04 Ocak 2015 04:30

Devletimiz katildir!

Türkiye’de gazetecilerin öldürülmesi her zaman “normal” karşılandı. Serbesti gazetesi başyazarı Hasan Fehmi Bey’in 6 Nisan 1909’da öldürülmesiden bu yana hiç değişmeyen Türkiye’ye özgü tuhaf bir “normallik” halidir bu durum.

Paylaş

Nazım ALPMAN*

Fadime Göktepe:
 -Gezi’de ölen çocuklar var ya, onlar hep Metin gibi geliyor bana!

Türkiye’de gazetecilerin öldürülmesi her zaman “normal” karşılandı. Serbesti gazetesi başyazarı Hasan Fehmi Bey’in 6 Nisan 1909’da öldürülmesiden bu yana hiç değişmeyen Türkiye’ye özgü tuhaf bir “normallik” halidir bu durum. Hasan Fehmi Bey İttihat ve Terakki Fırkası aleyhine çok sert yazılarıyla tanınıyordu. Elbette o tarihte iktidarda İttihat ve Terakki Fırkası vardı.
“Normal” olarak katili bulunamadı!
Sonraki yıllarda da “bulunamayan katiller” düzenli olarak gazetecileri öldürmeye devam ettiler.
Bu garip durum Metin Göktepe cinayetine kadar böyle devam etti. Metin ile birlikte Tükiye basın tarihinde bir benzeri daha görülmemiş “gazeteci dayanışması” yaşandı. Metin’in katilleri mahkeme önüne çıkartıldılar, yargılandılar ve mahkum edildiler.
Metin Göktepe, 8 Ocak 1996 günü Rıza Boybaş ve Orhan Özen’in cenazelerini izlemek için kendisini görevlendirmişti:
-Bu canaze törenini ben izlemeliyim!..
Boybaş ve Özen Ümraniye Cezaevinde devlet tarafından katledilmiş iki devrimciydi. Metin için bu töreni izlemek hem gazetecilik hem de devrimci bir görevdi. Bu yüzden de çok istemişti.
Metin’in bilmediği devletin cinayet ruhunun o gün şaha kalkmış olmasıydı!.. İki devrimcinin cenazesi devlet için yeterli değildi. Daha fazla can almak isteği doruklardaydı. Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar “Sarı basın kartı” diye tutturmuştu. Sarı basın kartı olmayan gazeteciler canaze törenini izleyemeyeceklerdi. Bunun altında yatan basit bir kurnazlıktı. Sosyalist basında çalışan gazetecileri törenden uzak tutmayı planlamıştı. Ama daha önemlisi devlet, devrimcileri doğrudan “düşman” olarak kabul ediyordu. Düzenli aralıklarla çıkartılan af kanunlarında “devlete karşı” (sol siyasiler) işlenmiş suçlar kapsam dışı tutulmasının altında bu değişmeyen düşmanlık vardı. O gün canazeleri kaldırılan Rıza Boybaş, Orhan Özen birer “düşman”dılar. Cenazeye katılan on binler de öyleydiler. Ve elbette töreni izleyen gazeteciler de düşmandı. Düşmana karşı yapılacak her kötü muamele de mübah kabul ediliyordu. Orhan Taşanlar’ın tepesinde olduğu İstanbul polisi bu şekilde motive edilmişti. Sert karşılık verilecekti. Neye? Her şeye!
İnsanların acıları varmış, ölenlere saygılı olmak lazımdır, polis biraz makul olmalıymış gibi toplumsal olayların temel kuralları daha en baştan ayaklar altına alınacağı ilan edilmişti, sarı basın kartı şartıyla... O güne kadar bölye bir uygulama yapılmamıştı. O günden sonra da yapılmadı!

HANGİ GAZETEDENSİN?

Metin Göktepe habere değil bir cehenneme gidiyordu. Ama o bunu bilmiyordu. Bu yüzden de, son güvenlik barikatından geri çevrilince gerilemedi. Israr etti. Bizim gazeteden hiç kimse yok, izin verin geçeyim diye şansını zorladı. Bu zorlama cehennemin kapısını omuzlamak gibi bir şeydi. Polis şefinin ilgisi çekti:
-Sen hangi gazetedensin?
-Evrensel’denim...
Polis şefi sanki aradığını bulmuştu “alın bunu” diye emir verdi. Polisler Metin’i aldılar. Artık hukuk devletinin güvenlik kuvvetleri yoktu. Merkezi Eyüp Spor Salonu olacak bir cehennemin zebanileri vardı.
Eyüp Spor Salonu kapasitesinin on katı, sayıda insana “kapan” olmuştu. Türkiye Cumhuriyetinin vergi veren, askerlik yapan vatandaşları değillerdi. Esir düşmüş düşmanlardı. Öylesine bir kaba dayak başlamıştı.
Metin olayı izleyen görevli bir muhabir olduğunu boşuna anlatıyordu. Ben gazeteciyim dedikçe, kafasına inen kalın sopalar daha da artıyordu. Zabaniler “gazeteciyim” diye çırpınan Metin’in üzerine daha hırslı yükleniyorlardı:
-Bu gazeteciymiş... Özel muamele!!! Hah, hah, haa..!
Metin’i kendini kaybedip yerden kalkamayıncaya kadar dövdüler. Sonra durumun farkına vardılar. Dışarı çıkarttılar. Sandalyeye oturttular. Metin düştü. Oturup tutanak tuttular:
-Sandalyeden düştü, öldü!
Vahşetleri ne kadar ileriyse zekaları o kadar geriydi. Buna inanıp tutanağı, yukarı yolladılar. Yukarıdakiler baktılar, sandalyeden düşen bu kadar parçalanamaz. Düzelttiler. Duvardan düştü öldü!

KATİLİN PEŞİNE DÜŞTÜLER

Peki Metin o duvara nasıl çıktı? Cevabı yoktu! Zaten kim soracaktı ki?
Bu sefer işler değişmişti. Evrensel gazetesi, Emeğin Partisi, Göktepe Ailesi ve Metin’in çevresinde halkalanan gazeteci arkadaşları katillerin peşine düştüler.
Aslında katil en baştan belliydi! Devletin güvenlik bürokrasisi içinde yer alan amirler ve memurları zan altındaydılar. Metin devlet tarafından özel olarak seçilip katledilmemişti. Alt düzeydeki memurların rutin uygulamaları sayesinde öldürülmüştü.
Ama devletin bütün ünlü katilleri bu olaydaki küçük memurlarına sahip çıktılar. Çünkü bu olay devletin devamlılığına işaret eden istikrarı arz ediyordu. Devlet öldürür bunun da hesabı sorulamaz:
-Çünkü devletimiz katildir!
Bu tespit Metin Göktepe Davası boyunca sayısız defa ortaya çıktı. Önce Metin’i öldüren polisleri sakladılar. İki yıl devlet bu katilleri bulamadığı yalanını söyledi. Sonra dayanamadılar, kısmen teslim oldular. Polislerle birlikte çok ünlü üst düzey katiller de duruşma günleri Afyon’a geldiler. Katil polislerle dayanışma gösterileri yaptılar.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nail Güreli yıllarca süren bu davanın en başta gelen takipçisi oldu. Uluslararası Dayanışma hiç eksik değildi. Dava sonunda Metin’i döverek öldüren polisler işledikleri cinayatle kıyaslanmayacak denli hapis cezaları aldılar. Bu ilk kez yaşanıyordu. Metin ölümüyle basın tarihinde bir devrime sebep oldu.
Devlet ise uzunca bir süre gazeteci öldürmeye ara verdi!..
Metin’den sonra bütün gazetecilerin Annesi olan Fadime Göktepe toplumsal bir gözlem merkezi gibi her yere uzandı. Kendisiyle yaptığımız belgeselde şöyle demişti:
-Gezi’de ölen çocuklar var ya, onlar hep Metin gibi geliyor bana!
Bu yüzden mesleğe gelen genç gazeteciler her yıl Metin Göktepe Gazetecilik Ödüllerini alırlarken haykırıyorlar:
-Hepimiz Metiniz!

*Gazeteci

ÖNCEKİ HABER

Cesaretimiz kaçmaktan sıkıldığımızdan

SONRAKİ HABER

Metin o haberin içindedir!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...