24 Ocak 2015 00:56

Yunanistan seçimleri İspanya’yı etkileyecek

Yarın yapılacak Yunanistan seçimlerinde sandıktan SYRIZA’nın çıkması ihtimali ve İspanya’da da benzer bir parti olan Podemos’un ilerleyişi Avrupa’da hem endişe ve hem heyecan yaratıyor.

Paylaş

Yarın Yunanistan’da seçimler gerçekleşecek ve tahminlere göre sandıktan SYRIZA birinci parti olarak çıkacak. AB’nin her yerinde ciddi tartışmalara neden olan bu tahmin, toplumun bir kısmını tedirgin ederken, başka bir kesimi ise sevindiriyor. İspanya’da da benzer bir parti olan Podemos’un ilerleyişi aynı etkiyi yaratıyor.
Geçtiğimiz çarşamba Davos’ta toplanan 45. Ekonomik Forum vesilesiyle bir araya gelen dünyanın en zenginleri de, kaygılarını dile getirerek ‘dünyanın acil sorunları’ üzerine kafa ‘yordular’.
Öte yandan Charlie Hebdo katliamı gendem olmayı sürdürüyor. Liberation gazetesi Julie Pagis, “Hep birlikte daha fazla kültür için, sosyal ve ekonomik bir adalet için mücadele edelim. Ama mutlak gerekli olanı da kesin unutmayalım: mizah yapalım, savaş değil” çağrısı yaptı.


GÜNEY AVRUPA’DA SOLA KAYIŞ

Leo Wieland
FAZ

PODEMOS, İspanya’nın SYRIZA’sı gibi. Bu nedenle iki partinin başkanlarının -40 yaşındaki Alexis Tsipras ile 36 yaşındaki Pablo Iglesias’ın- çok iyi anlaşmalarına şaşmamak gerekir. İki parti lideri ilk kez Iglesias’ın Podemos’un genel sekreteri seçilmesi sırasında dayanışmalarını gösterdiler. Bu dayanışma ve coşku ile Iglesias, ‘2015 İspanya ve Avrupa’nın değişim yılı olacak. Değişime Yunanistan’dan başlayacağız!’ dedi. [...]. Mayıs’taki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Podemos, yüzde 8 oy oranıyla beş milletvekili çıkardı. Son anketler ise Podemos’un oy oranının yüzde 28’lerde olduğunu gösteriyor. Podemos’un oy oranının yükselmesi karşısında İspanya başbakanının göreli sakin kalabilme nedenlerinden biri, önümüzdeki dönemde ekonominin düzeleceği umudu. Bir başka neden ise Podemos’un rakipleri olan diğer sol partilerle sürmekte olan tartışma ve çatışmaları. Podemos’a en fazla taraftar sosyalistlerden, yeşil komünistlerden ve Birleşik Sol’dan geliyor. Sosyalistler Iglesias’a destek olacaklarını bildirirken komünistler Podemos’u birşey yapamamakla, çözüm üretememekle suçluyorlar.
Yunanlı ikizi gibi Podemos da Merkel, Troyka ve tasarruf politikasına karşı. SYRIZA gibi Podemos da AB’den çıkmak veya avrodan vazgeçmek düşüncesinde değil ama her iki parti de borçların azaltılmasıyla mali yükün önemli ölçüde azaltılmasını istiyorlar. Pablo Iglesias’ın dost solcu ekonomi uzmanlarına hazırlattığı ekonomik program çoktan radikal köşelerini kaybetti, bu nedenle de devletin borçlarını alacaklı ülke veya kurumlara geri ödemeyeceği konusunda endişe duyulmasını gerektirecek herhangi bir durum yok.
Ama Podemas, haklı ve haksız borçlar arasında çok ince bir ayrım yapıyor. Haksız borçlar, gözü doymaz bankacılar ve borsa cambazlarının hesabına yazılıyor ve partiye bağlı bir komisyon tarafından analiz ediliyor. Kısacası İspanya’da Podemos’un iktidara gelmesi durumunda alacaklılar Iglesias’ın yoldaşlarının hangi borcun haklı , hangisinin haksız borç olduğuna karar vereceğini bilmeleri gerekir.
Podemos, 25 Ocak’ta yapılacak Yunanistan seçimlerinden birkaç gün sonra taraftarlarını 31 Ocak’ta Madrid’te yapılacak büyük bir eyleme çağırıyor. Ondan sonraki adım Mayıs ayında yapılacak yerel ve bölgesel seçimler. Bu seçimde parti kendini 17 otonom bölgenin çoğunluğunda görücüye sunacak. Podemos ve Iglesias’ın geleceğinde Yunanistan seçim sonuçları da belirleyici bir rol oynuyor.

(Çeviren: Semra Çelik)

Yunanistan'da anketlere göre SYRIZA farkı açıyor


DAVOS OLİGARKLARI YARATTIKLARI DÜNYADAN ENDİŞE DUYMAKTA HAKLI

Seumas MİLNE
The Guardian

DAVOS’ta toplanan milyarderler ve şirket oligarkları, eşitsizlik konusunda endişe duyuyor. İnsanlık tarihinde, gelmiş geçmiş en büyük çaptaki küresel ekonomik uçuruma neden olan bir sistemin efendilerinin, kendi icraatlarının sonuçları konusunda sıkıntı içinde olmasını sineye çekmek pek de kolay sayılmaz.
Ancak kriz içindeki uluslararası ekonomik düzenin mimarları dahi, tehlikelerin farkına varmaya başlıyor. [...] Krizin boyutları, Oxfam adlı hayır kurumu tarafından gözler önüne serilmiştir. Günümüzde yalnızca 80 kişinin net mal varlığı, dünya nüfusunun yarısı olan yaklaşık 3.5 milyar insanınınki ile eş değer boyutlardadır. Nüfusun en varlıklı yüzde 1’i, beş yıl önce yeryüzündeki mal varlığının yüzde 44’ünü elinde tutarken, geçen yıl bu sayı yüzde 48’e ulaşmıştı. Mevcut eğilimin sürmesi halinde, önümüzdeki yıl en zengin yüzde 1’lik kesim, geri kalan yüzde 99’dan daha fazla para koyacak cebine. Binde 1’lik kesim ise daha da iyi bir istatistik çizip, 1980’lerden bu yana ABD’deki gelir paylarını dörde katladı. [...] Yakın zamanlardaki eşitsizlik dalgasına kapılmayan istisnalardan biri Latin Amerika oldu. Bölgedeki ilerici hükümetler, büyük yıkımlar getiren bir ekonomik modele sırtlarını döndüler; kaynakları şirketlerin kontrolünden geri aldılar ve eşitsizliği oldukça azalttılar. Son on yılda, günlük 2 doların altında gelirle yaşamını sürdüren insanların sayısı 108 milyondan 53 milyona düştü. Neoliberalizmin kılavuzluğunun çoğunu reddeden Çin de ülke içerisinde eşitsizlikte hızlı bir artış olsa da, büyümekte olan küresel gelir uçurumun dengelenmesiyle, dünyanın diğer bölgelerinden daha fazla insanın yoksulluktan kurtulmasını da sağlamıştır.
Bu iki örnek de, artmakta olan eşitsizliğin ve yoksulluğun kaçınılmaz olmadığını göstermektedir. Bu gelişmeler, ekonomik ve siyasi kararların sonuçlarıdır. Düşünen bireyin Davos oligarşisi, olayları akışına bırakmanın tehlikeli olduğunun farkındadır. Bu yüzden de bazıları, sistemi kendi içerisinde kurtarma adına, daha çok kademeli vergilerin olduğu, biraz daha ‘kucaklayıcı bir kapitalizm’ istemektedir. Ancak bu istek, elbette İsviçre dağlarındaki derin düşüncelerin (...) bir sonucu olarak gerçekleşmeyecektir. Bazıları, en ılımlı rerformlara karşı bile kıran kırana mücadele edecektir. (...)
Belki de endişeli seçkin tabakanın bir bölümü, biraz daha fazla vergi ödemeye razı olabilir. Asıl kabul etmeyecekleri şey, toplumsal güç dengelerindeki değişikliktir. Bu yüzden tek tek ülkelerde, sanayileşmiş dünyada eşitsizliğin artmasında sendikaların güçsüzlüğü önemli rol oynamasına rağmen, sendikaları güçlendirebilecek herhangi bir girişime bütün güçleriyle karşı koyuyorlar.
Eşitsizliğin gidişatı, yalnızca işlevini kaybetmiş ekonomik bir düzenin ekmeğini yiyen kurulu menfaat düzenine karşı meydan okuma ile tersine çevrilebilir. Bu hafta gerçekleşecek olan Yunanistan seçimlerinin favorisi, tasarruf politikaları karşıtı SYRIZA Partisi, Latin Amerika solunun son 10-15 yıldır gerçekleştirme konusunda başarı elde ettiği gibi, meydan okumaya çalışmaktadır. Bu noktaya gelinebilmesi için bile, tekel altına alınan ana akım siyasetindeki engeli aşabilmek ya da yıkabilmek adına görece daha kapsamlı toplumsal ve siyasi hareketlere ihtiyaç vardır. Eşitsizlik konusundaki timsah gözyaşları, korku içindeki seçkinlerin belirtisidir. Değişim ancak siyasi arenada güçlü bir meydan okuma ve çetin bir toplumsal baskı ile gerçekleşebilir.
(Çeviren: Sergen Özhan)


ÇOCUKLARIMIZ BABALARIMIZI VURDUĞUNDA

Julie PAGIS*
Liberation

7 OCAK’tan bu yana, tüm siyasi ve basının ünlü entelektüelleri bizi ‘Ulusal Birliğe’ katılma ve ‘Charlie olmaya’ zorluyor ve buna uymayanlar ise dışlanıyor ve ayıplanıyor. Ama eğer saldırı Eric Zemmour** ya da Minute***’e yapılmış olsaydı hepimiz bunlar mı olacaktık ? Bu soruyu tahrik etmek için değil, ‘Hepimiz Charlie’yiz’ söyleminin ardında iki farklı olgunun olduğunu gösterme açısından soruyoruz. Evet bir yandan tartışmasız savunulması gereken basın özgürlüğü, diğer yandan ise katledilen gazeteciler şahsında onların temsil ettikleri şeyleri savunma. Oysa ki basının, okul ya da ailelerin ‘Charlie olmaya’ dayatmaları meselenin bu iki boyutunu ayırt etmiyor ve (...) verimli bir tartışmanın yaşanmasını engelliyor (...).
Charlie Hebdo, bir kısmı 7 Ocak’ta katledilen ünlü tarihsel şahsiyetleriyle, bir kuşağın birliğini, yani ‘60 ve 70’li yıllarda siyasi, dinsel ve cinsel olarak toplumu kilitlemiş her türlü muhafazakarlığa karşı birliğini temsil ediyordu. Cabu, Wolinski, Maris, mutlak özgürlüğe inanıyor (kurtuluşa yani ‘Yasaklamak yasaktır’ - türban hariç ?- şiarını savunuyorlardı) ve her şeyden de öte her türlü iktidara karşı mizah yoluyla eleştiri hakkını savunuyorlardı. Bu yıllarda Charlie gülerek yasakları çiğniyordu ve ‘60, 70 ve 80’li yıllarda doğan bir çok insan bunların özgürleştirici gülüşleri içinde büyüdü. Dolayısıyla kalaşnikovlarla katledilenler aslında, silahları sadece mizah olan babalarımız oldu.
Yalnız bitmez tükenmez din eleştirisini devam ettiren Charlie, aslında yıllardır bir çoğumuzu güldüremez hale gelmişti. Onun için özselleştirilmiş din kendi başına yıkılması gereken esas kötülük olmuştu [...]. Kilise aleyhtarlığına karşı mücadelenin devamı olduğuna (çoğu zaman samimice) inananlara hatırlatmak isteriz ki, hareket halinde olan bir ortamdaki (sosyal, ekonomik ve kültürel) nokta da yer değiştirir. ‘70’lerde çoğunluğun dinini temsil eden Papa ve rahiplere karşı mücadele etmek, iktidarın tüm alanlarında etkili olan bir burjuvaziye karşı mücadele etmek anlamına geliyordu. 2000’lerde ise Fransa’nın İslamı’nı hedef tahtasına koymak (ve Müslümanları ise fanatik, kadınları ise türbanlı köle olarak sunmak), azınlıkta olan, iktidarı etkileme konusunda yoksun olan ve çoğunluk olarak da halk kesimlerini etkileyen bir dine karşı mücadele etmektir anlamına geliyor.
Hedef aldıklarımızın yanı sıra kimi güldürdüğümüz sorusu da önemlidir. ‘70’lerde Hara-Kiri ardından ise Charlie Hebdo’nın isyankar gençliği, iktidardakilerin her türlü muhafazakarlıklarına karşı mücadele ederek ezilenler ve mücadele alanları farklı olan gençleri (dışlanmış, ‘68’den sonra feminist mücadeleye atılmış, çevreci gençlik vs...) güldürüyordu. 2000’li yıllarda ise aynı kişiler ağırlıklı olarak orta ve  (Paris’li) üst sınıfların kültürel cenahını temsil ediyor ve aynı mizahlar ise şehirli emekçi sınıflar mensubu olanların bir kısmını gücendiriyor. (...) Zira, bunların ebeveynlerinin sömürgeci ve işçi hafızaları aşağılanmadır, en fazla işsizlik bunları vuruyor, ‘sol’ uzun yıllardır onları terk etti ve artan bir İslamofobiye maruz kalıyorlar. Var olan düzeni eleştirdiği için rahatlatıcı, azınlıkta olan ve kurtarıcı bir gülmeden yasak olmayan, banliyö ve burada oturanların öfkesinin bir şekilde ifadesi olarak yansıyan Müslümanlığın kör eleştirisinin gülüşüne geçildi. Sınıfsal bir küçümsemenin gülüşümüdür ? En azından halk sınıflarının önemli bir kesimine sırtını dönen bir gülüş olduğu kesindir. (...) Müslümanları körce yaşanan katliamları mahkum etmeleri içim zorlamaktansa, ‘terörizme karşı mücadelenin’ olanaklarını güçlendirmek için kolları sıvamaktansa, hep birlikte daha fazla kültür için, sosyal ve ekonomik bir adalet için mücadele edelim. Ama mutlak gerekli olanı da kesin unutmayalım : mizah yapalım, savaş değil.

* Julie Pagis, Ulusal bilimsel araştırma merkezi
 CNRS’de Sosyolog
** Yabancı düşmanlığı ile son yıllarda ün yapan bir gazeteci
*** Haftalık Minute dergisi aşırı sağcı Ulusal Cephe’ye
yakınlığı ile tanınan bir dergidir

(Çeviren : Deniz Uztopal)

ÖNCEKİ HABER

Tatil ödevi Kutlu Doğum

SONRAKİ HABER

Gazeteci Uğur Mumcu anılıyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...