04 Ocak 2015 03:58

Röportaj: Emperyalist demokrasinin sınırları

Röportaj’ın, izleyiciyi bir espri olduğuna inandırdığı ve özellikle Amerikan önyargılarıyla, zihniyetiyle, politikasıyla dalga geçtiği, Kuzey Kore klişelerini de boşa çıkardığı ilk kısım, hakikaten zekice kotarılmış bir mizah içeriyor. Kuzey Kore ile ilgili Amerikan önyargılarını en ufak bir şekilde sarsmadan bittiği zaman, bunları ciddiye almanın imkanı pek kalmıyor.

Paylaş

Çağdaş GÜNERBÜYÜK

Amerikalı saftirik magazin programcısının kullandığı Sovyet yapımı tanktan ateşlenen merminin helikopterine isabet etmesiyle dünya barışının önündeki en önemli engel olan Kuzey Kore’nin zalim lideri Kim Jong-un ölür. Haftalardır tartışılan ve epey ortalığı karıştıran Röportaj (The Interview) böyle Amerikan tipi absürtlüklerle dolu bir komedi filmiyken, ciddi siyasi meselelerin ortasına düşüverdi.
Filmin gösterilmesini engellemek isteyen hacker saldırısının ardından, Sony’nin filmi vizyona sokmaktan vazgeçmesine kızan, sonra ondan da vazgeçip sınırlı sayıda salonda göstermesini kutlayan kişinin Amerikan Başkanı Obama olması tesadüf değil. Çünkü Röportaj, Obama tipi liberal demokrasinin esnekliğinin sınırlarını anlamak için başarılı bir örnek aslında. Şöyle ki, Amerikan medyasının aptallaştırıcılığından, siyasetinin dünyanın geri kalanına verdiği hasardan, cinsiyetçi homofobik şarkı sözlerinden lafını esirgemiyor. Kuzey Kore ile ilgili önyargıları da boşa çıkarınca, hakikaten farklı bir şeyler söyleyecekmiş gibi ümit veriyor. Derken kahramanlar, Kuzey Kore’nin diktatörden kurtuluşunun fitilini ateşleyip Amerikalılıklarıyla ve Korelilerin onlara benzeme yolunda attığı adımlarla gurur duyarken perde kapanıyor.
Diktatörlerle dalga geçmek, komedi sinemasının fıtratında var. Sinema tarihinin en bilinen filmlerinden birinin Charlie Chaplin’in Büyük Diktatör’ü olması, boşuna değil. Büyük Diktatör, sıradan kahramanı berberle Hynkel adlı diktatörü karşı karşıya getirir, Hitler’den esinlendiği çok belli olsa da adı farklıdır, buraya dikkat.
Röportaj ise, “düşman devlet” Kuzey Kore’nin ve mevcut devlet başkanı Kim Jong-un’un adını açıkça verirken yaptığı şey parodi değil, Amerikan devlet dilinin tekrarı. Bu daha çok Çıplak Silah’ın üslubuna benziyor. 80’ler ve 90’larda, ZAZ henüz bir müzik grubunun adı değilken yapılan absürt komedi serisi, döneminde Amerikan mizahının zirvesindeydi. Film klişeleriyle dalga geçmek üstüne kurulu filmlerdi. Ama içindeki apolitik görünen “diktatör” temsilleri, gerçek isimleriyle Arafat’la Humeyni’yle Gorbaçov’u, Kaddafi’yle Idi Amin’i yan yana koyabiliyordu. Esprilerinde ise, klişelerle dalga geçmek yoktu, tam tersine bu isimlerle ilgili Amerikan popüler kültürü ve ana akım siyasi literatürde ne deniyorsa ondan ayrılmıyordu.  
Politik olarak iddiasızmış gibi görünen bu absürt filmlerin, Chaplin’in, Mel Brooks’un, ya da South Park, Team America gibi filmlerin parodisinden en çok ayrıldığı yer bu: Klişelerle alay ederek başlayıp, Amerikan emperyalizminin temeline dokunmaktan kaçınması. Pentagon’un, CIA’in en düşman ilan ettiği kim varsa, onlara “diktatör” demenin kendisinden başlayarak, Kuzey Kore’nin özgürleşmesinin simgesini de “sandık” olarak gösteren “Kore’de seçimler yapılacak” haberlerine kadar, ABD’nin dünyaya demokrasiyi getiren ülkeymiş gibi davranma zırvası, aynen tekrarlanıyor. Malum, Suudi Arabistan gibi ülkeler, zamanında Saddam’dan Mübarek’e şimdinin düşmanlarının her biri, bir zamanlar olduğu gibi, Amerikan dostuyken “diktatör” sayılmazlar. Aynısı Hollywood için de geçerli. Başka ülkenin iç işlerine karışmayı, hele de ABD’nin karışmasını sorun etmemek, olsa olsa suikasta gerek olmadığını söylemek, ne kadar muhalefetse, o kadar. Bu bir klişeye düşmekten daha da fenası elbette, emperyalist önyargıları pışpışlamak desek daha doğru.
Kuzey Kore’yi suikasta giden televizyoncuların filmi Röportaj ise, bir espriymiş gibi başlıyor. Başka bir şekilde yine Amerikalıların Korelilerin kurtarıcısı olduğu ve tabii Kuzey Kore için söylenen açlık, toplama kampı vs. ne varsa doğru çıktığı bir finale ulaşıyor. Oysa, izleyiciyi bir espri olduğuna inandırdığı ve özellikle Amerikan önyargılarıyla, zihniyetiyle, politikasıyla dalga geçtiği, Kuzey Kore klişelerini de boşa çıkardığı ilk kısım, bir yere kadar zekice kotarılmış bir mizah içeriyor. Bir yandan, her sahnesini, her repliğini anüsle ilişkilendirmeyi becererek erkeklikle de bir anlamda uğraşıyor. Ama Kuzey Kore ile ilgili Amerikan önyargılarını en ufak bir şekilde sarsmadan bittiği zaman, bunları ciddiye almanın imkanı pek kalmıyor.
Eminem’in gay olduğunu itiraf ettiği sahne, başta çok çarpıcı. Şarkı sözlerinde cinsiyetçiliğin, maçoluğun en büyük temsilcisi gibi davranılan Amerikalı rapçi, “Tabii ki öyleyim, nasıl anlamazsınız” deyiveriyor, rahatça, özgüvenle. Bu meselenin, onu tabu saydığı düşünülen çevrelerde bile çok kolayca espri konusu yapılabilmesi, başta insanı etkiliyor. Aynı programdaki itiraflar serisi, Matthew McConaughey ile bir keçi arasındaki münasebete kadar gelince, bu “mezhebi genişliğin” tabu yıkmak bir yana, eşcinselliği sapıklıktan çok uzağa koymadığını açık ediyor.
Röportaj’ın konusu, bir magazin programı sunucusu ve yapımcısının, Kim Jong-un ile röportaja Pyongyang’a gitmesi üstüne. Ona suikast yapmakla görevlendiriyor, beceremiyor ve beklenmedik birtakım olayların içine düşüyorlar. Filmin en büyük başarısı ise, emperyalist demokrasinin sınırlarını tarif etmesi. Röportaj’ın kendisinin hikayesindeki gibi; filmi engellemeye çalışan hacker eylemleri üstüne kalan Kuzey Kore sansürcü, filmi zarar etmemek için vizyona sokmayan, sonra sınırlı olarak sokan Amerikan kapitalizmi demokrat. Homofobiyle ya da magazin medyasıyla dalga geçmede sınır yokmuş gibi yapsa da, emperyalizmi eleştirmeyenin gideceği yer çok uzak değil.

ÖNCEKİ HABER

Öldüren utansın

SONRAKİ HABER

Geçti dost kervanı...

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...