21 Aralık 2014 00:56

'Tuhaf'

Bir başka deyişle, yeni taraflaşmada da “bir kısım sol”lar, tarafların meşruiyetinin payandası oluyorlar. Yeni denklemde ulusalcılar ile AKP, sol liberaller ile cemaate karşı.

Paylaş

Tolga TÖREN

Dün bir arada bütün toplumsal muhalefeti kriminalize eden, Kemalist muhalefeti topyekün Ergenekon, Kürt muhalefetini topyekün KCK, sol muhalefeti de Devrimci Karargah torbasına koymaya çalışıp, sonra bütün torbaları tek ve daha büyük bir torbada toplamaya çalışan iki güç ayrıştı.
Bir aradalarken, meşruiyet sağlayabilmelerinin önemli yollarından birisinin solun en azından bir kısmını yanlarına almak olduğunu biliyorlardı. Nitekim bu politikalarında başarıya da ulaştılar. Kafasını kaldırdığı her yerde “devlet” gören; ama sermaye ve sınıfı asla göremeyen liberal solu, “darbelerle hesaplaşıyoruz” söylemine yaslanarak yanlarına çektiler.
“Örgüt”ü değil ama “cemaat”i modern çağın sığınağı gören, Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AKP) ise, merkeze karşı çevrenin temsilcisi sayan bu “sol” da, o yana çekilmeye çok meyilliydi, haliyle.
Ama bu iki gücün karşısındaki güç olan ulusalcılar ve ordu da rakibinin bildiğini, yani toplumsal meşruiyet için, solun bir kısmının desteğini alması gerektiğini biliyordu. Ve sol liberallerin diğer taraf için yerine getirdiği misyonu, bu cenahta da ulusalcı “sol” üstlendi. Küreselleşmeye karşı ya da anti kapitalizmden koparılmış, kof bir antiemperyalizmin peşine takılarak ille de (kapitalist) ulus devlet diyen bu sol, bunu yaparken, tüm teçhizatını NATO’dan almış, tüm stratejik yönelimlerini NATO ile birlikte gerçekleştirmiş olan TSK’yı öncü güç mertebesine yükseltti.
Karanlık dönemlerden geçildi. Hatırlayalım... Bayrak yakan çocuk provokasyonları, Hrant Dink cinayeti, “Dolmabahçe mutabakatı”, linçler, 27 Nisan muhtırası...
Bu tarafların hiçbirisi ezilenlerin cephesi için bir anlam ifade etmiyor, hiçbirisi başka bir dünyanın kapılarını açacak bir seçeneğe yaslanmıyor diyenler ise, her iki cephe tarafından da ötekinin destekçisi olarak yaftalandı, 2010 referandumunda da, son yerel seçimlerde de, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de.

YENİ DENKLEM KURULDU

Şimdi dengeler değişti. Ulusalcılar ile cemaat, AKP ile sol liberaller yer değiştirdi. Ulusalcılar “F tipi örgüt”le mücadele ediyor diyerek Tayyip Erdoğan’ın ve “Yeni Türkiye”nin tarafına geçer, yeni Osmanlıcı hülyaların, büyük Türkiye adına payandası olurken, sol liberaller ise dün demokrasi havarisi olarak kutsadıkları AKP’nin otoriterliğini keşfedip, cemaatin yanında saf tutuyorlar. Doğu Perinçek’in Akit’e verdiği röportaj akıllardadır hala. Murat Belge’nin ya da Baskın Oran’ın cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a “otoriter” diyerek çıkışmaları da…
Bir başka deyişle, yeni taraflaşmada da “bir kısım sol”lar, tarafların meşruiyetinin payandası oluyorlar. Yeni denklemde ulusalcılar ile AKP, sol liberaller ile cemaate karşı.
Önde gelen ulusalcılarının da yakınlarda yakındığı üzere, CHP bir uçtan diğer uca, ulusalcı solun payandalığından sol liberallerin payandalığına savruluyor. CHP’nin cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde cemaat ile yaptığı ittifak da akıllardadır hala.  
Cemaat Ahmet Şık’a selam gönderir, liberalleri binasında ağırlarken, ulusal kalkınmacı profesörler AKP’ye ya da onun çeperindeki sermayeye ekonomi raporları yazıyorlar. AKP kalkınmacılığı yeniden keşfeder, bağımsız düzenleyici kurullara, Merkez Bankası’nın bağımsızlığına ses çıkarırken, TÜSİAD’a komprador, MÜSİAD’a yurtsever burjuvazi muamelesi yaparken, CHP bir sermayedarı Sosyalist Enternasyonal’e temsilci gönderiyor, genel başkan yardımcısı aracılığıyla, işsizliğin yatırım iştahının kesilmesi sonucu arttığını açıklıyor.
Kim bilir, belki de Hasan Hüseyin’in “Tuhaf” şiirini hatırlamak gerekli:
“siz tuhafı belki de / yaprakları yedi renkli / bir merakeş menekşesi sanıyorsunuz / oysa tuhaf deyince ben / bir tozlu kasabada bir tozlu tuhafiye / cıncık boncuk helva zeytin / krem pertev ve göztaşı / çekoslavak kurşunkalem / öğrencisiz sarıdefter / cetvel silgi açıölçer / çıplak kadın fotoğraflı aynalar / solgun kuka iplikleri kazak şişleri / ve kurumuş birkaç sinek / ve şahiçe süreyya / ve keriman halis ece / güzellik kraliçesi / bir de bismillah” diye başlar Hasan Hüseyin.
Ve devam eder:
“bana bir de tuhaf gelen / neron’ların hitler’lerin sandıktan çıkması / seçenlerin seçilenden korkması / rüşvetin papaz gibi girip çıkması / suçun ülke yönetmesi örneğin / ve zincire vurulması suçlunun / bana hep tuhaf gelir nedense / tuhaf da değil hatta / bana hep komik gelir / demokrasi oynaması bir diktatörün / ve sırtlanın ağzında zeytin dalı tutması / çünkü tuhaf / bir tozlu kasabada bir tozlu tuhafiye / sakızlar durur rafta / üstünde besmelelerin.”
“Kalkınma”nın gerektirdiği santraller, yollar, inşaatlar için neredeyse bütün zeytin dallarının kesildiği bir dönem bu. Tozlu kasabaların tozlu tuhafiyelerinin yerini alışveriş merkezleri, raflarında sakız tutan bakkalların yerini ise süpermarketler alalı çok oldu. Her iki taraf da bu sürecin mimarı ve eser ortada. Anlaşmazlık ise, projeyi kimin çizdiğine ilişkin. Bu anlamda, bir fikri mülkiyet kavgası söz konusu. Fikri ya da maddi, nihayetinde iş gelip mülkiyete dayanıyor.
Dolayısıyla bir “hürriyet kavgası” yok ortada. Ne diyordu Hasan Hüseyin: “demokrasi oynayan bir diktatör” ve “zeytin dalı tutan bir sırtlan”.
“Tuhaf değil mi?”

ÖNCEKİ HABER

Tedrisat-ı Lisan-ı Osmanî

SONRAKİ HABER

Hevsel Bostanları ve sahipsizliği

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...