Asıl 'güvenlik sorunu', 'terörle mücadele!'
Fotoğraf: Envato
Savaş ve ölüm ikliminin hüküm sürdüğü bir ülke fotoğrafı var önümüzde…
‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ söylemi ülkeyi yönetenler nezdinde aslında hep eğreti duruyordu ama şimdi tamamen arşivlik oldu gitti, zerre kadar bir karşılığı kalmadı.
‘Barış’ demenin “Terör faaliyeti, teröristlik” gibi başka karşılıkları var artık!
Eskiden “terör ve terörist” sıfatları ‘bölücü Kürtlerin’ ve ‘yıkıcı solcuların’ dışında kimsenin kapısına uğramayacak sıfatlardı.
Şimdi bereket yağdı; kapsama alanı genişledikçe genişledi!
“Terörle mücadele” böyle bir şey işte, etkinleştikçe hedefini de genişletiyor.
Peki sorun çözüyor mu? Hayır, sorunları çözmek değil amaç, kendisine alıştırmak sadece!
“Terörle yaşamaya alışmalıyız” önerisinin meali şudur:
“Bizim ‘terörle mücadele’ diye size dayattığımız savaş iklimine, ölümlü hayat biçimine alışmalısınız”!
‘Olağanüstü’nün sıradanlaşması, sorgulanmaması, içselleştirilmesi...
Vatan, millet, şehit üzerinden kurulan hamaset bunun içindir:
“Operasyonlarda ülke genelinde verdiğimiz şehit sayısı 300’ü geçti. Teröristlerin verdiği kayıplar bunun en az 10 katı. Milletimiz bayrağımız vatanımız, devletimiz saldırı altındayken, ‘haydi yavrum git ya gazi ol ya şehit diyerek’ evlatlarını vazifeye gönderen tüm annelerin ellerinden öpüyorum.”
Merak etmeyin, ölüyoruz ama on kat daha fazla da öldürüyoruz yani!
Cumhurun başından müjdelenip ‘cumhur’un davet edildiği ve insanın kanını donduran bu sükunete bakar mısınız!
“Haydi yavrum git, ya gazi ol ya şehit...”
Topluma vaat edilen geleceği, talep edilen ölüme bakıp anlayın artık.
“Gazi, şehit, şehit yakını” olarak alıştırılmaya, sevdirilmeye çalışılan geleceksizlik...
Gerçek neden ve bağlamlarından koparılmış acı, yas, kadercilik, kin, nefret ve intikam...
Geleceksizliğin kör karanlık uçurumlarına itilmeye çalışılan toplumun yönetilen, yönlendirilen refleksleri durumunda ve bu refleksleri dayanak yaparak kendini üreten bir savaş rejimi...
Oysa, yasa yas, acıya acı, yangına yangın, intikama intikam katmak istenmiyorsa, nedenleri olan bu savaşın, nedenleri ortadan kaldırılmadıkça önlenemeyeceği gerçeği ıskalanılmaz artık.
İşin acısı da bu ya; daha yıllar öncesinden çözülebilecek bir sorun, adeta savaş kurbanları limitinin doldurulmasını bekleyen bir vicdansız rejimin masasında ha bire ertelenen bir çözümün pençesindedir hâlâ…
O yüzdendir ki, her ‘şehit’, bir devlet dersinin kurbanıdır.
‘Şehitler ölmez, vatan bölünmez’ ise çözümsüzlüğün en popüler sloganıdır.
‘Bölünme’ye ve ‘daha çok ölüm’e koşulan yollarda bundan daha ‘uygun’ bir slogan olamazdı zaten!
Oysa ‘şehitler ölüyor’ ne yazık ki!
Cenazelerde boy gösteren yetkili ve ‘mühim’ zevata bir sorun bakalım; çok değil daha birkaç saat önce cenazesinde ‘intikam’ çığlıkları attıkları, ‘ölmez’ dedikleri ‘şehidin’ adını, kaçı hatırlayacaktır acaba?
Ateş düştüğü yeri yakar oysa, o yoksul ocaklara düşmüştür ölüm yangını, onlar unutmaz bir ömür boyu, “şehit çocukları” ölmüştür çünkü!
***
Dolaşıma sokularak sürekli köpürtülen bütün o acılı, ajitasyonlu, linçci, intikamcı duygu seli, gerçeği perdelemek, sorgulatmamak için...
Evet, gerçekçi olalım; herkesin burnunun dibinde, gözler önünde canlı, kanlı bir savaş sürmekte. Hep ‘tek taraflı’ kalmış ateşkes dönemlerinde unutturulan, çözümü ötelenen bir savaş ve o savaşın üzerinde boy verdiği devasa bir sorun; Kürt sorunu…
Sorun var, savaş var ama çözüm yok…
Çözümü tartışmak gerek!
Yasa yas, acıya acı, yangına yangın, intikama intikam katmak istenmiyorsa, nedenleri olan bir savaşın, bu nedenler ortadan kaldırılmadıkça hep ensemizde boza pişireceği unutulmamalı... ‘Savaş bitsin’ temennileri de ‘savaş neden başlamıştı’ sorusunu atlıyorsa eğer, hayata nüfuz etmeyen iyi niyetli duygu kırıntıları olarak kalmaya mahkümdür.
‘Neden başladı?’ sorusunu sorduktan sonra, ‘nasıl biter?’ sorusuna yanıt verilebilir ancak.
Çözüm de barışçılık da, devlet makamından söylene gelen “güvenlik” ve “terörle mücadele” ezberlerini sorgulamaktan geçiyor. Bundan daha büyük bir ‘güvenlik’ ve ‘terör’ sorunu olabilir mi hiç!Savaşta da barışta da, gidişat, bu ihtiyaca ne kadar yanıt olunacağına bağlıdır.
- İstanbul seçimi, sazan sarmalı ve Zana’nın trajedisi! 29 Mart 2024 19:51
- Solun ayarını seçimler mi bozuyor, yoksa ayarlar bozuk mu zaten? 09 Temmuz 2023 04:40
- Sosyalistlerin muaf olma hali ya da kaybeden sadece "Burjuva muhalefeti" mi?! 25 Haziran 2023 01:55
- Yenilmek de direnerek olsun, teslim olarak değil! 21 Mayıs 2023 04:40
- 1 Mayıs notları ve 14 Mayıs imkânı 07 Mayıs 2023 02:19
- Tarihi seçimler ve solda sekterlik halleri 30 Nisan 2023 04:17
- ‘Ayşe Teyze’ler, Mahirler varken, seccade konsolidasyonu yeter mi? 09 Nisan 2023 04:56
- Ayhan Bilgen’in ‘yapıcı muhalifliği’ ve bir tür ‘itirafçılık’ hali! 02 Nisan 2023 04:48
- Şapkadan çıkan Erbakan ile ‘bize pusu kurdular’ diyen pusucu nereye koşuyor? 26 Mart 2023 04:40
- 20 Mart’a denk düşen ‘tesadüfler’ ve bir zorunluluk 22 Mart 2023 04:49
- Değişim enerjisi, kuyudaki Akşener ve ‘kazanacak aday’a ilişmek! 12 Mart 2023 10:16
- Yarattığı enkazın altında kalan Akşener’in tarih bile olamama hali! 05 Mart 2023 04:53