06 Mayıs 2016 00:53

Erdoğan ile Davutoğlu, ‘büyük G’ ile ‘küçük g’ paradoksu

Erdoğan ile Davutoğlu, ‘büyük G’ ile ‘küçük g’ paradoksu

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Barrington Moore Jr’nin Şirin Tekeli ve Alâeddin Şenel’in güzel çevirisiyle Türkçeye kazandırdıkları  “Diktatörlük ve Demokrasinin Toplumsal Kökenleri – Çağdaş Dünyanın Yaratılmasında Soylunun ve Köylünün Rolü” eseri, siyasal rejimlerin Almanya’da, Japonya’da faşizme dönüşürken Fransa’da, İngiltere’de liberal demokrasi ağırlıklı kalmasının toplumsal nedenlerine yönelik yapısal analizler getiriyor. Epistemolojik olarak, yöntemsel olarak da uyarıyor: “Büyük G”leri (makroyu) analiz ederken “küçük g”leri (mikroları), küçük g’leri değerlendirirken de büyük G’leri unutmayalım.

Davutoğlu’nun temsil ettiği yapı ve zihniyet de küçük g değil de büyük G olabileceği gibi Erdoğan da büyük G’yi değil de küçük g’yi temsil ediyor olabilir.

Yapısal olarak, temsil ettikleri zihin dünyaları olarak aralarında büyük ortaklaşmalar olabileceği gibi farklılaşmalar da olabilir.

Akademi ile, yazı dünyası ile, inşaat dünyası, imam ve örgütçülük bambaşka dünyalar getiriyor olabilir ve tek başına İslamcı kodlar farklılaşmaları yeterince ortaklaştıramıyor olabilir. 

Arkalarındaki zümreler, eşler, çocuklar, memleketler, arkadaş dünyaları, kültür çevreleri, dostluk çevreleri… Tüm bunlar tümden ortaklaştırılabilir mi? Sınıfsal konumları da tümden zümrevi ortaklaşma anlamına gelmeyecektir.

Eğer tümden ortaklaştırılabilirse tek tip, homojen bir dünya oluşur ki bu durum zaten totaliter rejimlerin en hatalı saiklerinden birini oluşturuyor. Böyle bir şey de değişken bozuk dünyada değil ancak “öbür dünyada” mümkün olabiliyor.

Totaliter ortaklığı, aynı tip olmayı, değişmez, ezeli ve ebedi olmayı”Tanrı” soyutlamasında, biraz pratik dünyadan uzak “ide” olarak tasarlamak mümkün de bunu dünyevi olarak kurmaya kalkarsanız iş faşizme, iş IŞİD’e dönüşüyor.

Erdoğan’ın hakim olduğu dünya tarzı bilim, sanat, teknoloji veya yenilik yaratmak üzerine kurulu değil. Aksine bilimden sanayiden daha çok YERLEŞİK DEĞERLERİ KENDİNDE SEMBOLLEŞTİREREK yaşamın bütün alanlarında İKTİDARCILIK üzerine kurulu bulunuyor: Kültürel kodları kontrol (sosyal prestij kaynaklarını, örneğin İslam adına imamlığı) ve iktisadi kaynakları kontrol (dünyevi işlerde son ve hemen hemen tek karar verici olma).

Davutoğlu tıpatıp Erdoğan karakterinde olursa, mıknatısta aynı kutupların birbirini itmesi gibi, birbirinin en büyük düşmanları haline gelebilirler ki FETÖ ile yaşananlar biraz böyle gözüküyor (Osmanlı’da kardeş katli).

PARALELİN başka bir formu Arınç, Gül, Davutoğlu sayılır, çünkü otokratın otoritesini paylaşmaktan daha büyük bir paradoks yok, geriye “Padişahım sen çok yaşa” kalıyor (Ttiyatroda krallara en yakını palyaçolar veya soytarılardır. “Büyük Soytarı” filmi, sarayda yükselme arayışları, Türkçeye “Asalet Çılgınlığı” olarak çevrilmişti).

İkinci bir kişinin daha PADİŞAHLIK iddiası, nasıl bir padişah olacağı hiç önemli değil, BİRİNCİ PADİŞAHIN ölüm fermanı olarak algılanıyor, FAŞİZMDE buna yer yoktur, liberalizm birazcık PARALEL kaldırabilir.

Frazer’in KATİL RAHİP, katil kral paradoksunu antik kültürlerden günümüze ele aldığı Altın Dal eserini okumak konunun anlaşılması açısından önemli bulunuyor. Ormandaki kutsal rahip ancak bir öncekini öldürdüğünde tahta çıkabiliyor yani en kutsal olanı aynı zamanda “katil” biridir.

Devlete=Erdoğan’a PARALEL DEVLET olamaz, ne asker, ne Anayasa mahkemesi, ne the Cemaat, ne de Yalçıntaş, Arınç, Gül veya Davutoğlu…

Her güçlü veya güçlenebilecek odak ezilmelidir. Ölüleri neyse de yaşayan ikinci bir kral olamaz. Tek devlet, tek millet, tek din, tek cemaat, tek tarikat, tek adam, tek padişah, tek…

BİR sayı değildir, kendi içinde tamdır. Sayılar birliği bozar. İki üç birin birliğini bozar.

Fenomenolojik, zihni, düz mantıksal kodlar İKİNCİYİ kaldırmıyor ne yazık ki.

Memleket Erdoğan ile devam edecekse BAŞKANLIK dışında bir çözüm gözükmüyor. Çünkü başka birinci olamaz, güçlü bir başbakan olamaz, güçlü bir bakan veya parti lideri olamaz. Hatta çok iyi gazeteci, akademisyen, yazar, icatçı vb. de olamaz (Aancak başkanın hizmetinde ve başkanın namına olursa olabilir).

En iyisi hükümetin kendini tümden lağvetmesidir.

Bu da yetmez partinin de kendini lağvetmesi gerekir.

Meclisler, parlamentolar zaten hep sıkıntı olmuştur.

Üniversite, yargı özerkliği ve tarafsızlığı hiç de “birliğe” yakışmaz, çatlak sesler çıkartır.

Devrimler yakındır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...