08 Ocak 2015 04:04

Metin Göktepe, katledileli 19 yıl oldu

Metin’in arkadaşları, polislerin yargılandıkları dava boyunca mücadeleden hiç vazgeçmedi. Bugün de anmada olacak gazeteciler Metin'i yazdılar.

Paylaş

Metin olmaya devam!

İhsan ÇARALAN

Bugün 8 Ocak!
Metin’in polis katiller tarafından dövülerek hayatına son verildiği 1996’dan beri Evrensel’de çalışanlar, o günlerde her gazetede çalışan “Metin kuşağı” gazeteciler ve o günden sonra gerçek haber peşinde koşmak için gazeteciliği seçen “genç kuşak” gazeteciler, 19 yıldır, her 8 Ocak’ı “Metin’i anma günü” bildiler.
Metin’in katlini kendilerine, basın özgürlüğüne, halkın haber alma özgürlüğüne yönelik bir saldırı olarak algılayan, TGS yönetimi, daha çok ÇGD etrafında birleşen genç gazeteciler (*), TGC Genel Başkanı Nail Güreli’nin, Turgay Olcayto’nun şahsında buldukları basın özgürlüğü mücadelesi geleneğini de dayanak edinerek mücadeleye giriştiler. Basını kuşatıp, sinsi yolların yanı sıra kaba güçle de gerçek haber peşinde koşan basını ve gazetecileri nefessiz bırakmaya çalışan hükümete, emniyet güçlerine, JİTEM’e, kontra güçlere… karşı bu gazeteciler, gazeteciliği halkın haber alma özgürlüğü mücadelesiyle birleştirdiler.
Burada elbette uluslararası gazetecilik çevreleri ve örgütlerinin, aydınlarımızın, Emek Partisinin ve onun harekete geçirdiği emekçilerin davayı takip etmekteki ısrarı, sendikaların, emek örgütlerinin katkıları, Fadime Ana’nın bir katalizör gibi herkesi heyecanlandıran etkisi olmasaydı, bu mücadelenin halkın haber alma özgürlüğü mücadelesi olarak biçimlenmesi çok zor olurdu. Dahası “Metin Göktepe gazeteciliği” olarak genç kuşakların sarıldığı gazetecilik tutumu eksik kalırdı.
Bugünden baktığımızda şunu söyleyebiliriz ki, o günden bugüne de bu gelenek basınımızın gerçek haberciliği, gazeteciliği ayakta tutan damarı, bir gazetecilik tutumu olarak biçimlenip gelmiştir. Aksi halde bu mücadeleci kuşağın çabası ve gazeteciliğe vurduğu derin damga olmasaydı, “Alo Fatih” gazeteciliği, “havuz medyası”, yandaşçılık, patron gözüne bakan “plaza gazeteciliği” gerçek haber peşindeki gazeteciliği çoktan ezip geçerdi! Yani o gün polis baskısı, kontra şiddetle, sansür ve OHAL sınırlamalarıyla alt edilemeyen gerçek habercilik bugün para gücü ve siyasi baskı üstünden yapılan sindirme girimleriyle alt edilebilirdi!
Bugün 18 yıldan beri, Metin Göktepe’nin doğum günü olan 10 Nisan’da verilen Metin Göktepe Gazetecilik Ödüllerinin, en önemli gazetecilik ödülü olmasının yanı sıra her yıl bu “yarışmaya” pek çok gazetecinin katılmasıyla sürmesi de açıkça gösteriyor ki, Metin Göktepe gazeteciliği, gerçek haberciliğin itici gücü olmaya devam etmektedir.
Onun içindir ki, her kuşaktan gazeteciler olarak “Metin olmaya” devam etmeliyiz.
Onun içindir ki gazeteciliğimizin, genç kuşak gazetecilerin “Metin olma” bilinciyle işlerine sarılması ihtiyacı devam etmektedir
Onun içindir ki her sektörden işçiler, emekçiler kendi gazetelerini, kendi TV’lerini haber alma özgürlüğünün birer dayanağı olarak sürdürebilmeleri için “Metin olma” hedefiyle daha çok çalışmalıdır.
Onu, 26 yaşında bu hayattan alanlara ve mirasçılarına inat, daha o gün Metin’in mezarı başında verdiğimiz sözü yerine getirmeye devam edenler olarak hepimiz bugün de “Metin olmaya” devam ediyoruz, edeceğiz de!

(*) Elbette ki, okurlarımızın gazetemizden ya da başka medya organlarından tanıdığı Ahmet Şık’tan Celal Başlangıç’a, Nazım Alpman’dan Mete Çubukçu’ya pek çok gazeteci de bu mücadeleye emek verdi. 


 

Metin Göktepe METİN GÖKTEPE ANISINA İNTERAKTİF SAYFA

 


Metin sağdır, Metin ölmemiş

Burcu KARAKAŞ

Sevgili Metin,
Aramızdan ayrılalı 19 yıl olmuş. Hayatını kaybettiğini söylemek doğru değil, öldürüldün sen. Hayatın bir cüzdan değil ki kaybedince bulunamasın. O kadar basit değil ki!
İşkence gördün sen.
O gün, tıraş olduktan sonra bir bardak çay içip evden çıkmıştın halbuki.
Fadime Ana anlatmıştı televizyon ekranında. “Nasıl biriydi Metin” diye sorup duruyorlardı. Her zamanki gibi, ne kadar insancıl olduğunu anlatıp duruyordu Fadime ana da. Seni öldürdükleri o gün evden çıkmadan tıraş olup çay içtiğini anlattığı o programda gözleri sabit, sonsuza bakar gibi, baktığı yerde seni arar gibi konuşuyordu. Sayıklar gibi anlatıyordu, konuşmanın acıya derman olmadığını herkesten iyi bilir gibi. “Ağlamıyorum, içerim sızlıyor” demişti.
Seni nefessiz bırakmalarının ardından bir fotoğrafını görmüştüm beyazlar içinde, uyur gibiydin. Ne öfkeli ne sakin, ifadesiz ama derin bir uykuda. Boyuna çizgili, siyah ve parlak ceket giyen koca adamların dedikleri gibi ne duvardan ne de sandalyeden düşmüş gibiydin. Fena halde canını yakmışlardı belli ki. Öyle ki, bayıltana kadar dövdükten sonra ağırlaşmış bedenini sürükledikleri tuvalette, lavabo tıkanmış akıttıkları kanından.
“Ölürse ölsün” demişler meğer.
“Ölürse ölsün”.
O kadar basit değil ki!
Bazıları ölünce ölmez ki.
Öldürdükleri için açtıkları çukurları yenileriyle örtmek istemişlerdi, örtülebilirmiş gibi! Bu topraklardan başka nerede hemen her cenaze töreni, bir başka cenazenin habercisidir ki?
Hangi kan bugüne dek isyanı, vicdanı ve yürekleri susturabildi?
Susturabilir mi?
O kadar basit değil!
Sen, boyuna ve inadına güzel insanların canına kıyıldığı bu ülkede ne ilktin ne de son. Senden sonra aynı senin gibi susturmaya çalıştılar meslektaşlarını, gazetecileri.
Kimini işkenceyle, kimini kurşunla, kimini dört duvar arasına tıkmakla.
Senin yokluğundan beri hem çok değişti buralar hem de hiç değişmedi.
Sen mi talihsizsin yoksa geride bıraktığın bizler mi, bu zor bir soru.
Dev bir toplu mezarlığa çevirdiler memleketi.
Ama asla kimsesiz değil!
Hele ki sen, hiçbir zaman sahipsiz değildin.
Mesleğe yeni başlayanların Metin Göktepesi, evladını ceberut devlete kurban verenlerin Metini, insanlık onurunun işkenceyi er ya da geç yeneceğine inananların Metin abisi...
En onurlu mücadelenin kara kaşlı, sıcak gülüşlü neferi.
Şimdi mezarından o uçsuz bucaksız bildiğimiz evrene kaşlarından kara bir leke uzanıyor. Kopkoyu, upuzun, yüz karası bir leke. Hiç çıkmayacak bir utanç lekesi. Biz senin için senin adına utanmayanların yerine de utanıyoruz çoğu zaman. Bazen ne desek boş geliyor, bazen her söz sende anlam buluyor. Ancak bugün bazenlerin günü değil. Bugün, yılgınlığın günü değil. Bugün, Fadime Ana’ya kulak verme günü. O bahsettiğim televizyon programında, acısına derman olmasa bile gerçekten inanarak söylediklerini, sesimizi cihana duyuruncaya dek haykırma günü:
“Metin sağdır, Metin ölmemiş”.


Metin’den Kadri’ye azalan dayanışma 

Murat İNCEOĞLU

‘90’lı yıllarda peş peşe öldürülen gazetecilerin haberleri geliyordu. Gazeteciler maalesef kendilerinden uzakta buldukları bu ölümlere sessiz kaldı. Sanıldı ki ses çıkarmayınca, görmeyince ‘bela’ kendilerinden uzak duracak.
Kimileri ise öldürülen gazetecilerin, cezaevindeki gazetecilerin gazeteciliğini sorgulamaya çalıştı. Bugün Erdoğan’ın “Cezaevindekiler gazeteci değil” dediği gibi kimi basın örgütleri de onları gazeteci kabul etmiyordu. Sanki ‘gazeteci’ olan hapse girmez, öldürülmezmiş gibi.
Kendilerinden uzak tutmaya, o tarafa bakmamaya, vicdanlarını rahatlatmaya çalışıyorlardı.
Ama umdukları gibi olmadı. Bir gün Metin’in ölüm haberi geldi. O kadar gözlerinin önündeydi ki bu kez ölüm, İstanbul’un göbeğinde, insanların gözleri önünde döve döve öldürmüşlerdi Metin’i.
Sokakta Metin ile birlikte haber kovalayan arkadaşları sahip çıktı Metin’e. Artık gözlerini kapatan, kulaklarını tıkayanlar da kaçamadı bu şiddete tanık olmaktan. Ardından gazeteciler sahiplendi Metin’i. Duruşması önce Aydın’a ardından Afyon’a kaçırılsa da bırakmadılar peşini. Haberi ‘atlatmak’ yerine paylaştılar, daha çok insana ulaşsın diye.

DAYANIŞMA İLMEK İLMEK ÖRÜLDÜ

Habitat zirvesi sırasında doruğa çıkan polis şiddetine karşı, bir cumartesi günü İstiklal Caddesi’nde haber takip eden haberciler çareyi hep birlikte dolaşmakta buldu. Gazeteye film, televizyona kaset gönderecek olanlar gruplar halinde gönderdiler, yalnız bırakmamak için birbirlerini. Gözaltına alınan gazeteciler hep birlikte geri alındı polisten. Çevik kuvvet saldırı karşısında yine hep beraber oturma eylemi yapıldıktan sonra geri adım attı polisler. Bu o günlerin yarattığı bir dayanışma kültürüydü. Kimse sırtını dönmüyordu artık zor durumda olana.
O karşı çıkış uzun bir süre gazetecilere yönelik şiddetin önünü kesti. Elbette insan “Keşke bu dayanışma daha önce sağlansa Metin gibi bir çok gazeteci bugün aramızda olabilirdi” demekten kendini alamıyor.

DAYANIŞMA AKTARILAMADI

Aynı şekilde, eğer gazetecilerin bu karşı çıkışı, örgütlülüklere aktarılabilseydi; bugün basın özgürlüğünden söz etmek mümkün olabilirdi. İtaat etmek yerine düşüncelerini haykırabilen, itiraz edebilen, gazeteciliği bir iş olarak değil yaşam biçimi olarak gören bir çok gazeteci olurdu bugün sokaklarda.
Ama Metin’in ölümünün ardından bir araya gelen gazetecilerin örgütsüz birliktelikleri tercih etmesi duygusal atmosferin dağılmasının ardından geride pek bir şey kalmamasına yol açtı. Bugün 80’den fazla gazeteci örgütünün yaptığı yürüyüşe, 80 kişi bile katılmıyorsa, yaşanan ve yaşanacak olumsuzluklarda hepimizin payı var demektir. Kadri Bağdu’nun ölümünün üzerinden aylar geçmesine rağmen, katilleri hâlâ bulunmuyorsa ve gazeteciler buna sessiz kalıyorsa, bunda bizlerin de payı yok mu? Yalçın Akdoğan öncülüğüne Basın İş Yasası’nda değişiklik yapmak amacıyla düzenlenen toplantıya DİSK Basın-İş, KESK Haber-Sen ve ÇGD’nin çağrılmaması çıkacak sonucun da işaretini veriyor. Kısa bir süre sonra AKP’nin paketlerinden, basın emekçilerinin kıdem tazminatı ve gecikme faizi gibi haklarını gasbedecek bir düzenlemenin çıkması şaşırtıcı olmayacak. Ancak bu durum bile gazetecileri harekete geçirmek için yeterli olmayabiliyor.
Öldürülen, hapsedilen, dövülen gazeteciler için sesimizi yükseltmedikçe dostlarımızı, sendikalarımıza sahip çıkmadıkça, iş yaşamındaki haklarımızı yitirmeye devam edeceğiz


Adını duyduğumdan beri yakın arkadaşım

Ezgi CANKURTARAN

Hiç göz göze gelmedik.
Hiç aynı habere gidip sahada da karşılaşmadık.
Nasıl haber peşinde koşar, nasıl arkadaştır onu da bilmiyorum
Ama adını duyduğumdan beri, onu bildiğimden beri yakın arkadaşımdır Metin Göktepe.
Ona ait anıları çok dinledim
Cevvalliğini de oradan biliyorum.
Kafa tutuşunu da...
Ha bir de hemşerimdir o ayrı.
 8 Ocak 1996’da görevdeyken, işinin başındayken gözaltına alındı.
Gazeteci ‘özel muamele’ görmeliydi, öyle de oldu
En özel muamele ona yapıldı.
İşkencede öldürüldü.
O dönem işkencede öldürülen tek kişi değildi elbet ama gazeteci olduğu için inmişti her darbe.
Ve hep ölenlerin suçlu olduğu memleketimde, yine suçu onun cansız bedenine atacaklardı. Duvardan düştü diyeceklerdi hiç utanmadan... Sonra itiraf ettiler. İşkence ederek öldürdüklerini söylediler. Bu leke de bizim gözümüzde hep kaldı üstlerinde. Silinmeyecek de... Onların öldürürken sızlamayan vicdanları sonra sızladı mı bilmem. Aslında sanmam.
 Ama ben Metin Göktepe’yi tanıdıktan sonra içimin sızlaması hiç geçmedi, adı gelince aklıma hep boğazımda yumru oldu...
Ve gün geldi, gazetecilik hayatımın ilk ödülü de onun adına verilen ödül oldu. Geçen yıl doğum gününde aldım o yılın gazeteci ödüllerinden birini. Dedim ya özeldi Göktepe. İlk cümlem de bu oldu “bu benim için çok özel”.  İçimde tuhaf bir his o an. Sızlayan kalbimin köşesi daha da sızladı. Ardından gittim Fadime Anne’nin elini öptüm ona sarıldım, evladı öldürülen annenin feryadı dinmeyen sessiz tebessümüyle karşıladı beni. Öptüm. O dinmedi, ben kanadım.
Çocuğunu kaybeden bir annenin gözlerine baktığında insanın içinde büyüyen o isyana tanıdıktım oysa… Bu ülkede yıllar geçse de bu aynı kaldı çünkü. Başka anneler kaybetti çocuklarını. Ben Göktepe’nin öldürülmesinden yıllar sonra o annelerin, o evlatların haberlerini yapacaktım. Acılara aşina olacaktım. Ama alışmadım. Hep kanadım. Fadime Anne’nin gözlerine bakınca da yine en derinden sızladım işte. Aynı gözleri Berkin’in annesi Gülsüm Anne’de de görmüştüm.  Bir de Metin Göktepe yanımdan vurulmuştum bu sefer.
Bu ülkede hep birileri bedel ödedi. Kiminin payına hapishane, kiminin payına ise ölüm düştü.
Gazeteciler ise en ‘zararlı’ görülenlerdi. Hapishanelerin de, mezarlıkların da en ‘özel’ yerleri onlar için hazırlandı. Bu hiç değişmedi, belli ki değişmeyecek de. Şimdi sorsalar gazetecilik neleri göze almaktır diye, atıp tutan çok olur.
Ben kısacık meslek geçmişimle ahkam kesecek kadar kendimi kaybetmedim daha...
Tek bildiğim,
Çok tartışılıyor ya gazeteci tarafsız olmalıdır diye. Doğru gazeteci tarafsız olmalıdır, ama yine doğru gazeteci taraflı olmalıdır... Haktan ve vicdandan taraf olmalıdır... İşte tarafını buradan seçenler de bu seçimleri yüzünden itinayla ‘ödüllendirilir’.Metin Göktepe’nin de tarafı belliydi.Ama herkes onun gibi bu seçişin bedelini canıyla ödeyecek kadar cesur olamaz.
Ha bir de! Alıştık sanılmasın, kim ne kadar cesur olursa olsun bunun bedeli de polis elinde vahşice katledilmek değildir!


Sayın Metin Göktepe yolcuları

Elif GÖRGÜ

KİM: Evrensel Gazetesi Muhabiri Metin Göktepe
Ne: Polislerin bir gazeteciyi döverek öldürmesi. 
Ne zaman: 8 Ocak 1996 günü
Nerede: Eyüp Kapalı spor salonunda
Nasıl: Çevik Kuvvet Grup Amirliğinde görevli Polis Şuayip Mutluer’in anlattığına göre şöyle:  “Ben salona döndüğümde yerde yatan şahsı sordum, Polis Memuru Metin Kuşat, bana gazeteci olduğunu, İstiklal Marşı’nı bilmediğini söyledi. Ben de boş ver dedim, bir tekme de ben attım. Polis Memuru Saffet Hızarcı’nın yerde bulunan şahsa ‘Bu Ali için, bu Rüştü için, bu da Süleyman için’ diyerek vurduğunu gördüm. Görev bittikten sonra Hızarcı copunu göstererek ‘Bu akşam iyi çalıştı’ dedi. Sonradan adam dövmekten copunun kırıldığını arkadaşlarımdan öğrendim.”
Neden: Ümraniye Cezaevinde öldürülen tutukluların cenazesini ‘Bu haberi mutlaka ben izlemeliyim’ diyerek haber yapmak istediği ve Evrensel gazetesi muhabiri olduğu için.
 
İSTANBUL-AFYON ARASI GAZETECİLİK DERSLERİ
Gazetecilik mesleğini öğrenmenin farklı yöntemleri var. Kimi yolda öğreniyor misal. İletişim fakültesindeki ikinci yılımdı ama ben İstanbul-Afyon yolunda başladım asıl eğitime.. Metin Göktepe’nin katili polislerin yargılandığı Afyon Adliyesine giden yolda otobüslerle birlikte aştığımız Merter tekstil işçileriydi “Neden emek gazeteciliği” dersinin hocaları. 
Yaşananın “polis müdahalesi” değil de “polis saldırısı” olduğunu 6 Mayıs 1999 tarihli duruşmaya katılanlara, Metin’e saldırdıkları gibi saldıran, Fadime Göktepe’yi hastanelik eden polisler öğretti. Avukat Songül Beydilli’nin morarmış gözüydü “haberin fotoğrafı”, Fadime Göktepe’nin “Metin bir kere öldü, katiller her gün ölüyor. Onlar ateş biz güneşiz, onlar bir gün sönecek biz her gün yeniden doğacağız” haykırışı haber başlıklarındaydı… 
Evlat öldürmede kariyer yapanların, kadınlara anneliği tek kariyer olarak dayatma hayallerine inat, en büyük kariyerini mücadelede yapmıştı Anne Fadime Göktepe. Metin Göktepe gazeteciliği dersini ondan daha iyi veren olmadı. Yıllarca ve ısrarla “Benim için hepiniz birer Metin’siniz” diyerek verdiği o en özet derse çalışan hiçbir gazeteci sınıfta kalmadı. Metin’in polis tarafından öldürüldüğünü kanıtlama mücadelesi veren meslektaşlarının “meslek etiği” dersi ise hiçbir iletişim fakültesinde yok. 
Bu yolların duraklardan biri, davayı takibe gelenlerin Afyon’a girmeden önce mola verdiği Küçükağa Dinlenme Tesisleri’ydi. Mola bittiğinde yapılan “İstanbul’dan Afyon’a giden sayın Metin Göktepe yolcuları, otobüsünüzün hareket saati gelmiştir” anonsu ne kadar da haklıymış. O günün gazetecileri ve gazeteci adayları için gerçekten de Metin Göktepe gazeteciliğineydi yolculuk. 
Ancak bugün hâlâ gazeteciler öldürülüyor, tutuklanıyor, örgütlenemiyor, dayanışamıyorsa; yapmaları gereken haberler yaptırılmıyor, yazdıkları sansüre uğruyor, işten atılan arkadaşlarının ardından iki laf edemiyor, baskılarla başedecek birliği kuramıyorsa; “birer Metin” olabilmenin yolu hâlâ çok uzun demektir. 
O yolun bir durağı Afyon Adliyesi idiyse, bir başka öğretici durağı Esenler Kemer Mezarlığı oldu hep. Yolun kenarında Metin Göktepe ve Fadime Göktepe, her 8 Ocak’ta gazetecilik ve insanlık derslerini birlikte tekrar etmeye bekliyorlar 19 yıldır… Bugün saat 11.00’de yine ders başındayız.
Sayın Metin Göktepe yolcuları, hareket saatiniz gelmiştir. 

ÖNCEKİ HABER

El birliğiyle yeniden inşa ediyorlar

SONRAKİ HABER

2014’te ‘Yunus parkları kapatılsın’ diyenler çoğaldı

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...