04 Mart 2015 01:04

Son Süvari Yaşar Kemal

Başlangıçta söz vardı ve söz yıldızlar katındaydı. Kutsal kitaplardan önce şairler ve destancılar söyledi bunu. Söylemekle yetinmediler, yıldızlar katındaki sözü alıp yere indirdiler. Yeryüzünde acıdan, korkudan ve umuttan yoğrulmuş bir varlık olarak dolaşan insana bu söz aracılığıyla yaşamın diğer yüzünü gösterdiler.

Paylaş

Burhan SÖNMEZ

Başlangıçta söz vardı ve söz yıldızlar katındaydı. Kutsal kitaplardan önce şairler ve destancılar söyledi bunu. Söylemekle yetinmediler, yıldızlar katındaki sözü alıp yere indirdiler. Yeryüzünde acıdan, korkudan ve umuttan yoğrulmuş bir varlık olarak dolaşan insana bu söz aracılığıyla yaşamın diğer yüzünü gösterdiler.

Yaşar Kemal, daha büyüme yıllarında köyleri, ovaları ve dağları dolaşarak türküler ve destanlar toplarken, insan ile doğa, canlı ile cansız, yer ile gök arasında sonsuzca devinen bu sözlerin kokusunu almıştı. Söz koklanabilirdi; ona dokunmak, onu öpmek, ona sarılıp uyumak mümkündü. Yaşamanın ve soluk alıp vermenin kaynağı bu sözdeydi.

Dildeki sözden yazıdaki söze geçmesi ise başka bir hikayenin konusuydu. Annesi onun ozan olmasını istemiyordu. Biraz bunun, biraz da okula gidip kitaplarla tanışmanın etkisiyle, yazıya yöneldi. Yazıya bağlandı. Evde, tarlada ve kentte yazı sayesinde dünyayı daha iyi ifade edebilmenin yollarını yarattı. Yarattıkça daha çok yazdı.

Başlangıçta artık yazı vardı onun için ve yazı şimdi onun parmaklarındaki kalemin ucundaydı.
Yazarlar dünyayı yansıtır, diye iddia edilir. Yaşar Kemal bu kalıba sığmadı. Dünyayı, doğayı ve insanı yansıtmanın değil, yeniden yaratmanın bilinciyle yazdı. 

“Bize gerçeği anlat,” dendiğinde, o bilge bir edayla, “Hangi gerçeği?” diye sordu. Var olan gerçeği mi, olması gereken gerçeği mi anlatmalıydı? Yaşar Kemal, var olan gerçeği reddeden, onu eleştiren ve yüzünü yeni bir dünyaya çeviren bir dil edindi. Yarının insanını, yarına umut taşıyan insanın hikayesini anlattı. İnce Memed o yüzden geçmişe değil geleceğe bakmanın destanıydı.

EFSUNLU SÖZLERİNDEN KİMSE KAÇAMADI

Romanlarında, baş döndüren ayrıntı zenginliğine sahipti. Göğün yücesinden bakıp da aşağıdaki en küçük kıpırtıyı gören kartal gözleri vardı onun. Meşe dikenindeki çiy damlasını, kayanın gölgesinde süzülen yılan yavrusunu, akarsuyun dibinde ışıyan çakıl tanesini, pamuk toplayan kadının karnındaki kıpırtıyı ve kumruyu ve karıncayı ve açlığı ve korkuyu ve inadı ve sabretmeyi görürdü. Kuş göçlerinin izini sürer, atların soluğunu duyar, ağıtların kaynağına inerdi. 

Eski çağların büyücüleri tarihsel zamanlarını tamamladılar ve yerlerini destancılara, şairlere ve yazarlara bıraktılar. Yaşar Kemal, ölmüş büyücülerin ilhamı ve kudretiyle konuşurken, hem destan anlattı, hem şiir söyledi, hem de büyü yaptı. Yörüngesindeki her gök cismini kendine çeken bir yıldız gibiydi. Onun efsunlu sözlerinden kimse kaçamadı.

Oysa masalların ve mitsel anlatıların çağı bitmişti. Don Kişot’un devri kapanmıştı. O bir Don Kişot gibi ısrarla atını koşturdu, söylenmeyenleri söyledi ve zamanı biten bir çağın kapısını görkemli bir edebiyatla kapattı. 

Yaşar Kemal, bir sondu. Ve her son gibi, yeni bir başlangıcın da yol taşlarını ördü. Eski anlatıların ruhunu modern edebiyata taşıdı, destanların ve masalların dilini romanın içinde yeniden yarattı. Onu büyük kılan ve yirminci yüzyılın klasikleri arasına yerleştiren de buydu.

Sonsuz ayrıntılarla dolu günlük yaşamları, insanları ve doğayı anlatmasına rağmen, değişen bu dünyanın içindeki değişmeyen özelliklere inandı. Bu özelliklerin bir yanında korku diğer yanında cesaret vardı, bir yanında boyun eğme diğer yanında itiraz etme vardı, bir yanında karamsarlık diğer yanında geleceğe dair sonsuz bir umut vardı. Yaşar Kemal toprağa, yıldızlara ve insanlara inanırken, hep iyiyi ve doğruyu seçti. Günlük gerçeğin içindeki kalıcı gerçeği dert edindi. Sevdi. Bağlandı. Doğa ve insan merkezli bir inançla yazdı.

YAŞAR KEMAL ŞİMDİ O KAHRAMANLAR KADAR ÖLÜMSÜZDÜR

Roman, çürümüş dünyanın içindeki bozulmamış değerleri ararken, bu arayışta yazarın başarı şansı var mıydı? Belki de buna dair bir şüphe taşıdığından, Yaşar Kemal yazmakla yetinmedi, günlük mücadeleye de katıldı, roman kahramanlarının mücadelesine kendi kişisel mücadelesiyle eşlik etti. Çok az yazarın yaşamı yazdıklarına dahildir. Yaşar Kemal onlardan biriydi. Onun yazısını yaşamından ayırmak olanaksızdı. “Bin iyiyi bir kötüye kul eden” dünyadan söz etti romanlarında. Kendi yaşadığı dünyanın da bundan farkı yoktu. İyilerin yanında durmaktan ve bu uğurda tehlikeyi göze almaktan çekinmedi.
Aydındı. Antik Çağ filozofları Sokrates ve Eflatun’dan beri kullanılan parhesya (parrhesia) kavramı, günümüzdeki “aydın”ı tanımlayan anahtar kavramlardan biriydi. Parhesya yalnızca gerçeği söylemek değil, o gerçek için harekete geçmek anlamına geliyor ve o uğurda tehlikeyi göze almayı ifade ediyordu. Bu kavramın ülkemizdeki son büyük taşıyıcısı kuşkusuz Yaşar Kemal’di. Sözünü söyledi, o sözün arkasında durdu ve tehlikeyi göze aldı.

Son aydınımız öldü. Son eşkıyamız öldü. Hayır, belki yalnızca son destan anlatıcımız öldü.
Yazar değil aslolan onun yazdıklarıysa, bireysel ölüm bu yanıyla yazınsal ölümsüzlüğü başlatır. Dostoyevski öldükten sonra gerçek ölümsüzlüğe eriştiyse, Yaşar Kemal de şimdi onu ölümsüzlüğe götürecek atın ak yelelerine tutunmuş; eşkıyalarıyla, yoksul köylüleriyle ve sahipsiz çocuklarıyla aynı ufka doğru gitmektedir. Yaşar Kemal, yarattığı kahramanlar kadar ölümlü ve şimdi o kahramanlar kadar ölümsüzdür.

ÖNCEKİ HABER

Barışın neferi

SONRAKİ HABER

Financial Times: Türkiye’nin büyük güç olma hayali buraya kadarmış

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...