22 Eylül 2018 23:00

İçimizdeki tahtakuruları

Önümüze el yazısıyla yazılmış bir talep listesi düştü... Bu ‘dünya projesi’ni emekleriyle yapanlar, çok önceden çalışma koşullarından şikayetçiydi...

Fotoğraf: Havalimanı işçileri

Paylaş

Erdi TÜTMEZ

Yıllardır ‘dünya projesi’ söyleminin yanında; ‘en görkemli havaalanı’, ‘en büyüğü’, ‘en çok istihdam yaratanı’ gibi sözlerle ve ‘en’lerle allanıp püsleniyordu 3. Havaalanı projesi. Proje tanıtılmıştı, reklamlar televizyonlarda, gazetelerde, billboardlardaydı. Zaten ‘her şeyimizi kıskanan’ dış güçler, hele bu son projemiz hayata geçtiğinde kim bilir neler yapacaktı! Büyük devlet olmak çünkü, büyük saraylar dikmek, büyük havaalanları yapmak, mega projeleri hayata geçirmekti. Bunları hele bir yapamazsanız, işte o zaman üçüncü dünya ülkesi olurdunuz ve asla kıskanılmazdınız! Bir de bu yapılara bir isim de koymak gerekirdi, isimle de tarihsel ve kültürel kavgaların hepsinde de galip gelmeliydiniz...Tarih ilerlerken ve olaylar da böyle cereyan ederken, bir de bu ‘görkemli yapı’nın 29 Ekim’e de yetiştirilmesi emri gelmişti... Derken önümüze el yazısıyla yazılmış, 15 maddeli bir talep listesi düştü. Bu ‘dünya projesi’ni emekleriyle yapanlar, zaten bu tarihten çok çok önceden çalışma koşullarından şikayetçiydi. İnşaat alanının adeta bir toplama kampı olduğunu söylerken, birer ikişer işçiler can vermeye devam ediyordu. Ve son olarak 17 işçinin yaralanmasıyla sonuçlanan servis kazası işçileri isyan ettirdi, eylemleri kısa sürede yaygınlaştı ve gündeme oturdu. Sonrası mı? Yatakhane, lavabo, banyo temizlikleri düzenli olarak yapılsın, tahtakurusu sorunu çözülsün, iş cinayetleri çözülsün, 6 aydır maaşları yatırılmayan işçilerin ödemeleri yapılsın” diyen işçilerin kaldığı barakalara jandarma baskını oldu, yüzlerce işçi gözaltına alındı, 24’ü de tutuklandı. Tutuklanmalarına yapılan gerekçeler ise  “Kamu malına zarar verme”, “Polise mukavemet”, “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet”, “İş ve çalışma hürriyetinin ihlali” gibi iddialardı.

SAATLER ANKARA’NIN SAATİNE GÖRE KURULU

Ve sıklıkça karşılaştığımız bir biçimde medya, yaşananları yine sansürledi, çarpıttı. Televizyonlarda işçilerin bu isyanına yer veren yoktu. Saatlerce sus-pus halindeydiler, en ufak bir haber bile vermediler. Ta ki Ulaştırma Bakanlığı’nın ‘Yaşananlar provokasyon. Ne olursa olsun 29 Ekim’de açılışı yapılacak’ açıklamasına kadar. Saatlerdir ‘ölü taklidi’ yapanların alt bantları bir anda kırmızıya dönüverdi. Bakanlığın açıklaması dakikalarca o kırmızı bantta yer alıyordu. Peki ‘Bakanlık bu açıklamayı neden yapıyor?​’un cevabı yoktu, çünkü saatler Ankara’nın saatine göre kuruluydu.

MANTIĞI BAŞKA YERLERDE ARAYANLAR...

Gazeteler cephesinde de farklı bir durum yoktu. Türkiye Gazetesi ‘Havalimanında Gezi Filmi’ manşeti attı. HaberTürk yazarı Fatih Altaylı da “4 yıl 3 aydır gıkını çıkarmadan çalışan işçiler, açılışa 5 hafta kala “Ayaklandılar” Hem de sudan bir sebeplerden. Açıklanan ilk neden işçileri şantiye alanına taşıyacak otobüslerin gecikmesi ve yetersiz olması nedeniyle işçilerin yağmur altında beklemesiydi. Ardından bir başka gerekçe daha ortaya çıktı. İşçilerin kaldıkları yatakhanelerin koşulları iyi değildi. 4 yıl üç aydır o koşullara itiraz etmeyen işçilerin, bitime 5 hafta kala, inşaatın yüzde 98’i tamamlanmışken koşulları beğenmeyip ayaklanması doğrusu bana çok mantıklı gelmiyor.” diye bir yazı yazdı. Altaylı işçilerin bu insani taleplerine ‘sudan sebepler’ diyordu. Altaylı, bir ‘gazeteci’ olarak çıkıp da ‘Arkadaşım bu nasıl iş? Bu havaalanında işçiler ne diyor?​’ diye mantık arayacağına, mantığı başka yerlerde arıyordu. O mantık arayadursun Engin Ardıç durur mu? O da “Yatakhanede tahta kurusu varmış. Bizim okulda da vardı.” diyordu. Alo Fatih’ ismiyle ünlenen birinden elbette ‘tahtakurularını temizleyin’ talebini insani bir talep olarak değerlendireceğini düşünemezdik. Ya da “Kılıçdaroğlu, adayda arayacakları nitelikleri sayıp döktü: Herkesi kucaklamalıymış. O dediğin genelevde bulunur diye bir yazı yazabilen Ardıç’tan. Herhalde Ardıç’a ‘Nasıl yani, okulda da mı tahtakurusu vardı?​’ diye sorulsa ‘CHP dönemiydi’ diye cevap verebilirdi. Mantıkları, ‘mantıksızlık’ girdabındaydı çünkü... Bir de bir Akit yazarı var. Hani Genelkurmay Başkanı’nın rahatsızlığı sebebiyle ziyaret ettiği yazar, Mehtap Yılmaz. O da “Bu itler, bitlendik falan diyorsa da üzerlerine biber gazı sıkıp, içlerindeki şeytanı çıkartacaksın!” diyordu. Yılmaz, işçilere ‘itler’ diyebilecek kadar ileri gidebiliyordu...

İKTİDARIN HEDEFLERİYLE BAĞLANTILI POLİTİKA

Burada mesele elbette bu yazarlardan ibaret değil. Uzunca bir süredir en ufak bir hak arayışı ‘Hükümete yönelik bir komplo’ olarak görülüyor. Barış isterseniz suç oluyor, grev yapsanız ‘Milli güvenliği tehdit’ etmiş oluyorsunuz. Hakkınız olanı aramak için bir şey yaptığınızda kendinizi adliye koridorlarında isminizi ararken bulabiliyorsunuz. Medyası da bu politikanın etrafında vaziyet almış durumda, Erdoğan-MHP ittifakının hedefleriyle bağlantılı yürüyor. Ve şimdi de topluma hep birlikte ‘Ha işte gördünüz işçileri. Bir kafanızı kaldırın da görürsünüz’ diyorlar. Tutuklanan işçilerden biri olan 21 yaşındaki Ramazan Gözel ifadesinde kuzeninin iskele olmadığı için yüksekten düştüğünü, kendisinin havale geçirdiğini, buna rağmen ambulans gelmediğini, tedavi süresinin ücretten kesildiğini anlatıyor ve bundan dolayı tutuklanıyor ya; Ramazan’ın nezdinde de ‘Bunlar önemli değil. Ölecekseniz ölün. Ama eleştirirseniz sonunuz bu’ mesajı veriyorlar. Sözün özü; Tahtakuruları her yerde. Ölümüne sömürülürken yattığımız yatakta, evimizdeki televizyonların ekranlarında, gazetelerin nefret saçan köşelerinde... Ama unutulmasın ki her şeyin ilacı olduğu gibi tahtakurularının da var. O ilaç da hakkını arayanların, emeğini savunanların sesine kulak verip onlarla dayanışmada...

ÖNCEKİ HABER

Emek Partisi: Daha fazla İsmail Devrim'ler ölmesin diye mücadeleye

SONRAKİ HABER

Mülteci tatlılar

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...