04 Ocak 2015 04:22

Cesaretimiz kaçmaktan sıkıldığımızdan

Bizi ezmeyen eski model kamyonlar üzerimize üzerimize geliyor ve biz de her seferinde bir yerlere kaçıyoruz. Yani aileden, baskıdan, sansürden... Yirmi Beş işte kaçmayan bir yerde.

Paylaş

Ezgi GÖRGÜ
Ayşen GÜVEN

Sevenin sevdası gibi tiyatro Berkay Ateş, Can Kulan ve Emir Çubukçu için. Bunu annelerini, dostlarını yanlarına alıp tarihi bir fırından bir tiyatro sahnesi çıkarıp,  sıcaklığını kaybetttirmeden dumanı üstünde ekmekleri dumanı üstünde oyunlara çevirebilmelerinden anlıyorsunuz. Kaçmaktan sıkıldıkları her şeyle çarpışarak tiyatro yapan Tiyatro D22 ekibi, oyunlarıyla size de kaçacak yer bırakmıyor, iyi ediyor. Galata Kulesi’nin ışığıyla yürünen yolda bulabileceğiniz sahneleri, müzikli gecelerde de yitirdiğimiz edebiyatçılara da mekan oluyor. Mimar Sinan Üniversitesi çıkışlı bu üç adamla kendi hikayelerini konuştuk, onlardan içlerinden geldiği gibi, yaptıkları oyunlar gibi anlattılar. Berkay Ateş’in yazdığı metinleri hep beraber, hayatın üzerine basa basa oynuyorlar. İlk oyunları “Bent”i  hocaları Meltem Cumbul yönetiyor, Yirmi Beş’i bir diğer hocaları Yiğit Sertdemir... Karabatak’da Gezi’yi Nazım dizeleriyle okutuyorlar. Velhasıl konuşulacak daha çok şey var bu ekiple biz lafa bir yerden başladık başka röportajların yolu açık hala. Ve onlar henüz ve illaki ulaşamadıkları o seyirciyi bekliyorlar oyunlarına, davete bir daha vesile olalım; 22. koltuk boş, d sırasında... D22 ekibiyle bu defa pazarınıza misafiriz...

Bütün tiyatro topluluklarının bir hikayesi var elbette. “İçimizden gelenleri anlatmak için” diye  başladığınızda  gözünüzü 22. koltuğa dikme meselesini anlatır mısınız?
Can Kulan:
D22 şu; A, B, C, D sıralarından D sırası 21. koltukta bitiyor, D22’yi ise ulaşamadığımız ama ulaşmak istediğimiz ilk insan olarak farz ettik. Bir noktada buna inandığımız için, böyle bir tiyatro yapmak istediğimiz için, ulaşamadığımıza da ulaşmak istediğimiz için bunu seçtik. İsmi çok sevdiğimiz bir arkadaşımız Çağrı Makaroğlu buldu.

22. koltuğu beklediğiniz oyunlarınızdan Yirmi Beş... Kürt hikayelerini çoğu zaman Kürt sanatçılar anlatıyor. Siz de istisnalardan oldunuz. Peki konuya zor yerden girmiş olmadınız mı?
Berkay Ateş:
Yaşananlar zor. Ve evet üçümüz de Türk kökenli olduğumuz varsayılan bir bilinçle doğup büyüyen insanlarız. Kürt meselesine insani olarak bakıp, iki halkın anlaşabilme ihtimalini, bir ihtimali dahi olsa onu gösterebilmeyi hayal ettik, oyun tam bunu anlatıyor.

Oyun hem bir karşılaşma hem de bir kaçış daha doğrusu kaçmayı deneme hikayesi... Kaçılabilir mi?
Emir Çubukçu:
Biz tam da bu kaçmak zorunda hissetirilme halinden sıkıldığımız için bu oyunu yaptık. Çünkü biz; yani biraz kafası açık olan, düşünen, okuyan, sorgulayan insanlar epeydir kaçmak zorunda gibiyiz. Bütün dünyada biraz böyle ama Türkiye’de daha fazla. Bizi ezmeyen eski model kamyonlar üzerimize üzerimize geliyor ve biz de her seferinde bir yerlere kaçıyoruz adeta. Yani aileden kaçıyoruz, baskıdan kaçıyoruz, sansürden kaçmaya çalışıyoruz... Yirmi Beş işte kaçmayan bir yerde.
B.A.: Oyuna gelen bir tiyatrocu abimiz dedi ki “Çok cesaretli buldum ve çok heyecanlandım.” Aslında orada cesaretli olmamızı sağlayan şey Emir’in de dediği gibi sıkılmış ve bunalmış olmamız. Artık bazı konuları üstü kapalı bir şekilde anlatmaktansa apaçık ortaya koymak gerektiğini düşünüyoruz. Yani evet o sahnede bir gerilla var, o sahnede bir Türk askeri var, bir muhabir var, ortada çalışmayan bir araba var ve oradan gitmek için o insanların hayalleri var bizim olduğu gibi ve çok insani hayalleri var.

Oyunda Kürtçe konuşuyorsun Berkay sen. Karikatür ya da yarım yamalak olmaması nasıl mümkün oldu?
B.A.:
Ben oyunu Türkçe yazdım daha sonra Destar Tiyatro’dan Mensur Zîrek oyunda gerillanın konuştuğu bölümleri Kürtçe’ye çevirdi sonra beni de Kürtçe’ye çalıştırdı. Hatta ilk çalışmamızda,  Mensur dedi ki “bir oku”, ben de okudum yani dinlediğimiz Kürtçe müziklerden kalanlara falan dayanarak. Mensur baktı bana “anladım abi” dedi, dedim “Nedir yani? On üzerinden kaç?” “1 abi” dedi. Dedim ki “Mensur zaten 0, ağzımın kapalı hali”. (Gülüyorlar) Sonra çok çalıştık, çıkardık işte.


BENT İLE HOMOFOBİMİZİ BERTARAF ETTİK

Bent’i konuşalım. Başka türlü bir “yalnızlık” anlatısı..defalarca oynanan, sinemada çekilen, ödüllü de bir metin. Yönetmeni de Meltem Cumbul, onun okulda da sizin hocanız olması vesilesiyle ayrı bir önemi var sanırım?
E.Ç.:
D22’nin ilk oyunu Bent, 1 Mart 2013’te galasını yaptık, bu sezon 3. sezonunu oynuyoruz. Bizim için de özel bir yeri var, ilk göz ağrımız diyebiliriz. Okuldan mezun olduğumuzda bir metin arıyorduk. Ve Meltem hocanın yönetmesini çok istedik çünkü çok güzel çalışmıştık son sene. Dedik ki acaba yönetir mi, Berkay da gidip konuşacağım dedi, biz de yok canım yönetmez dedik, yok dedi konuşacağım ben, sağ olsun kabul etti Meltem hoca. Daha sonra oyunun çevirmeni hem de Freddy Amca’yı oynayan Mesut Özkeçeci’nin çevirdiği metin için Meltem hoca dedi ki “Benim elimde bir metin var; Bent. Ama siz ilk önce filmini izleyin” dedi. Biz oturduk üçümüz filmi izledik.

Sonra...
C.K.:
Olmaz dedik.
E.Ç.: Evet, olmaz dedik. Meltem hoca neden olmaz diye sordu. Çünkü oyun çok cesurdu ve aslında biz Meltem hoca olmasa o metni koymazdık. Meltem hocaya çok güvendiğimizden oynadık.
B.A.: Çok zor bir metindi, bir de tabii film olduğu için hikayenin görselliği, bir çok sahnenin zorluğu da vardı.

Nazi dönemiyle ilgili çok şey okuduk, izledik, dinledik ama eşcinsellere o faşist elin nasıl değdiği o şiddettin yandısıdığı arka sıralarda kaldı. Bent bunu düşündürdüğü gibi homofobik olmadığını düşünen bizlerin de eşiğiyle yüzleşmesine neden oldu. Peki bizim için böyle de siz oyuncular için nasıl bir sınavdı? Başka bir açısı getirdi mi?
C.K.: Getirdi. Bir noktada homofobik yanımızı keşfedip, bunu bertaraf edip, dönüştürüp, kanalize etmeye yol açtı. Eşcinsel bir dansçıyı oynuyorum, bu kolay bir şey değil, taklitten kaçınmak kolay olmadı benim için. Prova süreci olarak zor anlar geçirdim ama başka bir noktadan yaklaşınca vicdanlılık konusunda yeni bir yol açıldı ve buradan karakter ortaya çıktı.
E.Ç.: Asla geri bir düşüncemiz yok diyoruz ama metni çalışmaya başladığımızda anormal bir şeyler olduğunu anladık. Çünkü küçüklüğümüzden beri empoze edilmiş, en küçük küfürde dahi kullanılmış, ailede, televizyonda, sosyal hayatın içinde kullanılan  bir “ibne”kelimesi var. Biz gündelik dilimizden dahi argoyu çıkardık ve etrafımızda kullanıldığı zaman çok rahatsız olur hale geldik. Bu yüzden Bent’in yeri çok ayrı, çünkü bir insanın kendinde olmadığını düşündüğü negatif bir şeyi farketmesi, çok değişik bir yolculuktu. Hitler’den şöyle bir alıntı var, broşürümüzde de kullandığımız;
“Ve sadece içindeki erkekliği korursa yaşayabilir Almanya
Ve sadece disiplinli olursa erkekliğini koruyabilir,
Özellikle aşk konularında, özgür aşk ve yozlaşma disiplinsizdir.
Bu yüzden halkımızı incitecek her şeyi reddettiğimiz gibi sizi de reddediyoruz.
Aklından eşcinsel düşünce geçen insan bile bizim düşmanımızdır.”

Bu gerçekten faşizm. Geride kaldığını düşünüyoruz bir de...
E.Ç.: Aslında bugün de çok başka bakılmadığı, görülmediği bir anlayışla yaşıyoruz.
C.K.: Bu oyunu seçerken neden Bent’i oynayalım gibi bir düşünce oldu ama metnin içine girince anladık ki bu evrensel bir şey, bu tamamen faşizme dair, tamamen sevgiye, aşka dair bir şey. Bir noktada aşkın faşizme direnişi, oyunun olayı bu.


‘BEYAZIT’TAKİ YUMRUK BUGÜNKÜ YUMRUK; GEZİ’DE GÖRDÜK BUNU’

Şimdiye kadar Gezi’nin konu olduğu filmler çekildi, kitaplar yazıldı, oyunlar sahnelendi, sanatın neredeyse her dalında Gezi rol aldı. Siz Karabatak’ta Gezi’yi Nazım’dan nasıl anlattınız?
B.A.:
Haziran Direnişi’nin hepimizde ezberi bozduğu aşikar. Nazım Hikmet’ in şiirlerini zaten okurduk ama Nazım Hikmet’ i başka bir taraftan okur olduk o dönemde ve bu yüzden benim için Karabatak Ali İsmail, Ethem ve Berkin’e, Nazım Hikmet şiirlerinden dönüştürerek yazdığım bir metin oldu. Çok fazla dramatikleştirmeden başka bir anlatım ve okumanın mümkün olduğunu düşünerek yaptık. Bazılarına göre eski olan Nazım Hikmet’in dizelerinin ne kadar yeni olduğunu görüp onlarla bir okuma yaptık biz de.
E.Ç.: “..Beyazıt’ta vurulup düşen/kalktı yerinden” diyor adam. Daha binlerce binlerce dizesi var bugüne dair. Çünkü o zaman ki yumrukta bugünküyle aynı yumruk. Sadece biraz biçim değiştirmiş hali diyebiliriz. Gezi’de de aynı yumruğu gördük.

Gezi’yi anlamak derken kaybetme duygusu da çok yaşandı. O duyguyu sanatta görmek insanı üzüyor, çünkü orada kazandık. Sizin oyununuzda da Gezi’ye çok güzel yaklaşıldığını hissedebiliyoruz. Sahnelenmesine nasıl karar verdiniz?
C.K.: Karabatak Gezi’de yitirdiklerimize, kazandıklarımıza, umutlarımıza adanmış bir performans tiyatrosu.  Aslında içimizden çıktı çünkü Gezi’ye bakarken, içindeyken, yaşarken ne hissediyorduk? İçimiz nasıldı? Diyaloglu bir tiyatro bizim için iyi değildi. Ama performans ağırlıklı olması, Gezi’ de hiç durmayan dinamiği göstermesiyle bizi ifade ediyordu.


YAZARLAR ORMANI OLUŞUYOR

D22 başka ne yapıyor?
B.A.
: Yeni bir oyun yapacağız, onun dışında bir projemiz var; Yazarlar Ormanı. Yazarlar Ormanı’nda her ay bir yazarı veya şairi anma gecesi düzenliyoruz, ama bu gecelerin şöyle bir anlamı var: her gelen seyirci fidan dikmek için geliyor. 5 lira olan bilet fiyatıyla aynı olan fidanlarla yıl sonunda D22 Yazarlar Ormanı kuracağız. Atilla İlhan’la başladık, Orhan Veli, Aziz Nesin’ le devam ettik... Ayrıca sahnemiz çok güzel konserlere de ev sahipliği yapıyor.

Böyle şairli, şiirli konuşurken şiir bitti diyorlar?
E.Ç.:
Hep derler ama şiir bitmez!
C.K.: Ama 27 Ocak’ta D22’de Cemal Süreyya.

ÖNCEKİ HABER

Cizre’de provokasyon denkleminin bilinmeyenleri!

SONRAKİ HABER

Devletimiz katildir!

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...