06 Nisan 2016 01:00

Erdoğan-Davutoğlu hesapları

Erdoğan-Davutoğlu hesapları

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Başbakan Davutoğlu geçtiğimiz gün, “PKK silahlarını bırakır 2013 Mayıs’ına dönülürse, ülke içinde tek bir silahlı unsur kalmazsa, her şey konuşulabilir” dedi. Hemen akabinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Davutoğlu’na yanıtı geldi. Erdoğan, Davutoğlu’nu terslercesine, “Ortada müzakere edilecek, görüşülecek bir konu yok. Terörle mücadele son terörist imha edilene kadar devam edecek” sözleriyle, Saray sosuyla harmanlanmış tarihsel devlet politikasının devam edeceğini açıkladı.

Şiddet nasıl başladı, neden bu aşamaya geldi sorularını yeniden tartışmaya gerek yok. Nihayetinde kim nereden bakıyor olursa olsun hepimizin bildiği şu ki 24 Temmuz’da Kandil’e yapılan hava saldırıları ile çatışmalar başladı. Akabinde şehir merkezlerinde, ilçelerde süren ağır çatışmalar ile şiddet dallanıp budaklandı.

Çatışmalı süreçte onca zulme maruz kalmış, onca faşizan uygulamayla yüz yüze gelmiş bir halkın siyasi yürütücülerinin yaşananlardan zarar görmemesi, olumsuz etkilenmemesi mümkün değil. Hal böyle iken kimse kalkıp ‘durum 7 Haziran öncesi ile aynıdır’ diyemez elbet.

Peki, Kürt siyaseti açısından durum 7 Haziran öncesi ile aynı değil de yönetenler, özellikle de çatışmalı süreci bu noktaya getiren Saray açısından mı durum aynı?

Kürt siyaseti özellikle de açık alanda yürütülen sivil ve demokratik siyaset mekanizmaları 7 Haziran öncesine göre güç kaybetti. Ancak bu iddia edildiği gibi Kürt siyasetinin tükendiği, teslimiyet noktasına geldiğini açıklamaz. Tam aksine, yok ederek güçlendiğini sanan mekanizma yarattığı ağır tahribat ile Kürt siyasetini bitirdiğini iddia etse de görünen şu ki esasen bu şiddet politikalarıyla kendi sonunu da hazırladı.

Dikkat ederseniz, Kürt hareketi hem dağıyla, hem ovasıyla müzakere konusunda mutabakat sağlanırsa sürecin devam edebileceğini söylüyor. Çatışmalar başladı başlayalı hükümet kanadından en iyimser denebilecek açıklamayı Davutoğlu yaptı ki o da yaşananları hiçe sayan, sil baştan başlayacak bir süreçten söz etti. Erdoğan ise iki yol sundu: “Ya teslim olacaklar ya da kıstırıldıkları deliklerde birer birer etkisiz hale getirilecekler.”

Kendi cephesinden durumu ortaya koyan Kürt hareketi dışındaki açıklamalar esasen Davutoğlu ile Erdoğan arasında baş gösteren çelişkinin de dışa vurumudur. “2013 Mayıs’ına dönülürse süreç yeniden başlar” diyen Davutoğlu, aslında Kürt hareketine değil ülke içinde siyasetin yürütücülüğünü yapanlara, özellikle de Erdoğan’a seslendi. Bu açıklama sonrasında AKP’lilerden bile tepki göreceğini, Erdoğan’ın kendisini yanıtlayacağını biliyordu. O, bu beyanıyla tükenişi hızlandıran çatışmalı sürecin önüne geçmeyi amaçladı, bunun için de kendi çıkışının başlangıç noktasını belirledi. Davutoğlu, Kürt hareketinin başlangıç noktası olarak 28 Şubat’ı esas aldığını iyi biliyor. Davutoğlu’nun derdi, yeni bir süreç başlayacak ise bu çıtayı ne kadar kendi lehlerine çevirebileceği. Elbet bunu yaparken bir sonraki adımın, yani sürecin kendi kontrolünde girmesinin hesaplarını da yapıyor.

Saray’dan ön alma amaçlı bu çıkışı, Erdoğan hemen gördü. Çünkü diyalog ya da müzakerelerin başlamasıyla gündemleşecek bir siyasetin Rojava ve Suriye’deki yeni dönemle etkileşeceğinin ve nihayetinde gidip gelip Saray politikalarını vuracağının farkında. Bunu da en çok son ABD gezisinde anladı.

Beyanlardan anlıyoruz ki ABD, Rojava ve Suriye politikalarında bir değişikliği kabul etmesi durumunda Erdoğan ile görüşmeyi kabul etti. Bu koşulu kabul eden Erdoğan’ın ısrarlarına rağmen ikili görüşmede bir tek Suriye konusu masaya yatırıldı. Daha doğru bir deyimle ABD Başkanı Obama, Suriye konusundaki politikalarını Erdoğan’a tebliğ etti. Erdoğan’ı açıktan eleştiren Obama’nın bu tutumunun Türkiye’nin iç siyasetine etki yapmayacağını düşünmek olası değil.

Davutoğlu bu mesajı aldı. Çıtayı çekebileceği en alt seviyeye çekerek nereden başlarsa güçlü olabileceğinin mesajını verdi. Erdoğan, ancak çatışmaların devam etmesi durumunda tutunabileceğinin farkında. Kürt hareketi ise ‘diyalog süreci tamamlandı, müzakere ile devam edilebilir’ dedi. Kürt hareketinin müzakerelerin başlaması için öne sürdüğü koşulların, Türkiye’de savaşın büyümesi, büyük şehirleri de içeren 18-20 kente yayılması durumunda nasıl bir riskle karşı karşıya kalacağını bilen Batı’nın da destekleyeceği görülüyor.

Hal böyle iken durumu bir kez daha gözden geçirmekte yarar var. Evet, Kürt hareketi sivil alanda zayıflasa bile çok belli ki kimsenin elinin tersiyle itebileceği, görmezden gelebileceği bir güç değil. Şiddet ile sürecin tersine çevrilip Kürt siyasetinin teslim alınacağını sananlara, mesele yalnız başına iç sorun olmayı aşmıştır, tespitini sürekli hatırlatmanın bir önemi de budur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa