29 Aralık 2014 00:57

Yaş ilerledikçe ölünecek şeyler değişiyor

Murat Mahmutyazıoğlu’nun kaleme aldığı, Sami Berat Marçalı’nın yönettiği Fü ikincikat-karaköy Sahnesi’nde izleyiciyle buluşuyor. Deniz Türkali ve Serra Yılmaz’a Canan Atalay ve Aziz Caner İnan eşlik ediyor.

Paylaş

Devrim ACAROĞLU
İstanbul

Fü’nün bakımı ile ile ilgilenen genç kız, Sibel tiyatro okumak ister. Fü’nün geçmişine dair pişmanlıklardan biri de tiyatroyu bırakmış olmasıdır. Sibel’e içtenlikle yardım edecektir Fü. Sibel’in “bir şeyi hayatını ortaya koyacak kadar sevdiniz mi?” sorusu Fü’nün bütün pişmanlıklarının kapısını aralar. Birbirinden çok farklı iki kardeş, Fü ve Mü birbirlerinin A planı olmasalar da birlikte yaşlanmaktadırlar. İki kardeş, iki kuşak, iki dünyayı biraraya getirir Fü.
Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun kaleme aldığı Fü’yü Deniz Türkali (Fü) ve Serra Yılmaz (Mü) ile konuştuk.

İki kardeş Fü ile Mü birbirlerine karşı biraz acımasız değil mi sizce de?
Türkali:
Ben öyle olduklarını düşünmüyorum, müthiş bir sevgi var aralarında ve ciddi bir dayanışma içindeler. Fü, bir kabukla, zırhla yaşıyor. Münevver daha sahici, itirazları daha doğru, öfkesi daha haklı. Ablasının iyiliğini istiyor aslında Mü, iyiliği isterken bazen çok sert konuşmalar yapabilir.
Yılmaz: Birlikte yaşayan insanların arasında aşk ve nefret birlikte ilerler. Bu ilişkide de böyle. Çok aşık olduğunuz adamdan zaman zaman da nefret edersiniz, en azından ona aşık olduğunuz için nefret edersiniz. Çünkü ona aşık olduğunuz için bir  bağımlılık içinde yaşamaktasınızdır. Sevdiği nesneyi yok etmek istemeyen kişi var mıdır? Bu diyalektiğin kuralı zaten. Dolayısıyla ben böyle çok sert bulmuyorum ilişkimizi.
Bilakis çok çabuk yumuşadığımızı düşünüyorum. Kavga sahnesinde bile Fü’nün kötü olduğunu hissettiği andan itibaren Mü’nün pişmanlığını hemen ifade etmesi çok yumuşak bir şey. Hangimiz bu tür bir durumda anında pişmanlığımızı söyleyebiliyoruz ki?

Tatlı bir sitkom havasında espriler uçuşurken, Fü’nün Mü’nün çocuğunu arayıp ona ayar vermesi ve bunun ters tepmesi biraz ağır değil mi?
Yılmaz:
İyi niyetle arıyor.
Türkali: “Anneni üzme, kendine gel, ayağını denk al” diyor. Annesiyle arasına girmesi doğru değil ama düşünün ki onlar iki kardeş ve birbirlerinin hayatını çok iç içe yaşıyorlar ve kadının, Fü’nün hayatını kolaylaştırmak, sağlığını korumak, gibi dertleri var. “Sana para yetiştirmeye çalışıyorum”, “bakıcı bulmaya çalışıyorum”, “kırıntılarından bıktım”… Kim bıkmaz? Yani yarı deli bir kadın var evin içinde. O kadının da hayatında ağır bir pişmanlık var, tiyatroyu bıraktığı için, sevgilisini bıraktığı için, devrimciliği bıraktığı için pişman. Birdenbire bambaşka bir kadın olmuş ve kendisine bir zırh edinmiş. Söyledikleri hiçbir şeyde aslında birbirlerine öfke, nefret yok. Birbirlerini çok sevdikleri seyirciye geçmiyorsa biz yanlış oynuyoruz demektir.

Birbirlerini sevdikleri seyirciye ziyadesiyle geçiyor ama hava da hemen bozabiliyor…
Türkali:
Çok normal…Birlikte yaşayan insanlarda çok normal. Sizin kardeşiniz var mı? Var.
Türkali: Birbirlerine kardeşler çok laf sokar, çok itişip kakışırlar. Feci laf sokarız biz Barış’la (Pirhasan) birbirimize. Serra’yla kardeş gibi olduğumuz için 24 saat kavga ederiz mesela.
Yılmaz: Doğru bu.

ACISI OLMADAN YAŞAYAN KİM VAR Kİ

Birisi acısını deliliğe vurarak örtüyor, diğeri de  hayata tutunan, güçlü bir kadın imajı ile örtüyor. Acımızı doya doya, bağıra çağıra yaşamaktansa neden örteriz?
Türkali:
Bazı insanlar da çok fazla ifade eder, abartır da abartır acısını, bazısı kapanır, hiç söylemez, yapıya göre değişen bir şey bu. Bu kadın her şeyi deliliğe vurarak, acısını bir biçimde saklamış. Mü de onu söylüyor, “etrafa senin deli olmadığını kanıtlamaya çalışıyorum” diyor, o da öyle bir yapı.
Yılmaz: Acısı olmadan yaşayan kim var ki. Herkesin kendine göre bir matemi, bir sıkıntısı var. Herkes onunla baş etmenin yolunu buluyor. Mü de, “koca gitti, oğlan gitti, arkadaşların hepsi cehennem oldu gitti” diyor.
Türkali: O da Fü’ye sahip çıkarak saçını ablasına süpürge ederek o acıyı kapatmaya, örtmeye çalışıyor. Ablasına ablalık yapıyor aslında.

Fü’nünki çok etkileyici bir hikaye belki ama Mü’nünki herkeste olabilecek türden…
Yılmaz:
İnsanların hayatlarını kazıyın ne travmalar bulursunuz.
Türkali: İnsanların serüvenleriyle, karakterleri aslında birbirlerine çok yakın. Kendi karakterimizin hayatını seçip yaşıyoruz.

Günlerden bir gün bir hatalı bir karar veriyorsun ve sonuçları çok ağır oluyor. 30 yıl o pişmanlıkla yaşamak… Sizce mümkün mü bu?
Türkali:
Kendim yaşamadım Allaha şükür de, yaşayan o kadar çok insan gördüm ki içim paralandı. Bu acıyla, pişmanlıkla, öfkeyle yaşayan insanların hayatı kendilerine de dünyaya da zehrettiklerini biliyoruz. Bu çok acıklı bir şey ama oluyor. Bizde olmaz zannetmiyorum.

Niye olmaz?
Türkali:
Olmadı, olmazdı.

Sibel gibi sorsam size; bir şeyi hayatınızı ortaya koyacak kadar tutkuyla sevdiniz mi?
Türkali:
Valla o birazcık dönemsel benim açımdan. Kendime ben ölecek kadar çok seviyorum birini, bir şeyi dediğim çok olmuştur hayatımda ama sonuç olarak yaşıyoruz.
Ama o duygunun ne olduğunu biliyorum. Bir şeyi ölecek ya da öldürecek kadar sevmenin…
Yılmaz: Kalkıştı birkaç defa öldürmeye ama engellendi (gülüyor).

Sizde ne var efendim?
Yılmaz:
Oldu.
Türkali: Onda da oldu. O söylemez de ben söyleyeyim. Olmaz mı? Herkesin hayatında olur. Bilmiyorum, şu anda uğruna ölecek başka şeyler oluyor, başka ruh halleri oluyor.
Yılmaz: Ölünecek şeyler değişiyor, yaş ilerledikçe.

AL BİR, VUR ÖT

70’lerdeki tiyatro diliyle ilgili küçümsemeden ama inceden gülümseten bir hatırlatma var oyunda. O günün tiyatrosunu ezbere biliyoruz. Gönderme yapılan oyunu izlemiş kadar olduk. O kadar…
Türkali:
Çünkü aynı oyunları oynuyorduk zaten, marşlar, aynı hikayeler…Valla 70’lerdeki muhalefet anlayışıyla şu andaki muhalefet anlayışı çok farklı. 70’lerdeki muhalefetin temeli sosyalizmdi. Şu andaki temel, en azından benim ve Serra için sosyalizm değil. Sosyalizmi o zaman bir kurtarıcı anahtar olarak görürdük. “Sosyalizm olacak ve her şey düzelecek, kadın meselesi kalmayacak” mesela. O zaman eşcinsellik söz konusu değildi, kapitalizmin bir oyunuydu. Bireysel özgürlüklerden söz etmeye başladığınız zaman sınıf bilincinize ihanet etmiş oluyordunuz. Şu anda öyle olmadığını, bireyin kendisinin ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Bu bir egoizm değil, bu kapitalizmin bize "birey birey" diye dayattığı şey değil ama hakikaten birisi olmanın ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Bugün, çevreyi de, eşcinselliği de, kadın hareketini de, sınıf hareketini de içeren, hep birlikte dirsek temasıyla yan yana olup,  ama birbirimizin üzerinde iktidar kurmaya hevesli olmayan bir muhalefet benim anladığım muhalefet. Yoksa bu iktidarı devirmemiz tek başına önemli değil ki, “al bir, vur öt” diyorum buna kısaca.
Yılmaz: İktidar çok tehlikeli, çok cezbedici. İnsanların nasıl büyülendiklerini görüyoruz hep birlikte.  Ve farkına varmadan iktidar dilini benimsemek diye bir şey de var.

70’lerin tiyatrosunu biliyoruz dedik. Şimdiden geriye ne kalır sizce ileride?
Türkali:
70’lerde sosyalizmi anlatan oyunlar vardı. Şimdi çok daha farklı dillerle anlatmaya çalışan, farklı dertleri ifade edebilen oyunlar var. Oyunda Fü’nün dediği gibi devrimci tiyatrolardan söz edildiği zaman sosyalizm dışında başka konulardan söz etmek mümkün değildi. “Kalkın”, “Uyanın”, “Kendinize gelin” diyen oyunlardı… Şimdi “biz bir şey anlatıyoruz, siz de bunu düşünün” diyen metinler var.  Sosyalizm gelince her şeyin çok güzel olacağına artık hiç kimse inanmıyor diye düşünüyorum.
Yılmaz: İnanmasınlar. Sosyalizm gidince de hiçbir şey sütliman olmuyor.
Türkali: Doğru, anti-kapitalist olmaktan vazgeçmeye imkan yok.

SUÇ ORTAKLIĞIMIZ VAR

Sahnede birlikte olmak nasıl bir deneyimdi?
Türkali:
İlk defa birlikte oynuyoruz. Doğrusunu isterseniz hep söylüyorum yine söyleyeyim provalar sırasında Serra’yı sadece öldürmeyi düşünüyordum. Muhtemelen o da beni.

Böyle olunca rolünüze girmeniz çok kolay olmuştur… Neden peki?
Türkali:
Şöyle bir fark aramızda ben bir prova sapığıyım. Altı ay prova yapabilirim. Serra da altı ay oynayacaksak toplam altı prova yapalım diye düşünür. Fakat birlikte oynamak o kadar keyifli ki. Serra o kadar absürd, o kadar komik bir kadın ki. Bir kere kuliste olmak bile yetiyor. Çok severek oynuyoruz. Serra’nın bizim için söylediği bir laf var, benim de çok hoşuma gider; suç ortaklığımız var. Bu suç ortaklığı bize iyi geliyor.
Yılmaz: Gözümüzden anlarız birbirimizi. Yılların arkadaşlığının getirdiği bir şey. Suç da işlemişizdir (Gülüyor).

ÖNCEKİ HABER

Vatandaş çözüm, müteahhit ‘av’ peşinde

SONRAKİ HABER

Arap Coğrafyası 2014 yılını geride bırakırken

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa