17 Temmuz 2011 10:04

Yunanca bir ses, Zazaca bir türkü

Sevda Aydın


Önce sizden ve çalışmalarınızdan bahsedelim isterseniz?
Bundan önceki albümüM Göçmen Kuşları vardı. Daha önce Orhan Pamuk’un ‘Benim Adım Kırmızı’ romanının sesli okunduğu albümde fon müziği yaptım. Bazı Yunan şarkıcılarla ortak yaptığımız albümler de var. Bu bahsettiğim albümlerden sadece Göçmen Kuşlar Türkiye’de yayınlandı. Son albümdeki 7 tane parça Göçmen Kuşlar albümünden. Ama üzerlerinde biraz değişiklik yaptık.

Müzikle başlayan serüveninizden biraz bahsedelim isterseniz?
Alevi olmaktan kaynaklı bağlamayla, çalsanız da çalmasanız da yoğun bir ilişki var. Bütün ritüeller, etkinlikler ve gecelerde ana gövdeyi  bağlama oluşturuyor. Dayım bağlama çalardı. Onun bağlama çalmasından etkilenerek, bağlama çalmaya başladım. Müzikle bütün ilişkim bağlamayla başladı ve hep bağlamayla devam ediyor. Güzel sanatlar lisesinde keman dersleri aldım. Almanya’da kompozisyon bölümünde Klasik Batı müziği okurken yardımcı enstrümanım piyanoydu. Ama okul bittiği zaman bu enstrümanları bir kenara bırakıp, tekrar bağlamaya haşır neşir oluyordum. Kendimi en iyi bu aletle ifade ediyorum. Bunu farkedince bağlamada uzmanlaşmayı doğru buldum. Bu da albümlerime yansıdı. Çoğu albümümde bağlama olmadığı halde etkileri mutlaka var.

BİR KAYIP OĞUL VE ONU ARAYAN ANNE

Sizin albümleriniz ve çalışmalarınız gerçekten dikkat çekici ama özellikle ‘Gurbet Kuşları’ albümünüzde ayrıca çok önemli unsurlar var. Gözaltında  kaybolanlara gönderme yaptığınız bestenizin hikayesini bir kez de bizlerle paylaşır mısınız?
Gözaltında kayıplar meselesini zaten biliyordum. Fakat bu kez bunu birebir yaşamış biriyle, Almanya’da Hüseyin Toraman’ın annesiyle tanışmıştım. Evlerinde kaldım bir gece ve Hüseyin’in annesine ‘Bana bu hikayeyi anlat, bende bunun müziğini yapayım’ dedim. Bu hikayede beni en çok etkileyen şey, oğlunu ararken verdiği mücadele ve bu mücadeleyi verirken, diğer oğlunu da bu sırada kaybetmemek için, 60 yaşında olmasına aldırmadan Almanya’ya iltica etmesi, bütün bunların yarattığı tranvalar.... İşte böyle bir hikayeydi. Ayrıca Hüseyin Toraman bir devrimci ve böyle de sahiplendiğim bir yönü de vardı bu hikayenin... Ne yapılabilir diye araştırıken İbrahim Karaca’nın bir şiirini gördüm. Zaten şiirin alt başlığı ‘kayıplar için’di. Bu şiir çok yalın ve benim dinlediğim hikayeye çok yakın bir şiirdi.

MARİA FARANTOURİ ZAZACA SÖYLEDİ

Maria Farantouri’nin albümünde Zazaca söyleme fikri nasıl oluştu?
Bu albümde on bir parça var. Onu benim bestelerimden oluşuyor. Sadece bir tanesi zazaca söylenen Daye Daye parçası Mehmet Çapan’a ait. İki parçayı ben seslendirdim. Zazacayı Maria Farantouri seslendirdi. Biliyorsunuz çok önemli bir sanatçıdır, Yunanlıların divası...  Maria Farantouri’yi dinleyen herkes, bu sayede dünyanın bir yerinde Zazaca diye bir dil olduğunu öğrenecek. UNECO Zazacayı risk altında olan diller listesine aldı ve buna dair de birşey yapmak adına da önemli bir çalışma oldu. Ayrıca dünyanın bir çok yerinde yaşanan katliamlar gibi, Dersim’de yaşanan katliamı anlatığı için de bu parçayı seçtim. Maria’ya Zazaca parçayı öğretmek için zorlanmadım. Çünkü, öncelikle Kürt halkına kardeş halkımız diyen biri ve ‘Kürt halkına katkı sağlayacak bir çalışmadan memnuniyet duyacağını’ söyledi. Ben parçayı Kemal Kahraman’la çalıştım. Sonra ben de Maria’yı çalıştırdım. Yunanistan’da Maria’nın sesini kaydettikten sonra Kemal’e gönderdim ve çok beğendiğini söyledi.

Bu albümdeki parçaların hikayelerini sizden dinleyebilir miyiz?
Aslında hepsini bir öyküsü var ama şöyle örnekler vereyim. Pirsultan’ın sözlerinde bestelediğim daha önce kullanılmamış şiirlerden oluşan üç parça var. Pirsultan’ın mücadelesiini anlatıyor. Mevlana’nın Hapisteler diye bir şiiri var. Bu şiiri ‘96 ölüm oruçlarıyla ilgili olarak bestelemiştim. Şiiri okuduğunuzda Mevlana’nın hapisteki devrimciler için yazdığını düşünürsünüz. Adnan Yücel’e ait şiirleri bestelediğim ve Göçmen Kuşları’nda yer alan bestelerim var. Daha önce ben seslendirmiştim, bu sefer Maria Farantouri Yunanca seslendiriyor. Adnan Yücel’le dosttuk, zaten o’na da çalıp söylemiştim. Üç tane de sözleri bana ait olan bestelerim var. Bunlardan bir tanesini Maria Farantouri’nin söylemesi için besteledim. İki parçayı ben söylüyorum, bir parçayı da beraber söylüyoruz. Bu albümüm Klasik Batı müziği formatında ama içinde bağlama var, benim türkülerim var.

Daha önce Pir Sultan operası yapmayı düşündüğnüzü söylemiştiniz. Bu düşüncenizde gelişmeler var mı?
Evet benim çocukluğumdan beri böyle bir hayalim var. Ama önümüzde başka bir opera çalışması var. Almanya’nın en önemli opera salonlarından birinin verdiği bir opera siparişi var. 2012’nin kasım ayında ilk defa çalınacak. Şimdilik söyleyemiyorum çalışmanın ismini onlar böyle istediler. 150 kişilik bir kadronun olduğu bir opera ve opera tarihinde ilk defa bağlamanın, kavalın, zurnanın ve davulun da olduğu bir opera klasikleşmiş bir eseri anlatacak. Ciddi bütçelerle yapılan bir çalışma ve biz de böyle bir imkan bulursak önümüzdeki dönemde Pir Sultan operasını yazarım.

Bu albümün Türkiye’de konserini yapacak mısınız?
Tabiki. Maria’yla birlikte Türkiye’de birkaç yerde konser vermek istiyoruz. Ama netleşen bir şey yok. Teklif bekliyoruz. Tabi albüm Türkiye’de yeni çıktı. Böyle bir projeyle ilgilenen birileri olabilir. Almanya’da konser verecez. Umarım Türkiye’de de veririz. Çünkü ben hiç Türkiye’de tek başıma konser vermedim. Grup Kutup Yıldızı’nda çalarken konserlerde vardım tabii ama tek başına ilk olacak. Almanya’daki konserimiz, az önce bahsettiğim opera salonunda 2012’de olacak.
(İstanbul/EVRENSEL)


Maria Farantouri kimdir?
İsmi çoğunlukla Mikis Theodorakis’le anılan Maria Farantouri, sanatçının oratoryolarında uzun süre solo bölümleri seslendirdi. ‘70 ve 80’li yıllarda Pablo Neruda’nın Canto General’ini yorumlayarak uluslararası şöhretini edinen Williams, Leo Brower, Vangelis, Lucio Dalla, Zubin Mehta gibi dev müzisyenlerin yanı sıra Zülfü Livaneli ile de büyük konserler veren Farantouri bu anlamda Türkiye-Yunanistan barış sürecinin önemli figürlerinden biri oldu.

Evrensel'i Takip Et