerisinde, yaşamları süresince oldu bu. Çocuklarını Bağcılar’daki sokaktan kaçırmak için siteye yerleştiler ama Bağcılar’daki sokak çok eğlenceliydi tabii. Onun için dışarı çıkıp Çekmeköy’deki gençlerle takılıyorlar. Aralarında sınıfsal bir fark var tabii. Hep bir güvenememe hali var. TOFAŞ ve Mercedes farkı da duruyor orta yerde.
Ama Mercedes’in değil TOFAŞ’ın üzerinde yazıyor “Özenme üzülürsün çünkü bu hayat gerçek” lafı...
O yazıyı gördüm gerçekten. Onlar da kendilerini göstermeye, o ışıltılı kapitalist dünyanın bir parçası olmaya oynuyorlar. “Yetenek sizsiniz”e katılmaya çalışıyorlar. Saçlar, kıyafetler... Ne kadar gerçek oldukları da tartışılır yani.
Hep öyle değil miydi? Zenginler gibi görünmek istenmez mi hep?
Burada yeni olan kendi stillerini yaratmaları. Mesela Apaçi saç modeli özgün bir şey. Punktan etkilenmiştir bence ama çok yerel de aynı zamanda. Kıyafetleri de öyle. Bizim filmdeki berber sahnesi o kadar zayıf kaldı ki o mahallelerdeki berberleri düşününce. Nasıl özeniyorlar saçlarına anlatamam. Vücutlarıyla öyle barışıklar ki. Bunun özgün ve önemli bir şey olduğunu düşünüyorum. Aşağılayarak ve dalga geçerek bakmamamız lazım. Burada bir şeyler söylüyor bu çocuklar.
YA HİÇ UMUT KALMAZSA...
“Ünlü” olma, “yırtma” imkanları var mı sizce?
Arabesk raple ünlü olmak bir mucize olur zaten de... Bir vaat var tabii. Yetenek sizsiniz de izliyorsunuz. Çok dar alanlarda yaşıyorlar. Çok yetenekli, “Dans için her şeyi yaparım” diyen bir çocukla tanışmıştım. Bir stüdyo tutmuş ve iki ay direnebilmişti. Türkiye BMX şampiyonu çocukla karşılaştım. Adana’da yaşıyormuş, İstanbul’a gelmiş, ablasının evinde yaşayıp fabrikada çalışıyordu. Her gün işten çıkıp Esenler’den bisikletini alıyor, Bakırköy’e gelip antrenman yapıyor, sonra tekrar Esenler’e gidiyor. Sabah fabrikaya... Fabrikadan atıldı ve Adana’ya geri döndü. Bunlar çok gerçek şeyler...
Bütün bu kısıtlamalara rağmen yeni alanlar da oluşturuyorlar. Filmde olduğu gibi bir atölye kurup yepyeni bir hayat yeni umutlar yaratmaya çalışıyorlar. Hayallerini gerçekleştirmek için her şeyi de yapıyorlar.
Ama filmde olduğu gibi yeni rant alanları olduğu için ellerinden alınıyor o mekanlar da...
Evet ama sonuçlarını göreceğiz o ellerinden alınmanın da. Paris’teki duruma bakarsak, Lyon’a... Londra’nın Olimpiyat Kentini inşa ettikleri mahallelere bakarsak... oradaki insanların hiçbir umudu yok artık. Charlie Hebdo meselesi de öyle. Hiç umudu olmayan insanların son tutundukları yerler var. Ekstrem şeyler oluyor o zaman. Paris’in metrolarında günde 50 araba yakılıyor. Politik nedenlerle olanları dışında tutarsak Türkiye’de umutsuzluktan dolayı böyle bir şey yok. Ama olmaz da değil. Türkiye’nin çok ciddi bir genç nüfusu var. Türkiye’nin yeni işçi sınıfı ve yeni işsiz sınıfı bu gençler. Bugün hâlâ bu gençlerin gidebildiği alanlar var. Daralıyor ama hâlâ var. Hala aile var bir defa. Aile destek oluyor. Ama gecekondu kalmadı, köye dönmek diye bir şey yok artık. Lüks siteler, AVM’ler... Bir kesimin gidemeyeceği alanları çoğalt da çoğalt... Varolan bütün alanları dar edersek milyonlarca gence ne olacak. Hiç umut kalmazsa... Ki oraya gidiyoruz. Bunun fiziksel bir karşılığı olacak elbette. Benim gördüğüm, bu... “geliyorum” diyor.
ARABESK RAP’İN DİLİNE HAKİM OLDUK
Müzik haliyle çok önde filmde. Asıl çocuklardan koptuğunuza göre nasıl altından kalktınız müzik işinin?
Adanalı bir oyuncu arkadaşımız vardı. O bazı şeyler önermeye başladı. Adana Underground sayılabilecek bir gruptan bahsetti. Bu Doğu Akdeniz grubu. Onlarla bir araya geldik. Adana’dan geldikleri gün bana bir şarkı dinlettiler. Ferdi Tayfur’un bir parçasının da içinde olduğu bir remix. Dünya çapında nefis bir şeydi. Çok küçük bir kısmını filmde duyuyoruz ama telif meselesinden dolayı tamamını koyamadım. Belki albüm için ayarlayabileceğiz. Doğu Akdeniz, arabesk rap değil rap yapan bir grup ama kafaları çok açık. Adana’da çok enteresan bir underground kültür var. Zaten Redhack’in reddet isimli şarkısını onlar yapmışlar.”Biz talibiz” dediler. Filmin müziklerinin hepsini onlar yaptı. Sözlerini birlikte yazdık.
Zor değil mi o dil?
Biraz hakim olduk açıkçası dile. Ben içine girdiğime inanıyorum. Acarkan da o duyguya geldi ve acayip şeyler çıktı. Doğu Akdeniz’in içinde politik bir damar var. Çok bağırtmadan o sokağın isyanını da hissettirdik. Mevcut arabesk rap örneklerinden bir tık daha üstte bir müzik yapmaya çalıştık. Genel seyircisinin daha iyi anlayabileceğini düşünüyorum bunu. Ama asla o dil ve ruhtan kopmadık.
SOKAĞIN BİR UCU PLAZA DİĞER UCU GECEKONDU
Ben kentsel dönüşüm üzerine yıllardır düşünüyorum, Açık Radyoda program yapıyorum. Aslında biraz başka bir yere; dünya kapitalist kentlerinde neler oluyorun bir iz düşümü olarak İstanbul’da neler oluyor tarafına bakıyorum. Orada da 2. Köprü ile oluşmuş yeni kente bakıyorum. Kavacık, Levent İş Merkezi, Göktürk, Beykoz, Çekmeköy oluşuyor köprüden sonra. Bir yandan iş merkezleri bir yandan yeni çeper sitelerin olduğu mahalleler. Bunlar bir şekilde sanayileşme ile oluşmuş gecekondu mahallelerinin üstüne, yanına, dibine kuruldular. Bu bahsettiğim alanda yaşayan, çalışan üst-orta sınıfın ihtiyaçlarına göre oluşmuş bir dinamik var. Bu beyaz yakalı orta sınıf aslında tamamen kendi arasında yaşıyor. Hatta dünyayla beraber yaşıyor. Dünya piyasalarında ne oluyor, New York’ta hangi kafe açılmış Gültepe’de ne olduğundan onun için çok daha önemli. Gültepe’de bir sokağın iki ucuna baktığınızda bir ucunda plazaları diğer ucunda apartmanlaşmış gecekondu mahallesini görebilirsiniz. Bu keskin ayrım aynı sokakta yaşanıyor. Burası aslında İstanbul’un yeni kent dinamiği. Gültepe’de yaşayan insanların çoğu o plazada çalışıyor. Çekmeköy’deki bu çocukların anne-babaları oradaki lüks sitelerde çalışıyorlar ya da bu sitelere hizmet veren oto yıkamacı, kuaför gibi yerlerde. Aslında hem mekansal olarak yan yanalar ama kopuklar, hem de yaşam olarak birlikteler ama kopuklar. Annesi o sitede çalışıyorsa bile içeri giremiyorlar. Güvenlik görevlisi dediğiniz adam da bu çocuklardan bir tanesi oluyor. Arkadaşlarını sokamıyor, mahcup da oluyor. Bazen dikleniyor bazen de sokuyor ama.
Çünkü o işin akşamı da var.
Tabii. Yeni ayrışmış kent başka bir oluşum. Buralar benim ilgimi çekiyor. Hisarüstü’nde oturdum ben Boğaziçi’ne giderken. Orada da lüks siteler vardır gecekondu mahallesinin içinde. Ama çok rahatsız edici değildir duvarları. Yeni yerleşimlerde ise dev duvarlar var, üstünde jiletli teller, onun üstünde de kameralar var. Bir plaza mevkiinde cep telefonunuzla dahi çekim yapamazsınız. Benim kamerama el koymaya kalktılar. Sokakta bile gözlenir vaziyettesiniz. Çekmeköy’deki çocuklar anlatıyordu; sokaktan geçerken polis çağıran oluyormuş. Kamera içeriyi değil dışarıyı gözlüyor, şikayet ediyor. Böyle bir kentte yaşıyoruz aslında.
DOĞRU TEMSİL ETMEK ÇOK ÖNEMLİYDİ
Bir belgeselci elinden çıktığı çok belli filminizin. Çocuklar görüşmeyi kestiği için mi belgesel olamadı yoksa zaten kurmaca mıydı niyetiniz?
Benim kafamda belgeselle kurmaca arasında çok büyük fark yoktu. Çünkü belgesel de bir kurmaca. Her şeyi değil dilediğinizi gösteriyorsunuz. Belgeselde kurguda kuruyorsunuz filmi, kurmacada ise senaryoda. Bu ayrımlar yaptıkça ortaya çıktı. Bu hikayeyi görür görmez belgesel çekebiliriz diye düşündüm. Ancak onlar gelmeyince, konunun onlar için hassas bir konu olduğu ortaya çıktı. On saat bekledim bir kafede ve on saatin sonunda bu filmi yapmaya karar verdik. Çünkü çok güçlü bi’hikaye olduğunu düşünüyorum. Arabesk ve yeni kuşağın tam ortasında bir hikaye. Bir yandan Müslüm bir yandan Beyonce dinleyen bir kuşak.
Belgeselin emeği var zaten içinde herhalde?
Çok var. Bir yılı aşkın süre çocuklarla takıldım, diskolara gittim, çekimler yaptım. Konserlerine, stüdyolarına gittim, meydanlarda buluştum. Çok yoğun bir çalışma süreci geçirdim. Çok okuduk aynı zamanda. Facebookta çok zaman geçirdik. Facebookta da bir underground var. Onları doğru ve samimi bir şekilde temsil edebilmek çok önemliydi. Üstten bakmadan, parodileştirmeden...
Evrensel'i Takip Et