05 Nisan 2016 00:55

‘Mevcutlu’ geri kabul, sorunu büyütecek!

‘Mevcutlu’ geri kabul, sorunu büyütecek!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Dün 202 sığınmacı, AB ile Türkiye arasında imzalanan “Geri Kabul Anlaşması” uyarınca, Türkiye’ye iade edildi.
Yakınlarını Ege sularında kaybederek ellerindeki son parayı da insan kaçakçılarına kaptırarak Yunanistan’a geçen, her bir sığınmacının başına bir polis dikilerek, dolayısıyla zorla, taleplerini ifade etmesinler diye ağızları bağlanmış ve basına göstermemek için branda gerilerek Dikili Limanına çıkarılan bu insanlar için “Geri Kabul Anlaşması”na göre işlem yapılacak!
Dün yine 40 dolayında sığınmacının bu anlaşmaya göre Almanya’ya gönderildiği belirtildi. 

‘AT PAZARLIĞI’ İLE YAPILAN ANLAŞMA 
AB ile Türkiye arasında sığınmacılar üstünden yapılan bu anlaşmanın, insan haklarına ve BM’nin mültecilerle ilgili düzenlemelerine aykırı olduğu, mültecilere karşı insani olmayan yaptırımlar içerdiği gibi çok ciddi eleştiriler var. Bunlar elbette doğru ve haklı eleştiriler. Nitekim AB ile Türkiye arasındaki anlaşma, tamamen Türkiye’nin ve AB’nin karşılıklı olarak “kazan-kazan” güdüsüyle davrandıkları, milyonlarca sığınmacının nasıl bir yaşam istediği ve geleceklerinin nasıl olacağı konusunda kaygı taşımayan bir anlaşmadır.
Nitekim Başbakan Davutoğlu, anlaşmayla “Kayseri pazarlığı yaptım” diyerek, sığınmacı sorununu bir “at pazarlığı” konusu yaptıklarını açıkça söylemiştir.
Sonuçta anlaşma:
- Türkiye’nin AB tarafından bir “yedek işçi ordusu kışlası” olarak görevlendirildiği,
- Buna karşılık; “AB’nin Türkiye’ye 6 milyar avro vermesi”, “fasılların yeniden açılmaya başlanması” ve “T.C. vatandaşlarının Schengen ülkelerine vizesiz seyahat etmesi” gibi koşullar içermektedir.
Görüldüğü gibi sığınmacıların yaşamları, gelecekleri, statüleri, mültecilikle ilgili uluslararası normlar... gibi sorunlar bu anlaşmada yer almamıştır!

SIĞINMACI SORUNU BÜYÜYECEK 
Bu tartışmalar elbette sürecektir ama dünden itibaren artık anlaşmayı hayata geçirmek üzere adımlar atılması, yeni sorunların da ortaya çıkmaya başlayacağını göstermektedir. Bunlardan birincisi sığınmacıların, özellikle de bir biçimde Yunanistan’a geçmiş sığınmacıların geri iadesine karşı direnişlerin olacağıdır. Nitekim dün Dikili’ye getirilen sığınmacılar, tepkilerinin basına yansımaması için, perde arkasında saklanmaya çalışılmıştır. 
İkincisi yeni kampların oluşturulması ve sığınmacıların bu kamplara hapsedilmesinin bir dirençle karşılanacağıdır. Bu direnç, bir yandan sığınmacılar, öte yandan yeni kampların yapılacağı yerlerin halkından gelecek görünmektedir.

‘TOPLAMA KAMPI’ MANTIĞI
Burada elbette ki sığınmacıların kamplarda toplanması her zaman sorun olmuştur. Kampları gören tuzu kuru yabancıların övgüler yapması ya da canının derdine düşmüş insanları bir kampa toplayarak da olsa can güvenliğini sağlamak ilk anda tepkisiz karşılansa da, sığınmacılar zaman içinde kendi geleceklerini düşünmek zorunda kalmaktadırlar.
Nitekim “beş yıldızlı otel” olarak propaganda edilen kamplarda kalanlar, bir süre sonra kaçmakta, hatta Türkiye’yi canları pahasına terk etmek için her yola başvurmaktadır. Çünkü mevcut uygulamasıyla kamp mantığı “toplama kampı” mantığıdır. “Geri Kabul Anlaşması”yla bu daha çok böyle olacaktır!  
Dikili ve Eşme’ye yeni kamplar kurulacağı haberi bile bu yörelerdeki halkın tepkisine yol açmıştır. Dikili ve Eşme’de yeni kamplar açılmayacağı söylenerek insanlar yatıştırıldı. Ama Maraş’ta kalıcı kampın yapılacağı yerin yöre halkıyla konuşulmadan, valilik emriyle belirlenmiş olması itirazlara, protestolara yol açmıştır.(*)
Yöre halkının Alevi olması, sorunun bir Alevi-Sünni sorunu gibi gösterilmesi de peşinen bir mezhep çatışmasının tohumlarının atılması olarak biçimlenmektedir.

SORUNUN KAYNAĞI SIĞINMACILAR DEĞİLDİR!
Bu tür tepkilerin bundan böyle kamp açılacak her bölgede çeşitli nedenlerle ortaya çıkacağı anlaşılmaktadır. 
Oysa Türkiye’de sığınmacılar, geniş halk kesimleri tarafından, iyi bir misafirperverlikle karşılanmıştır. Kimi çirkin insanlık dışı tutumlar, tamamen küçük çevrelerin ve kimi ırkçı kişi ve çevrelerin marifeti olarak kalmıştır. Ancak başka şeylerin yanı sıra Hükümetin, valilerin, yer seçimini halka rağmen yapmaya kalkması, sorunu büyütecektir. Daha da kötüsü, bu gerilimin sığınmacılarla yöre halkı arasında gerilimlere yol açma ihtimalidir. Hele de bu çatışmanın bir Alevi-Sünni çatışması olarak biçimlenmesi, böyle bir algıya yol açacak biçimde gelişmesi sorunu tehlikeli hale de getirecektir.
Yöre halkı da sığınmacıların kendi gönülleriyle kamplara gelmediğini, hatta başlarına polis dikilerek getirildiğini, kamp yeri ve koşullarını kendilerinin tespit etmediğini bilmelidir. Dolayısıyla mücadele etmeleri gerekenin sığınmacılar değil onları bir kampa hapsederek sorunu çözmeyi esas alanlar olduğunu görmelidir. Aksi, yani sığınmacıların hedefe konması, onların ırk ya da mezhepleri üstünden ayrımcı söylemler geliştirilmesi, sadece halkları birbirine boğazlatarak egemenliklerini sürdürmek isteyenlerin işine yarar.

(*) Yusuf Karataş’ın dün yayımlanan yazısında bu konunun ayrıntılarına değiniliyor. 


Kenan Ateş yaşamaya devam edecek!

2 Nisan gecesi Kenan Ateş’i kaybettik!
O bir bilim insanıydı!
O bir bilim tarihçisiydi!
O bir devrimciydi!
O işçi sınıfının sömürüye ve savaşa karşı mücadelesinin bir militanıydı!

Böyle çok sıfatlı olan ve bu sıfatları hak eden insanların aramızdan ayrılması sadece onu tanıyanlar için değil tüm halk için, tüm işçi sınıfı için, insanlık için de kayıp oluyor. Onların bıraktığı boşluğun doldurulması da o ölçüde zor oluyor. 

Kamil Tekin Sürek arkadaşımız tarafından kaleme alınan, Kenan Ateş’in “biyografisi” diyebileceğimiz bir yazı dün gazetemizde yayınlandı. Onu tanıyan her birimizin elbette unutulmayacak, onu yıllar sonra bile buruk bir gülümsemeyle anımsayacağımız anıları vardır. 

Kenan’dan burada, onu kaybettiğimiz günün hemen sonrasında söz ederken üstünden atlanmaması gereken şey, onun arkasında bıraktığı boşluğu doldurmada her birimize düşen sorumluluktur. 

Çünkü Kenan Ateş’in, araştırmacı bir bilim insanı olarak, İstanbul Tıp Fakültesinin Deneysel Tıp Araştırmaları Merkezinde Genetik Ana Bilim Dalında öğretim üyesi olarak çabasını elbette bu alanda çalışan bilim insanları takdir edecektir. Ama onun; bilimler tarihi, bilim felsefesi üstüne insanlığın ileri birikiminin Türkçeye kazandırılması çabası tartışılmaz biçimde ufuk açıcı olmuştur.

O bilim alanında sermayenin çıkarlarına uygun bilim yapma çizgisindeki anlayışla mücadele etmekle kalmamış; 

- Kürt sorununun demokratik çözümüyle,

- Barış ve demokrasi mücadelesiyle,

- Laisizm mücadelesiyle,

- Demokratik üniversite mücadelesiyle,

- Çevre mücadelesiyle, 

- İşçi sınıfı mücadelesinin sorunlarıyla bilim alanındaki mücadele arasındaki ilişkiyi kurmuş, Emek Partisinin bir militanı olarak tutum almayı başarmıştır.

Çünkü o bilimin kendiliğinden sonuçlarının insanlığın ilerlemesine katkı yapmasını savunan bir bilim anlayışını değil, ama bilimin halkın ve işçi sınıfının ihtiyaçlarını esas alan bir mevziye girmesini savunan anlayışın öncülerinden olmuştur. 

Evrensel Basım Yayın’da, evrim kuramı ve bilim felsefesine yönelik çıkan yayınlar; Özgürlük Dünyası, Evrensel Kültür, Tiroj, Bilim ve Düşünce dergilerinde çıkan pek çok çalışması onun bu çabalarının boyutunu ve kapsamını göstermektedir.

Kenan Ateş yaşamıyla gençlere sınıflar mücadelesinde bilim alanının önemi konusunda ilham vermiştir. Ama bundan da fazla Kenan Ateş, genç bilim insanlarına bilim alanının ilericilik-gericilik, devrim ve sosyalizm mücadelesinde nasıl önemli bir alan olduğunu, ideolojik mücadelenin bu alandan beslendiğinde nasıl önemli bir silaha dönüştüğünü göstermekte yol açıcı olmuştur.

Onun bıraktığı boşluğu doldurmak belki zaman alacaktır ama, çalışmalarını bıraktığı yerden sürdürmek için başta akademi dünyasındaki genç bilim insanlarına olduğu kadar her birimize görev düşmektedir.

Kenan’ın çalışmalarıyla ve yaşamıyla biz geride kalanlara verdiği mesaj budur! 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...