21 Ocak 2016 01:00

30 yıldır aynı politika!

30 yıldır aynı politika!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Hükümetin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğinde “Kürt sorununu askerle çözüm” stratejisine dönmesiyle geldiği yer; “Kürt sorununun demokratik çözümü”ne bağlı taleplerinde ısrar eden halkın, “Devlete biat etmeyen nüfus” olarak görülerek sürülmek istenmesidir. Hükümet bu yolda, kentlerin il merkezlerinin değiştirilmesine kadar geldi.
Başbakan Davutoğlu, bu çerçevede, pazartesi günü Londra’ya giderken, Şırnak ve Hakkari’nin kent merkezlerinin Cizre ve Yüksekova’ya taşınacağını açıkladı.
Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan dün, bu değiştirmenin “Güvenlikçi nedenlerle değil kalkınma amaçlı” olduğunu söylese de buna kimse inanmadı!

GÖÇE ZORLAMA OPERASYONLARI

Dahası Hükümete yakın kaynakların ve yandaş basının, bölgedeki kentlerin yeniden inşası için “TOKi’yi göreve çağırması”yla birleştiğinde, öyle anlaşılmaktadır ki; Hükümet bölgedeki nüfusun batıya doğru göçe zorlanmasına paralel olarak bölgedeki kentleri yeniden inşa etmeyi de gündemine almıştır. Ki, bunun büyük bir nüfus kaydırmasıyla birlikte hayata geçirileceğini söylemek için kahin olmaya gerek yok.
Nitekim bu nüfusun göçe zorlanması şimdiden sonuç vermeye başlamıştır.
İçişleri Bakanı Efkan Ala, Meclisteki Terörle Mücadele ve İç Güvenlik Oturumunda vekillere; Sur, Nusaybin, Cizre ve Silopi’de nüfusun yüzde 22’sinin göç ettiğini (Sadece dört ilçeden yüz bin dolayında kişi) söylemiştir. Bu da operasyonların amacını daha açık göstermektedir. Ki, artan baskıların ve sokağa çıkma yasağı ve başka baskı yöntemlerinin yaygınlaştırılmasıyla operasyonların artmasına paralel olarak, bölgeden göçün artması teşvik edilecektir. Kentlerin merkezlerinin değiştirilmesi ve yeniden inşası çerçevesinde yoksul, HDP’ye  oy veren nüfusun bölgede barınamayacak biçimde kuşatılacağının, dolayısıyla hayatlarını sürdürebilmek için batıdaki kentlere göçe zorlanacağının işartleri her gün çoğalmaktadır.

’90’LARDA BAŞARILI OLMAYAN BUGÜN NEDEN OLSUN?

Belki geçmişi bilmeyen genç kuşaklar Hükümetin halkı yıllardır oturduğu kentleri, mahalleleri terk etmeye zorlamasını “yeni bir politika”, dolayısıyla “başarılı” olacak sanabilir. Ama gerçek öyle değil.  
1990’ların en tipik özelliklerinden birincisi, binlerce köyün, yakılması, bağ ve bahçelerin sökülüp tahrip edilmesiyle halkın köylerini terk etmeye zorlanmasıdır. Bu süreçte 3-4 bin köy boşaltılmış, 3 milyona yakın bir nüfus bölgeden göçe zorlanmıştır. Üstelik bunlar yapılırken, “Teröristler şu köyü yaktı; burada köylülerin hayvanlarını öldürdü” gibi yalan propaganda sürdürülmüştür.
Ama geçen süre içinde görüldü ki, aslında bütün bu yakıp yıkmalar, JİTEM başta olmak üzere kontra güçler tarafından yapılmış ve devletin, “Kontrol edilemeyen köyleri boşaltma” politikası olarak hayat bulmuştu.
O köylerden bölgedeki il ve ilçelere göç eden yoksul Kürtlerin ve onların çocuklarının, şimdi bu kentleri ve mahalleleri de terk etmesi istenmektedir.

HDP’YE OY VEREN NÜFUS GÖÇE ZORLANIYOR

Gerekçe; burada bu yoğunlukta HDP’ye oy veren nüfus kontrol edilememektedir!
Çözüm de aynı, 25-30 yıl önceki gibidir: Bu nüfusun başka illere sürülerek, HDP’li nüfus yoğunluğunun düşürülmesi!
25-30 yıl önce “çözüm” sanılan, bugün bir “sorun” haline geldiğine göre “aynı çözüm”ün başarılı olması nasıl beklenebilir? Hele de halkın bunca deneyimden geçtiği, kendince dersler çıkardığı da dikkate alındığında, Hükümetin “masa başı çözümü”nün çok daha büyük sorunlara yol açabilecek bir “çözüm” olduğunu söylemek için sayısız neden vardır.


'YALANCININ MUMUNUN YATSIYA KADAR BİLE YANMADIĞI BİR DÖNEM'

Bu kadar yalan haberi, bu yoğunlukta bir kara propagandayı, bu ülkenin insanları sadece 12 Eylül’ün cunta günlerinde gördü. Sıkıyönetim komutanlarının, cunta konseyinin açıklamaları gerçek, onlarla çelişen her şeyse yalandı!
Şimdi de Genelkurmayın, Hükümetin, valiliklerin açıklamalarıyla çelişen her şey yalan, onları yalanlayan her haber, “teröre destek”ten “vatana ihanet”e, “casusluğa” kadar her suçlamayla karşı karşıya.
Eğer haberleri, gerçeği vermeye çalışan birkaç kanal dışındaki yüzlerce “yandaş” ve “yandaşlaşmak için çırpınan” kanallardan izliyorsanız; “iki ayrı dünya”dan “yalan haberler” izliyorsunuz demektir.
“Birinci dünya”: Cumhurbaşkanının, Başbakanın bakanların, AKP propagandasının tarif ettiği dünyadır. Bu kanallar, “Türkiye’yi kan ve kaos dünyası”  ortasında, ama geleceğe emin adımlarla yürüyen bir “barış, huzur, refah ve mutluluk dünya”sı olarak gösteriyor. Bu dünyada her şey yolundadadır ve tek eksiği “başkanlık sistemi”dir!
“İkinci dünya” haberleri ise: “Şehit haberiyle” başlayıp sokağa çıkma yasağı eşliğinde sürdürülen operasyonlar, hükümet ve AKP propagandasının bu dünya ile ilgili plan ve projelerini öven, bölge illerinin valilerinin, Genelkurmayın açıklamalarıyla sürdürülen haberlerdir. Ama bu haberlerde ne Kürt sorunu, ne bu kentlerde yaşayan halkın istekleri, ne de hükümetin bu konudaki politikaları söz konusudur. Bütün bu yıkım “teröristler” tarafından yapılmıştır!
Son günlerde ise bu haberlerde, bu kentlerde yaşayan yüzlerce kişi içinden “haber yapmak” için seçilmiş, birkaç ailenin “kurtuluş” ya da “evlerine dönüş” haberleri öne çıkarılmakta; bu kişilerin hükümete, güvenlik güçlerine teşekkürleri, haber diye öne çıkarılmaktadır.
Bütün bu yıkım, yüz binlerce insanın yerinden yurdundan edilmiş olması, onlarca  kadının, çocuğun hayatlarını kaybeden sivillerin esamisi yoktur bu haberlerde.
Onca ölüm içinde “trajik olan” sadece polis ve asker ölümleridir. Diğer ölümlerin, gerilla ve sivillerin ölümleri ise “yok hükmünde”dir; en fazla yetkililerin açıklamalarında operasyonların başarısının kanıtı olan bir istatistiktir!
Sanki onlar için cenaze töreni yapan, ağlayan, katledenlere isyan eden, anneler, babalar, eşler, çocuklar, sevgililer, onları da şehit kabul eden milyonlar yoktur!
Evet günümüzde medya gücünü elinde tutanlar, yalanlara insanları daha kolay inandırmaktadır. Ama çağımızın teknolojisi artık yalanların uzun süre yaşamasına izin vermeyecek bir düzeydedir. Bu yüzden de yalanlar çok daha çabuk açığa çıkmaktadır.
Hani, “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” sözünün, artık “Yalancının mumu yatsıya kadar bile yanmaz” biçiminde düzeltildiği bir dünyada yaşıyoruz.
Onun için gerçekleri açıklamakta ısrar edenler, devasa yalan makinesine karşın düne göre daha kolay başarıya ulaşacaktır. Barış için Akademisyenlerin gerçekleri söylemesinin uyandırdığı “telaş” ve “deprem” bunun kanıtıdır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...