12 Şubat 2015 01:05

Fırsat penceresi açıldı sonucu mücadele belirler

“SYRIZA sosyal destekler ve devlet yatırımlarıyla yetinmeye kalksa dahi Avrupalı emekçilere büyük bir fırsat penceresi açılmış durumda. Ancak kapitalizmi aşmak ve özgürlükçü, eşitlikçi bir toplumsal sistem doğrultusunda adımların atılmasını sağlamak için hem Yunanistan’da hem Avrupa’da sürekli bir seferberlik halinde mücadeleye devam edilmesi gerekli.”

Paylaş

Cem GURBETOĞLU
Ankara

Queen’s Üniversitesinde küresel kalkınma üzerine çalışmalarını sürdüren Dr. Ali Rıza Güngen, SYRIZA’nın Yunanistan’da hükümet olmasının 2008 krizin-den bu yana patlayan anlık tepkilerin bir adım ötesi olduğuna dikkat çekti. Avrupa Merkez Bankasının seçimlerin ardından Yunan tahvillerinin teminat olarak kullanılamayacağını ilan etmesini de gazetemize değerlendiren Güngen, bu tür uygulamaların SYRIZA’yı farklı kararlar almaya zorlayabileceğini belirtti. Güngen, “SYRIZA sosyal destekler ve devlet yatırımlarıyla yetinmeye kalksa dahi Avrupalı emekçilere büyük bir fırsat penceresi açılmış durumda” dedi. Ancak SYRIZA’nın önündeki engellerin hafife alınacak cinsten olmadığını da ekledi.  

Krizden sonra Yunanistan da dahil birçok ülkede kitlesel eylemler, grevler gerçekleşti. Ancak sermayenin programında gedik açılamamıştı. Sebebi neydi sizce?
Yunanistan’da 2010’dan bu yana 15 genel grev yaşanmış. Yunan emekçiler kendilerine dayatılan programa karşı muazzam bir direnç sergilediler. Ancak direnişin gücü ile politik ifadesine kavuşması ya da somut dönüşümlerde yansımasını bulması aynı anda gerçekleşmiyor. Bu noktada elbette siyasal örgütlerin ya da işçilerin kitlesel örgütlerinin siyasal iradelerinden ve hatalarından dem vurulabilir. Ama siyasal demokrasinin, paranın simgelediği o cemaati başka bir düzlemde eşitlediğini ve bunun devrimci dönüşümler açısından önemli bir baraj oluşturduğunu unutmayalım. Sınıf pozisyonlarımızdan yalıtılmış toplumun eşit bireyleri olarak dahil edildiğimiz siyasal alanda, toplumun bir ortak çıkarı olduğu düşüncesi yeniden ve yeniden üretiliyor. Buna eve ekmek götürmenin ya da bir iş sahibi olmanın ancak Yunanistan’ın troyka programına sadık kalmasıyla sağlanacağı propagandasını ekleyin. Bu ortak çıkar yanılgısı ve baskının, Yunan devrimcilerinin daha kısa zaman içinde ve daha büyük bir başarı elde etmesini engellediğini söyleyebiliriz. 

‘SYRIZA AVROKRATLARI SIKIŞTIRACAK’

Peki SYRIZA’nın hükümet kurması krize karşı kitlesel ama anlık ve geçici tepkilerden bir adım ötesi diyebilir miyiz?
Kesinlikle bir adım ötesini simgeliyor. İster piyasa toplumuna karşı bir set çekiliyor diyelim, ister kemer sıkma programına karşı Yunan öfkesinden bahsedelim Avrupa’da alternatif arayışlarının daha fazla gündemde kalması ve finansal seçkinleri, kapitalistleri ve “avrokratları” sıkıştırması daha olası. Her ne kadar Yunanistan’da ve Avrupa’nın başka birçok ülkesinde kriz sonrası aşırı sağın yükselişi deneyimlenmiş olsa da, SYRIZA faşizan tepkiye ve göçmen karşıtlığına bir set çekebilir ve Avrupa’daki benzer oluşumlara güç katabilir. Seçim zaferi sonrasında liderinin konuşmasında “Rock the Casbah”* çalan bir partiden bahsediyoruz, kurulu düzeninizi sallayacağız diyorlar. Eurogroup Başkanı Dijsselboem’in Yunan Maliye Bakanıyla görüşmesi sonrasında dediği gibi henüz troykayı ortadan kaldıramamış da olsalar, uğraşacaklar. Ancak önlerindeki engeller hafife alınacak cinsten değil.  

‘RADİKAL DÖNÜŞÜMLER SEÇENEKLER ARASINDA’

Ümit Akçay’la kaleme aldığınız ‘Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş’ kitabında artan finansallaşmayı ‘Kendi kuyruğunu yiyen yılan’ olarak tanımlıyorsunuz. Yunanistan’da SYRIZA hükümetinin bu yılanla imtihanı nasıl olacak? Bu kuyruğu kesebilir mi?
Finansallaşma argümanı sermayenin harekete geçirilmesi sürecinde gelir üzerindeki hak iddialarının dolaşımının, gelecekte elde edilecek artı değer üzerinde oynanan kumarın hacminin arttığını belirtir. Değerli kağıtların el değiştirmesi ve fiyatlanmasının üretken sermaye birikim temposuyla ilişkisinin zayıfladığını iddia eder. Burada canlanma ve çöküş çevrimlerinin daha sık deneyimlendiği bir durumdan bahsediyoruz. Karşı koyuş ancak bu borçlandırma ve tabii kılmaya direnmekle sağlanabilir. 
Geçen yıl yayımlanan kitabımızda borç sorununun Yunanistan’da ertelendiğini ancak yeni borç yapılandırmasının yakın zamanda gündeme gelebileceğini belirtmiştik. SYRIZA öncelikle borçların hafiflemesini sağlamaya ve uluslararası borç konferansı için destek toplamaya çalışıyor. Troykayı muhatap almayacaklarını belirterek ve finansal piyasa oyuncularının tepkilerine aldırış etmeden özelleştirme programını durdurarak programlarına uygun ilk adımları attılar. SYRIZA’nın programında, sermaye birikimi koşulları yeniden sağlanırken geniş bir sosyal politika ağı oluşturarak emekçilere ve yoksullara destek olma ve devlet yatırımlarıyla iş yaratma seçeneği öncelikli. 

Buna karşın koşullar Avro Bölgesi’nden ayrılmayı ve daha radikal dönüşümlere kalkışmak seçeneklerini de sürekli göz önünde tutmaya zorluyor. 4 Şubat’ta Avrupa Merkez Bankası, Avro Bölgesi düzenlemeleri uyarınca Yunan tahvillerinin teminat olarak kullanılamayacağını ilan etti ve Yunan bankalarının finansman araçlarından birini şimdilik ellerinden aldı. Benzer uygulamalar ve Avrupa’da merkezin nobranlığı SYRIZA yönetiminin pragmatizmine ve Avro Bölgesi ısrarına karşı zorlayıcı etmenler oluşturuyor.
SYRIZA sosyal destekler ve devlet yatırımlarıyla yetinmeye kalksa dahi Avrupalı emekçilere büyük bir fırsat penceresi açılmış durumda. Ancak kapitalizmi aşmak ve özgürlükçü, eşitlikçi bir toplumsal sistem doğrultusunda adımların atılmasını sağlamak için hem Yunanistan’da hem Avrupa’da sürekli bir seferberlik halinde mücadeleye devam edilmesi gerekli. İşçi denetiminde kamulaştırmalar ve neoliberalizme ve finansallaşmaya karşı somut alternatiflerin yaratılmasının zeminini böyle bir baskı sağlayabilir. 

‘2008 NE İLKTİ NE SON OLACAK’

2008 krizinin kapitalizmin nihai krizi olduğunu iddia edenler oldu. Aradan geçen yıllar bu iddiayı çürüttü mü?
2008 krizinin arkasında sermayenin aşırı birikim sorunu ve özellikle ABD’de belirgin olan ama başka kapitalist ülkelerde de emareleri bulunabilecek, düşük gelir sahibi emekçilerin borçlandırılması ve emekçilerin gelirine el koymayı sağlayan finansal bir yapılanma yatıyordu. Sistem bizi paranın simgelediği cemaatin eşit parçaları olduğumuz ve mübadele sürecinde hakkımızı aldığımıza inanmaya zorluyor. Aldığımız borcu faiziyle ödememiz bekleniyor ancak hayat hesap defterindeki toplamlara ya da risk algoritmalarındaki mantığa sığmıyor. 

Sistemin sürekli krizlere gebe olduğunu söyleyebiliriz. Kredi mekanizması sorunları geleceğe havale ederken aslında yeni krizlerin de yolunu döşüyor. Sermaye birikimi çelişkili bir süreç ve kapitalistler sürekli bu çelişkilerin zamansal ve mekansal olarak yer değiştirmesi uğraşındalar ancak krizin arkasındaki sorunlar olduğu gibi duruyor. Bu nedenle 2008 ne ilkti ne de son olacak. 

‘UZUN GERİ ÇEKİLME DÖNEMİ

2008 kriziyle birlikte geçmişte yaşanan ekonomik krizler de masaya yatırıldı. 1929 krizi ve 1970’li yıllarda yaşanan kriz işçi sınıfı bakımından farklı sonuçlar doğurdu. İlkinin ardından işçi sınıfının haklarının ilerlediği bir süreç yaşanırken, ikincisinin ardından neoliberal politikalar, muhafazakar iktidarlar, hatta bazı ülkelerde darbeler geldi. Aradaki fark neydi?
1929 krizinin çözümü sermayenin pratikte imhası ile gerçekleşti. Fakat elli milyonu aşkın insanın ölümü bu imhanın parçası kılındı. Kapitalizmin altın çağı olarak da adlandırılan dönemde örgütlü işçi sınıfı yeniden inşanın eşlikçisi haline getirildi. Ancak 1970’lerde başlayan krize karşı çözümün giderek toplumlara parasal disiplin dayatılması olarak anlaşıldığını biliyoruz. 1970’lerde başlayan neoliberal dönüş işçi sınıfı açısından uzun bir geri çekilme ve yenilgi dönemini simgeledi. Sendikalar ve işçi örgütleri şeytanlaştırıldı. İki kriz de politika değişiklikleriyle sonuçlanmıştır ve birçok ülkedeki tempo farklılığına karşın tarihsel materyalist bir çözümleme en temel etkenin örgütlü mücadelenin seyrinde aranması gerektiğini söyleyecektir. 

‘KRİZE YOL AÇAN MEKANİZMA ORTADAN KALDIRILMADI’

“Uzayan kriz” de denilen 2008 krizinin ardından 1929 ve 1970’lerdeki krizlerden farklı olarak sermaye cephesinden keskin politika değişiklikleri gelmedi. Aksine mevcut politikaların “daha iyi uygulanması” yönünde adımlar atıldı. Sizce bu sonuç, işçi sınıfı hareketinin zayıflığından mı yoksa 2008 krizinin diğer krizlerden farklı kulvarda olmasından mı kaynaklanıyor?
Dolayımlar ve ulusal ya da bölgesel farklılıklar nedeniyle krizin deneyimlenmesi sürecinde de farklılıklar söz konusu oldu, ancak yine de genel çıkarımlarda bulunabiliriz. Neoliberal alet çantası krizler karşısında kurumsal çerçevenin tadilatı, şeffaflık, kurallı politika ve kutsal görülen sözleşmeleri koruyacak hukuksal ve kurumsal düzenlemeler dışında bir şey öneremez. ABD’de göstermelik düzenlemeler krize yol açan mekanizmayı ortadan kaldırmadı. Avro Bölgesi çeperindeyse harcamaların kısılması ve emek piyasasında esnekleşme dışında bir politika tepkisi görülmedi. Krizin doğum yeri ABD’de güçlü bir kalkışma ya da krizin bir borç krizine dönüştüğü Avro Bölgesi’nde, 1980’ler ve 1990’lardakine benzer bir dağınıklığı geride bırakmış örgütler olsaydı, sınırlı finansal düzenlemeler ve kemer sıkma politikaları dışında gelişmeler görebilirdik. Önemli bir nokta da temel ihtiyaçların karşılanmasının dahi finansal sisteme dokunulmamasından geçtiği yönlü güçlü düşünce. 

Finansal sistemi bir yandan çok güçlü ve dokunulmaz, öte yandan da en ufak bir sınırlandırmada dağılacak iskambil kule gibi resmeden hegemonik anlayış bu dönemin özgünlüğü olsa gerek. 

*Rock the Casbah – Britanyalı Punk Rock grubu The Clash’in 1982 tarihli hit parçası

ÖNCEKİ HABER

Ülker’in ‘toplum sağlığı’ sözü sahte bir görüntüdür

SONRAKİ HABER

İDO ve BUDO bazı seferlerini iptal etti (2)

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...