Benim Yaşar Ağabeyim
Şair Yazar Sennur Sezer, bugün yaşamını yitiren Türk edebiyatının çınarı Yaşar Kemal'in ardından yazdı...
Sennur SEZER
Ben Yaşar Kemal’i yüzyüze tanıdığımda , (1962 yılının sonları olmalı) o ünlü bir yazardı ama biz gençlere karşı, hepimizin hayranı olduğu yeni kurulmuş sosyalist bir partinin (TİP) kıdemli militanı gibiydi. Üye olmak için belirli aşamalardan (ve sınamalardan) geçilmesi gerekli partinin üyelik aşamalarını onun Genel Başkan Aybar’a önerisiyle aşmış, o güne kadar haylaz geveze hayran kitlesinden sorumlu, disiplinli, uslu üye kimliğine bir solukta geçmiştim. Artık o benim için şımarabileceğim bir ağabeydi.
Yer Demir Gök Bakır yeni yayımlandığında, bu roman ve romancılığı için çağrıldığı öğrenci derneğinde (MTTB ya da TMGT) Eminönü Halkevi’nde konuştu .Yazarlık geçmişini anlatırken bir tür “özeleştiri verip”, o güne kadar öykü ve romanlarında anlattığı insanların sınıflarını öne aldığını, oysa önce insan karakterine dikkat edilmesi gerektiğini, bundan böyle de kahramanlarının kişilik özelliklerini önceleyerek anlatacağını söyledi.
Konuşmasını bitirip çıktığında Yer Demir Gök Bakır için ne düşündüğümü sordu bana. Cahillik cesurluktur. Yaşar Kemal’in bana fikrimi sorması şımarmama yetti. Kendimce aksak gördüğüm ne varsa saydım döktüm. Romanın bitişinde Hasan’ın taşın altında açtığını gördüğü çiçeklerin, şiirselliğine ve simgeselliğine karşın gerçeği anlatmaktan kaçış olduğunu da söyledim. Umut simgesine karşı gerçeğin acımasızlığını istiyordum. Herhalde Yaşar Kemal’in sesini çıkarmaması, benim küstahlığımı arttırdı.Sembolleri kullanarak, gerçek üstünün gerçeği anlatmaktan kaçmayı kolaylaştırdığını, gerçeğin acımasızlığını süslediğini bile söyledim
Yürüyerek Vilayet yakınındaki Türkiye Edebiyatçılar Derneğine gelmiştik.Yaşar Kemal’in de sabrı tükenmişti. Merdivenlerde yakamı tutup “Seni merdivenden atıp, kurtulayım” gibilerden bir şey söyledi. O zaman böyle ağır çekmiyorum. Ayaklarım yerden kesilince bildiğim tek Kürtçe cümleyi fısıldadım : “Ez di bahti teme Kemal, ez Kurmancim” (Ocağına düştüm Kemal, ben Kürdüm) Yaşar Kemal’in parmakları gevşedi. Ve beni o akşam yemeğe çağırdı.
Basınköy’deki evde Thilda ile tanıştık. Birbirimizi çok sevdik. Thilda bir bulgur pilavı yapmış. Ben ekmek (nan), pivaz (soğan), av (su) sözcüklerini biliyorum (çoğu farsçadan) ama o kadar. Yaşar Kemal’in verdiği Kürtçe komutlardan bir ikisine yanıt veremeyince Kürtçeyi sonradan öğrendiğim yani “kültür Kürdü” olduğum açığa çıktı. Ama affa uğradım.
Onun öykülerindeki (mesela Beyaz Pantolon) masal ögelerini değerlendirme yazım 1970’leri buldu. Thilda da hep arkadaşım olarak kaldı. Onlarla o zamanlar açık olan Basınköy plajında çocuklamla bir iki kez buluştuk. Adnanla birlikte Yaşar Kemal ile mantar rakı, bulgur pilavı kaçamağı yaptık . Ama evlerine gitmek için gerekli protokolü hiç göze alamadım. Thilda öldükten sonra da telefon ettiğinde girişimlerimin sonuç vermediğini söyleyemedim.
Ama o benim şımarabildiğim ağabeyim olarak kaldı. Son konuşmamızda arayıp sormamamızdan, bir çay içmeye uğramayışımızdan yakındı.
Yaşar Kemal yürüyerek düşünmeyi ve konuşmayı severdi. Sanat anlayışı şöyle özetlenebilir: “Halka kim zulmediyorsa, etmişse, halkı kim eziyor, ezmişse, onu kim sömürmüş, sömürüyorsa, feodalite mi, burjuvazi mi... Halkın mutluluğunun önüne kim geçiyorsa ben sanatımla ve bütün hayatımla onun karşısındayım. [...] Ben etle kemik nasıl biribirinden ayrılmazsa, sanatımın halktan ayrılmamasını isterim. Bu çağda halktan kopmuş bir sanata inanmıyorum."
Yaşar Kemal için Sosyalizm cayılmazdı. Sosyalizm tanımı da ilginçtir: “Her ülke sosyalist modelini kendisi kurar. Sovyetlerin 70 yıldır yaşama geçmiş modelini kabul edemeyiz. Yüzde yüz bağımsızlıktır sosyalizm. Kişi bağımsızlığı, ülke bağımsızlığı, politik bağımsızlık, ekonomik bağımsızlık, özellikle de kültürel bağımsızlık... Sosyalizmin başka bir anlamı yok benim için. Bu çağa gelinceye kadar kültürler birbirlerini beslemişlerdir, yok etmemişlerdir. Oysa çağımızda, kültürler kültürleri yok etmek için, bilinçli olarak kullanılmışlardır, emperyalistler tarafından. Benim için dünya bin çiçekli bir kültür bahçesidir; bir çiçeğin bile yok olmasını, dünya için büyük bir kayıp sayarım."
Yaşar Kemal, Türkiye’de görmek istediği tek şey barıştı. Son soluğuna kadar barışı savundu: “Benim yazılarım halkımıza birer çağrıdır. Öncelikle batıdaki, doğudaki çocukları, savaşta ölmüş anaları çağırıyorum. Bu savaş en çok sizin yüreğinizi yaktı. Herkesi çağırıyorum, sayın yargıçlar, sizleri de bu savaşı durdurmak isteyenlere katılmaya çağırıyorum. Bu ülke hepimizindir. Ve bu ülke insanlık tarihinde çok uzun yaşamaya layıktır. Hem de onuruyla yaşamaya. Unutmayalım ki bir ülkenin insanlarının onuru en azından o ülkenin toprağı kadar kutsaldır.”
Dünya bir kültür ve barış savunucusunu yitirdi. Başı sağolsun.