10 Şubat 2015 01:03

'SYRIZA ile, neoliberal siyasette bir gedik açıldı'

La Forge Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Christian Pierrel: Gazetemizin ocak sayısında ‘SYRIZA’nın zaferinin bir gedik açabileceği’ni yazmıştık. Bu zafer gerçekten de siyasi bir gedik ve neoliberal, kemer sıkma politikaları ve mali sermayenin diktalarına karşı tavır alan tüm siyasi güçler de bunu bir gedik olarak algıladı.

Paylaş

Deniz UZTOPAL
Paris

Yunanistan’da Radikal Sol Koalisyonun (SYRIZA) seçimleri kazanarak hükümet olmasını Avrupalı siyasi örgütlerle tartışmaya Fransa ile devam ediyoruz. 
Fransa İşçileri Komünist Partisinin (PCOF) yayın organı olan La Forge’ın Genel Yayın Yönetmeni Christian Pierrel, SYRIZA ile ilgili sorularımızı yanıtladı. Pierrel, “Bu zafer gerçekten de siyasi bir gedik ve neoliberal, kemer sıkma politikaları ve mali sermayenin diktalarına karşı tavır alan tüm siyasi güçler de bir gedik olarak algıladı” dedi.  

Yunanistan’da SYRIZA’nın seçim zaferini nasıl değerlendiriyorsunuz? İlerici ve demokrat çevreler içinde oldukça olumlu karşılandı seçim sonuçları...
Uzun yıllardır partimiz Yunanistan’daki gelişmeleri yakından takip etmeye çalışıyor. Yunanistanlı yoldaşlarımızın bize aktardığı doğrudan bilgiler, ülkedeki değişik siyasi parti ve örgütlerin yazdığı ve yayımladığı metinler, ya da Yunanistan’la dayanışma eylemleri içinde olan dostlardan, özellikle de sendikalı dostlarımızın tecrübeleri, bu ülkedeki gelişmeleri takip edebilmemizi olanaklı kıldı. Diğer taraftan, Sol Cephe’nin bir üyesi olarak, bu birliğin üyesi, SYRIZA ile eskilere dayanan ilişkiler sürdüren ve onun da üyesi olan Avrupa Sol Partisinin mensuplarının değerlendirmelerini de yakından izliyoruz. 
SYRIZA’ın kazandığı seçimlerin tahlili, “Yunan krizi” diye adlandırılan olayın başından bu yana Yunan halkının içine itildiği siyasi ve sosyal ortama bağlı olarak yapılmalı. 5 yıldır süren ve büyük tahribatlara yol açan kemer sıkma politikalarından sonra, bir çok genel grevden sonra, halkın değişik kesimlerinin; işçilerin, gençlerin, onlarca mücadelesinden sonra, Yunanistanlı emekçi kitleleri milletvekillerini seçmek için sandık başına gittiler. Seçimler, iktidarda troykanın diktalarını uygulayan sağ iktidarın, SYRIZA kazanırsa büyük bir kargaşa olur korkusunu yaymaya çalıştığı bir ortamda gerçekleşti. Alman, Fransız yöneticiler ve Avrupa Merkez Bankasının yöneticileri sağın iktidarda kalabilmesi için kampanya yürüttüler. Hepsi, bir önceki seçimlerde sağcı Yeni Demokrasi Partisinden sonra ikinci gelen SYRIZA’nın kazanmasından korkuyorlardı. PASOK ise, Sosyalist Partisi, Yunan oligarşisi ve oligarşi, bankalar ve tekelleri temsil eden troykanın hizmetinde geçirdiği yıllardan dolayı çok vahim bir durumdaydı ve yarış dışı kaldı.
Seçim kampanyası kısa sürdü. SYRIZA iki şey üzerine angaje oldu: Diğer güçlerle birlikte hükümet kurma, ve somut sosyal önlemleri içeren bir programı hayata geçirme ve bunun için ise ülke borcunu yeniden masaya yatırtma. Seçimlerden zaferle çıktı ama mutlak çoğunluğu ele geçiremedi, dolayısıyla ittifak kurması böylelikle zorunlu oldu. Bu seçimlerin sonucu ve SYRIZA’nın iktidara gelmesi, her şeyden önce Yunan halkının bir zaferidir: Onurlu yaşama isteğinin zaferi, korku ve şantaja karşı elde edilen bir zafer, gerek Yunanistan gerek ise uluslararası boyutta mali oligarşiye boyun eğmekten başka çare yoktur üzerinden kampanya yürüten güçler ittifakına karşı bir zafer. 
Bir çok yorumcu, seçim akşamı Atina’da zafer sarhoşluğunun olmadığına dikkat çekti: Zira herkes zorlukların çok olduğunu ve sınıf düşmanlarının hâlâ yenilmediğini biliyordu. Elbette bunlar önemli bir yenilgi aldılar, ama Yunanistan’da işleri yeniden ele geçirme ve AB’nin, özellikle de troykanın diktaları, kemer sıkma politikaları altında ezilen diğer ülkelerde, işçi ve halkların onlara karşı mücadelelerinde bu zaferden cesaret almamaları için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardır. 
Diğer yandan, kendi ülkelerinde kemer sıkma politikalarına karşı mücadele içinde olan güçleri bir yana bırakırsak son haftalara kadar Yunanistan’da olup bitenleri çok az kişi biliyordu. Bu, AB ülkelerinde yaşanan dev gösterileri, sınıf mücadelelerini, ülkelerinin sosyal gerçekliğini saklama konusunda basının oynadığı role dikkat çekiyor. Dolayısıyla, bir kaç gün içinde milyonlarca insan, kendisini sol diye tanıtan, troykayı sürekli teşhir eden, neoliberal politikaları hayata geçiren siyasi odaklarla her türlü ittifakı reddeden bir partinin seçimleri kazandığını, bir hükümet kurduğunu, verdiği sosyal vaatleri hayata geçirmek için kolları sıvadığını ve borçları gözden geçirmek için AB ve Avrupa Merkez Bankası ile bilek güreşine hazır olduğunu  öğrendi. 
Uzun yıllardır ilk defa bir radikal sol parti, AB’nin dayattığı kemer sıkma politikalarının emekçi kesimleri içinde yol açtığı hoşnutsuzluğu kendisine çekebildi ve seçimi kazanabildi. 
Gazetemizin ocak sayısında “SYRIZA’nın zaferinim bir gedik açabileceğini” yazmıştık. Bu zafer gerçekten de siyasi bir gedik ve neoliberal, kemer sıkma politikaları ve mali sermayenin diktalarına karşı tavır alan tüm siyasi güçler de bunu bir gedik olarak algıladı. 

SYRIZA’nın Yunanistan halkının taleplerini ve gereksinimlerini karşılayacak politikaları uygulaması ne kadar mümkün? Kendisinden beklenen değişimin ne kadarını yapabilir görünüyor?
Bizim açımızdan sorun SYRIZA’nın yöneticilerinin isteği ya da mali oligarşinin baskı ve şantajlarına karşı çıkabilme kapasiteleri ve Yunan halkının sosyal ve siyasi taleplerini kısmi olarak içeren vaatleri hayata geçirip geçirmeme üzerine spekülasyon yapma sorunu değildir. Bizim açımızdan sorun, “puanları sayma” ya da başarısız olmasını bekleyerek, bu başarısızlığının SYRIZA’nın reformist, ki bu tartışmasızdır, olmasından kaynaklı olduğu sonucunu çıkartma değildir. Sorun Yunanistan’da devrimci, demokrat güçlerin işçi ve halkı harekete geçirerek taleplerini dayatma kapasitesi sorunudur. Ve kuşkusuz, bir seçim zaferi kapitalist emperyalist sistemin doğasını değiştirmiyor. Aynı şekilde, Yunanistan’da olup bitenden hareket ederek, AB inşasının doğasını değiştirebileceğini ve ilerici, halkların çıkarına olan bir şeye dönüştürebileceğini teorileştirmeyiz. 
Yalnız Yunan işçi sınıfı ve halkına karşı bir sorumluğumuzun olduğunu da düşünüyoruz. Bu sorumluluk, Yunan halkının iradesine saygı göstermesi için kendi ülkemizin hükümetine baskı yapmaktır. Fransız hükümetinin halkın iradesine saygı göstermesi demek, Yunanistan’ın Fransız devletine olan borçlarını tek taraflı ve derhal dondurulması anlamına geliyor. Borçların dondurulması sorunu aslında Avrupa düzeyinde de, gerek teker ülkelerde, gerekse de AB düzeyinde gündeme getirilebilir, ama burada ilerici güçlerin etkisi daha sınırlıdır. Dolayısıyla bizim açımızdan esas sorun bu özel durumda bize düşen görevlerin neler olduğu sorunudur. 

AB İÇİNDE ÇELİŞKİLER KESKİNLEŞİYOR
Avrupa liderlerinin ve ekonomik temsilcilerinin SYRIZA karşısındaki tutumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Kimi AB ülke yöneticileri inanılmaz bir ikiyüzlülük sergiliyor. Bunlar birden SYRIZA’ya  yönelik bir sempati duyduklarını keşfettiler. Bunlar bu zaferin “doğal” olduğunu, zira “Avrupa’nın Yunan halkına karşı çok sert olduğunu” belirtiyorlar. Bu türlü konuşmaları genelde sosyal demokrat hükümetler yapıyor. Örneğin, François Hollande ve Sosyalist Partisinin bir çok yöneticisi SYRIZA’nın zaferinden mutluluk duyduklarını göstermeye çalışıyorlar, oysaki bunlar Yunanistan’da sağın iktidarını her zaman desteklediler ve sürekli işçi düşmanı, antisosyal “reformlar” uygulaması için baskı kurdular, ve Merkel Hükümetinin ülke borçlarının ve bunların faizlerinin son kuruşuna kadar halk tarafından ödenmesi için dayatmalarına destek çıktılar. 

Bugün iki söylemle karşı karşıyayız: Birisi, Yunan ekonomisini boğmamak için borç yükünü hafifletmenin olanaklarının bulunmasının zorunluluk olduğunu savunuyor, diğeri ise borçların iptal edilmesinin kesinlikle mümkün olmadığını ve yürütülen reform politikasının devam etmesini savunuyor. 
Fransa, İtalya vs... gibi ekonomik sıkıntılar çeken ülkeler, Yunanistan’nın borç meselesini gündeme getirmesini fırsat olarak değerlendirmek ve buradan da bütçe açıklarına dair dayatılan sınırlandırmalarda bir yumuşama elde etmek istiyorlar. Bunlar, AB’nin “ekonomiyi canlandırma” amaçlı yatırım politikası geliştirmesini talep ediyorlar, yani Keynesyen bir politika istiyorlar. Şu ana kadar Merkel Hükümeti buna karşı direnebildi, ama giderek yalnızlaşıyor. 
Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, Yunanistan’da yaşananlara bağlı olarak AB içinde çelişkiler keskinleşiyor. Başka bir noktaya da değinmek gerekiyor; Yunanistan Hükümeti diğer hükümetlere baskı yapabilmek için Avrupa kurumlarının tam üyesi olduğunu sürekli öne çıkartıyor. Dolayısıyla, Rusya’ya karşı verilen cezaların devam etmesine karşı olduğunu ilan ederek, zaten Avrupa’lı yöneticiler içinde var olan çelişkiler üzerinde oynamak istiyor. Bu sadece siyasi bir taktik midir, yoksa Rusya ile siyasi ve ekonomik bir ittifakın ön belirtisi olan bir strateji midir? Bu konuda kesin cevap verebilmek için yeterince olguya sahip değiliz. Ama açıktır ki, Yunan hükümeti bir yandan AB içinde ki güç ve dengeler, diğer yandan ise AB ile diğer emperyalist güçler arasındaki dengeler üzerinde oynuyor. 

“Yunanistan’da yaşananlara bağlı olarak AB içinde çelişkiler keskinleşiyor. Yunan hükümeti bir yandan AB içinde ki güç ve dengeler, diğer yandan ise AB ile diğer emperyalist güçler arasındaki dengeler üzerinde oynuyor.” 

‘EMEKÇİ DÜŞMANI POLİTİKALARA KARŞI DİRENENLERE CESARET VERDİ’
Yunanistan’da SYRIZA’nın hükümet olması, Avrupa’da sınıf mücadelesi açısından nasıl bir etki yaratabilir?
AB’nin değişik ülkelerinde tepkilere bakmak yeterli: SYRIZA’nın zaferi ve troykanın Yunanistan’nın iç sorunlarına müdahale etmesini reddeden, halkın en yoksullarına yönelik siyasi ve sosyal önlemler alan  vs... bir hükümetin iktidar olması geniş emekçi kesimleri içinde büyük sempatiyle karşılandı. İşçi ve emekçi düşmanı politikalara karşı direnenlere büyük bir cesaret verdi. Neoliberal mantık ve mali piyasaya boyun eğme zorunluluğu anlayışından kopma gerekliliği sorununu yeniden gündeme getirdi. Bugün Yunanistan halkıyla, yarin ise troykanın dayatmalarını reddeden diğer halklarla dayanışma içinde olma sorunu somut ve geniş olarak gündeme geldi. Kadercilik, hiç bir şeyin değişemeyeceğini savunan anlayış ciddi olarak sarsılmaya başladı.  Tüm bumlar, devrimci parti ve örgütleri, Marksist-Leninist parti ve örgütleri halk içinde var olan bir beklentiye cevap verebilmek için önerilerini götürme sorunluluğu ile yüz yüze getiriyor. Yukarıda belirttiğimiz “gedik açma” üzerinden ifade etmek gerekirse, bunların bu gedikten girmeleri ve onu derinleştirmeleri lazım, işçi sınıfının, emekçi kitlelerin, gençlerin taleplerini en ileri düzeyde savunarak, zaferler elde etmeliler.

ÖNCEKİ HABER

Demirtaş'tan gençlere: Biraz az sigara için gençler

SONRAKİ HABER

Meclis ‘yasamatik’ gibi

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...