05 Ocak 2015 01:00

2014: Karanlık yıllara işaret

2014 yılı medya özgürlüğü açısından da, temel özgürlükler bakımından da, daha karanlık bir döneme gideceğine dair şaretler veren de bir yıldı.

Paylaş

Çağrı SARI
İstanbul

2014 yılına veda ettik... Koskoca bir yılda basın özgürlüğü konusunda olumsuz bir gidişat vardı. Nasıl olmasın?  Dönemin başbakanı sosyal medyaya sinirlendi, Twitter, Youtube kapatıldı. MİT yasası ile gazetecinin soru sorması engellendi. Zaten Erdoğan’a soru sormak, gezilerini izlemek için ‘akreditasyon’ gibi bir sorun varken bunlara bir de yayın yasakları eklendi. Yolsuzluk haberi yapana soruşturma açıldı, bazı gazeteciler ‘tweet attı’ diye makul şüpheli oldu. İşten atılanlar, istifa etmeye zorlananlar, başka görevlere sürülenler rekor sayıya ulaşmışken, mobbing rutin hale döndü. Haliyle çeşitli uluslararası kurumların ya da Türkiye’den meslek örgütlerinin raporlarına bu olanlar eksi puan olarak yansıdı. Biz de konuyu biraz daha açalım dedik ve Türkiye’deki basın özgürlüğünü, Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 180 ülke arasında 154’üncü sıraya yerleştiren Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün Türkiye Temsilcisi  Erol Önderoğlu ile konuşalım istedik. Önderoğlu’na Cemaat operasyonundan medyanın geldiği noktaya kadar pek çok konuda sorularımız oldu...

14 Aralık, Cemaate yönelik operasyonun tartışmaları devam ediyor. RSF operasyona nasıl bakıyor?
Cemaate yakın medyaya yapılan operasyon bizim için, ‘suç çevreleri ile mücadele adına’ demokratik toplumlarda pek başvurulmayan tarzda bir kolaylıkla, eleştirel medyayı da kapsaması anlamına geliyor.  Hükümetlerin elbette suçla mücadele gibi bir sorumlulukları var. Fakat ilk elden entelektüel camiaya yönelmesi ve tabi ki hemen tutuklamalara girişilmesi sıkıntılı bir durum. Tepkililerin bu kadar açık olmasının bir nedeni de bu zaten. Dolayısıyla suç araştırabilirsiniz. Soruşturma yürütüyor olabilirsiniz, fakat elinizde öyle bir delil olması gerekiyor ki ve yayın grubu başkanını tutuklanmasını teyid edecek bir ağırlıkta delil elde ediyor olmalısınız ki; kamuoyu  söz edecek bir şey bulamasın. Oysa Ergenekon sürecinden bu yana laik medya temsilcileri, akabinde Kürt medya hareketinden kişiler, hatırlarsınız Büşra Ersanlı, Ragıp Zarakoğlu’na kadar genişleyen bir genişlikte, peşinden Devrimci Karargah ve şimdi de Cemaate yakın kişilerin hedef alındığını görüyoruz. Bir suça bulaşmış kişilerden çok, topluma nasıl bulaşmış, Toplumu nasıl kriminalize ettiğimiz bir sürecini yaşadık biz.

‘GEÇMİŞİ UNUTMADAN İLKEMİZİ SAVUNMALIYIZ’

Bahsettiğiniz davaların oluşmasına Cemaat medyası önayak oldu. Manşetler atıldı. Haberler yapıldı. 14 Aralık’la ister istemez o defterler yeniden açıldı. Şimdi basın özgürlüğü savunulurken akılda ‘Zaman gazetesi bunu hak ediyor mu?’ sorusu var. Hakkediyor mu?
İletişim özgürlüğünü ve halkın haber alma hakkını temel aldığını zaman, ilkesel bir tutumla bugüne bakmak durumundayız. Fakat, bugünün ilkeselliği geçmişin kaydını inkar etmemizi gerektirmiyor. Dolayısıyla bu gün Cemaate yakın çevreler herkes gibi medya özgürlüğünü tabi ki hak ediyorlar. Fakat bu tartışmaların hafızasız bir biçimde yürütülmesinin büyük sakıncaları var. RSF temsilcisiyim ve Bianet’te araştırmalar yapan birisi olarak tanığım. 15 yıl önce en ağır baskıları görmüş gazeteciler, bugün iktidara ‘etiğe aykırı şekilde’ eklemlendiğini görüyoruz.

Aynı şekilde, 15 yıl öncesinde iktidara, o dönemin tartışmalı rejimlerini destekleyen ‘büyük gazetecilerin ‘ bugün nasıl medya özgürlükçüsü savunduğunu da görüyoruz.

Dolayısıyla Türkiye’de ‘nihayet basın özgürlüğü ilkeselliği etrafında bir buluşma var’ diye çok iyi sevinemiyoruz. Çünkü geçmiş bize, bu tutumun devirden devire değiştiğini gösteriyor. Cemaat medyasının, sınır tanımayan gazeteciler veyahut başka hak hareketlerine karşı, Oda TV davasına bakış tarzı veya Ergenekon soruşturmasına karşı acımasız yayıncılığı, herkes tarafından medya içinde eleştirilmelidir. Zaten Türkiye medyasında handikaplarımızdan bir tanesi hafızasız bir biçimde ilerliyor olmamızdan kaynaklanıyor. Dolayısıyla biz geçmişi unutmayı reddediyoruz. Fakat ilkesel olarak gazeteci tutuklamalarını anlayışla karşılayacak bir noktada olamayız.

Bu operasyon ile Erdoğan’ın basın örgütlerine dair açıklamaları beraber düşünülürse Basın özgürlüğü nereye gidiyor?
Cumhurbaşkanının sözlü saldırıları, söylemleri, eleştirel sivil toplum hareketine karşı gitgide makul olmayan, medya- sivil toplum ve insan hakları hareketinin gitgide tasfiye edildiği bir alana gidildiğini gösteriyor.  Bu kolay bir şey değil. Fakat hükümet kendi sağladığı imkanlarla güçlü bir çekim noktası yaratıp, medya sahipliğini de kendisine doğru çekmeye çalışıyor ve eleştirel duranları da bütün bunlardan mahrum bırakmaya çalışıyor. Aynı zamanda da sözden çıkmayan belirlenmiş iç ve dış politikaları tasvip edip eleştirmeyen bir medya görmek istiyor. Şehirlerin nasıl ele geçirtildiğini, paraların nasıl dolaştığını, dış politikanın nasıl iyi yürüdüğünü gösteren bir medya istiyor. Yolsuzluğu istikrarsızlığı çelişkileri tartışma konusu eden medyayı reddediyor. Bunu da ihanet odakları algı operasyonun merkezi, dış mihraklar diye kendi tabanına hedef göstertiyor. Hatırlayın, seçim dönemlerinde uluslararası medya temsilcileri de zor durumda bırakılmıştı. Dolaysıyla bugünün bir hükümet yetkilisi olarak gazetecileri nasıl bu kadar tehlike altına soktuğunu görünce insan şaşırıyor. Çünkü 10-15 yıl evvel hedef göstermelerden dolayı neler yaşandığını hepimiz biliyoruz. Akın Birdal’ın vurulduğunu, Hrant Dink’in nasıl vurulduğuna hepimiz tanığız bunları yargılayacağını söyleyen Cumhurbaşkanı nasıl aynı dili kullanabilir?

‘MEDYA ÖZGÜRLÜĞÜ AÇISINDAN KARANLIK BİR YILDI’

Bir yıl, işten çıkarmalar, yayın yasakları, gazetecilere dönük operasyonlarla geride kaldı. 2014 nasıl bir yıldı?
2014 yılı Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarlarının Avrupa Birliği’nden uzaklaştığı, hukuk devletinin tartışmaya açan pratiğin yaşandığı bir yıl oldu. 2014 yılı medya özgürlüğü açısından da, temel özgürlükler bakımından da, daha karanlık bir döneme gideceğine dair şaretler veren de bir yıldı. Özgürlükler için mücadele daimdir ama toplum kesimlerinin birbirine karşı siyasi söylemlerle bilendiği bir ülkede, polisin hukuk devleti denetiminden çıkarıldığı, telefon dinlemelerinin sınır tanımadığı, birkaç ayda bir hukuka aykırı telefon dinleme haberlerinin yayıldığı, devletin iç organlarının çatışma görüntüsü verdiği şartlarda temel özgürlüklerinin çok da iyiye gidemediğini gösterdi bize 2014 yılı...

Basın özgürlüğü anlamında da bir çok yasanın yürürlüğe girdiği bir yıl... TİB yasası MİT yasası gibi...
İktidar, toplumun geneline, toplumun çeşitliliğine iradeyi yok sayıp, yön verme girişiminde bulunuyor. Dolayısıyla medyanın bir bölümü de, bu geminin alacağı yön konusunu tartışmaya açmak ve söz sahibi olmak istiyor. Bu nedenle de iktidar vatandaşa karşı devletini güçlendirmeyi çalışıyor. Diyalog yöntemindense homojenize ettiği devleti güçlendirmeyi tercih ediyor. Dünyanın çeşitli ülkeleri on yıllardır bunu denedi ancak demokratik sonuçlar verildiği görülmedi. Dolayısıyla iyimser olamıyorum.

İKTİDAR VE MEDYA DAHA DA ÇATIŞACAK

Gazetecilere de artık güvensizlik var.
Erdoğan söylemleriyle toplumsal çeşitliliği azarladı. Sözlü olarak hedef aldı. Rollerini sorguladı. Bu durum muhalefetin tabanında ülkenin tehlikeli bir noktaya doğru yol aldığına dair kanaat geliştirmesine neden oldu. Bu tepkilerin de gittikçe radikalleştiğini görmek güç değil tabii. Geçmiş dönemlerde acı çekmiş toplum kesimlerine hitap eden bir iktidar, şimdi toplum kesimlerini hedef alıyor. Nefret söylemine bulaştırıyor. Gazetecileri ve sivil toplum kuruluşlarını aşağılıyor. Bugünün, Cumhurbaşkanı çok daha uzlaşmacı bir söyleme başvuran kişi olmalıdır. Aynı gün içerisinde AB ziyareti yapan cumhurbaşkanının icratini çelişkiye düşürecek sert söylemlerde bulunması çelişkidir. İnsanların kafası karışması da ne olsun. Bu zihin karıklığı kendisine sıkı sıkı bağladığı tabanı tereddüt noktasında bırakmaya hizmet edebilir. Toplum sivriliyor fakat gazeteciler bakımından yolsuzluk, çelişki, barış haberciliği, özgür habercilik anlamında yapılması gereken çok iş var. Eğer toplumun gazeteci algısını makul hale getirecek bir dinginlik olmazsa, ilerleyen zamanlarda iktidar medya çatışmalarının daha fazla derinleşeceğini ve uluslararası ilişkileri de daha derine sokacak durum olacağını düşünüyorum.

Gazetecilik açısından Türkiye deki muhalefeti nasıl buluyorsunuz ?
Sınırlı bir güce sahip olsa da, çeşitli bir muhalif ve eleştirel bir medya ortamı olduğunu düşünüyorum ve her biri de ağır faturalar ödeyerek konumunu koruyorlar. Çeşitlilik var ancak antidemokratik bir yönetim içinde çalışıyorlar.  Bu kurumlar sınırlı sayıda personelle ağır yükü taşımak zorunda kalıyorlar. Özellikle gazetecilik için, diyalog bakımından geçmiş yılların yarattığı tahribat ve bölünmenin etkisi var. Bugünkü örgütlenmenin sorunlu oluşu açısından Türkiye’de dinamik fakat yorgun bir sivil toplum hareketi var.

‘90’LARDAKİ ÖLÜMLER BU İKTİDARLA CEZASIZ’

Yıllardır bu meslektesiniz. 90’lardada gazetecilik yaptınız. Bugün de devam ediyorsunuz. Bir karşılaştırma yapıyor musunuz? Çünkü bu kadar uzun süre meslekte olanların bir kısmı ‘daha önce böyle değildi’ derken bir kısmı ‘ama artık gazeteci ölümü yok’ diyor...
Benim bugünü 90’ların düşük yoğunluklu savaşıyla kıyaslamak, gücüme gidiyor. AB müzakerelerini yürüten, savaşın dizginlendiği, müzakerelerin başlatıldığı, ekonominin ‘göreceli olarak’ iyi olduğu, bir ortamda bu kadar ağır medya özgürlüğü ihlali, vahim göstergeler. Bugüne yakışmayan bir durum. Bugün, bu temel insan hakları ihlallerini yaşamamızı haklı gösterecek neyimiz var? Güneydoğuda 90-96 yılları arasında Kürt gazeteciler öldürüldüyse bugün o cinayetlerin sorumluları ceza almadı. Cezasızlık denen suçu 2000 sonrası iktidarlara çıkarmak zorundayız. Gazeteci Musa Anter davasını zaman aşımına birkaç gün kala davaya dönüştürmek güzel ama geriye kalan o insanlar adaleti nerede arayacak? OHAL bölgesinde gazete yasaklamak 90’lı yıllarda vardı. Bugün akreditasyon, gazeteci azarlama, tekzip baskısı var. Bunları bu döneme yakıştırıyor muyuz? MGK Genel Sekreterliği üzerinden köşe yazarlarına dava açılmasını o dönem kınadık. Peki bugün TCK’nın yürürlüğe girmesinden sonra keyfi biçimde binlerce gazetecinin yargılanmasını hangi iktidardan bileceğiz? Yani bugünü 90’lı yıllarla kıyaslamak iktidarı temize çıkarmıyor.

Yine, Gezi eylemlerinde hedef gözetilerek yaralanan gazetecilerle ilgili soruşturmadan hala sonuç yok. 20 yıl öncesinden deği bir buçuk sene öncesinden bahsediyorum. Radyo Televizyon Üst kurulu (RTÜK) geçmişte Kürt müziğinden ötürü radyoları bir yıllığına susturuyordu. Bugün de RTÜK insanlara yaşam tarzı dayatma derdinde. Yani nesini kıyaslayacağız? 90’larda asker ve polis gazetecileri sokak ortasında darp ederdi. Şimdi 1 Mayıs’ta, toplumsal olaylarda gazeteciler polis şiddeti ile karşı karşıya kalıyorlar.

‘ERDOĞAN GEZİ’DE SESSİZ KALMIŞTI’

Erdoğan’ın itibarsızlaştırma çabalarından RSF de payına düşeni aldı
RSF gazetecilerin öldürüldükleri bölgeyle ilgili açıklama yapıyor. Bahsedilen 17 gazeteci, işgal altındaki Filistin topraklarında öldürüldü. RSF on yıllardır bu yöntemi kullanıyor. Yani İsrail’i kayıracak bir çalışma içerisinde olmadığımız çok açık..

RSF raporlarını nasıl hazırlıyor?
RSF’nin dünyada 10’a yakın bürosu var. Bunun dışında dünyanın dört bir yanına dağılmış 150 de muhabiri var. Muhabirler,  kendi ülkelerinden haber geçerler. Paris’teki merkezde bölüm şeflerince değerlendirilir. Bunlar veri tabanında toplanır, raporlar hazırlanır. Türkiye’deki haberler RSF’nin Paris’teki bürosunda toplanıyor ve teyid edilerek değerlendiriliyor.

ÖNCEKİ HABER

Cemal Süreya Şiir Ödülleri’nde neler oluyor?

SONRAKİ HABER

Akdeniz’de bir hayalet dolaşıyor

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa