02 Aralık 2015 01:00

Fatura halklara çıkıyor!

Fatura halklara çıkıyor!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Suriye-Türkiye sınırında Türkiye’nin, hava sahasını ihlal ettiği gerekçesiyle Rusya uçağını düşürmesi sonrasında Türkiye ile Rusya arasındaki kriz tırmanmaya devam ediyor.
Türkiye ve Rusya arasındaki kriz, bir yandan askeri ve ekonomik alanda yayılırken, çatışmanın “cephe gerisini” güçlendirmek için iki ülkede de halkların karşılıklı düşmanlaşması için milliyetçi odakları da harekete geçirdi. Nitekim krizin ilk birkaç gününde ticari kaygılarla milliyetçi naralara mesafeli duran liberal kesimlerin ve sermaye basını sözcülerinin de Rusya’nın krizi yayma amaçlı atakları karşısında Hükümetin safında yer aldıkları gözleniyor.
Öyle anlaşılıyor ki, bundan böyle sadece askerler, diplomatlar, ticari çıkarlar değil halklar da “savaş alanına” sürülecek. Şimdiden de sürülmüş durumda.

KRİZ HALKLARI DÜŞMANLAŞTIRACAK ÇİZGİYE ÇEKİLİYOR

Elbette devletler, arasındaki sorunları masa başında çözemeyince, hemen askeri güçlerini harekete geçirmezler. Ama sahneye ekonomik çıkarları da sokarak, birbirini ekonomik olarak da yıpratmaya çalışırlar. Bu biraz da mülk sahibi sınıfların yönettiği ülkeler ve dünyanın anormal olmayan bir girişimi olarak görülebilir. Ancak, bu oyun işçi sınıfı ve emekçilerin birbirine düşmanlaştırılması, geleneksel düşmanlıkların canlandırılmasıyla birleştiğinde ekonomik “zarar verme” ve “zarar görmeyi” aşan bir özellik de kazanır.
Türkiye Rusya krizinde gelinen aşama böyle bir aşamadır. Özellikle de Rusya’nın T.C. pasaportu taşıyan işçilerin Rusya’daki firmalarda çalışmasını sınırlaması (yasaklanması), kültür ve sanat faaliyetlerinin askıya alınması, üniversiteler arasındaki bilim ve kültürel alandaki ilişkilerin durdurulması, Rusya vatandaşlarının Türkiye’ye seyahatlerinin sınırlandırılması, T.C. vatandaşı sporcuların Rusya kulüplerine transferlerinin yasaklanması, iki ülke takımlarının arasındaki karşılaşmaların askıya alınması... gibi önlemler, halklar arasındaki ayrımcılığı güçlendiren, yakınlaşmaya darbe vurucu önlemler olarak ortaya çıkmaktadır.
Hele de T.C. vatandaşı işçilerin Rusya’daki firmalarda çalışmasının yasaklanması, işçi sınıfının enternasyonalist değerlerine terstir. T.C. vatandaşı işçilerin de Rusya vatandaşı işçilerle aynı sınıfın, dünya işçi sınıfının fertleri olduğu dikkate alındığında bu önleme karşı mücadele sınıf partisi bakımından ayrıca önem kazanmaktadır.

‘BÜYÜK RUS MİLLİYETÇİLĞİ’ SAHNEDE!

Bu konuda DİSK ve Rusya Emek Konfederasyonu 28 Kasım günü bu köşeden de aktardığımız; “Şiddet ve ekonomik yaptırım değil barışçıl çözümler istiyoruz. Çok iyi biliyoruz ki; iki ülke arasındaki siyasal, ekonomik ve sosyal ilişkilerin bozulması, savaş tehdidinin ortaya çıkması öncelikle işçi ailelerini etkileyecektir. Bu gerilim sadece yoksulluk ve ölüm getirecektir. İşçi hareketi yüzyıllardır olduğu gibi bugün de savaşa karşı barışı ve kardeşliği savunmaktadır” ortak açıklamasındaki çağrı çok önemlidir.
Ama aynı zamanda bilimsel kültürel ilişkilerin ve sportif karşılaşmaların engellenmesi ve turizm hareketlerinin sınırlandırılması da milliyetçi ve din kışkırtıcısı odakların bataklığına su taşıyacak önlemler olduğu, olacağı da apaçıktır.
Şu açık ki, Ekim Devrimi öncesinde Çarlık ve Rusya’nın egemenleri, “Büyük Rus milliyetçiliği”ni kullanarak, halkları birbirine kırdırma siyasetini hem Rusya içindeki demokrasi ve özgürlükler mücadelesine karşı hem de emperyalist Rusya’nın amaçları için dış politikanın dayanağı olarak kullanmıştır.
Bugün de Putin yönetiminin şahsında Rus milliyetçiliği ayağa kaldırılmakta, emperyalist Rusya’nın amaçları için bir dayanak olarak kullanılmak istenmektedir. Dolayısıyla Rusya’nın aldığı önlemler, ne Türk muhafazakar-milliyetçiğine karşı mücadeleyi kolaylaştıran ne de halkların kardeşleşmesini teşvik eden önlemlerdir. Tersine iki ülkede de milliyetçiliğin kışkırtılmasına çanak tutan önlemlerdir.

TÜRKİYE BU POLİTİKALARIN MAĞDURU MU?

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu, “sureti haktan” görünen açıklamalar yapıyorlar, “Biz komşuyuz, sorunlarımızı görüşerek çözelim” diyorlar; “mağdur olan taraf” olduklarını öne sürüyorlar.
Peki bu gerçek mi?
Elbette değil.
Tersine Türkiye “Rusya uçağını düşürerek”, “Pandoranın Kutusu”n açan ülke olma sorumluluğunu taşımaktadır. Ama daha fazlası da vardır. Bu da bütün bu gelişmelerin arkasında Türkiye’nin Suriye’yi kendi toprağı olarak gören bir yaklaşımla, “Burası Türkmen bölgesi buraya benden başka kimse karışamaz”, “Kürtler Fırat’ın batısına geçerse vururum”, “Rejimi devirmeden Suriye’ye barış gelmez” üstüne oturttuğu yeni Osmanlıcı Suriye politikası vardır. Bu yüzden de Türkiye bütün bu gelişmeler içinde “asli fail” durumundadır. Onun içindir ki, Türkiye’nin demokrasi güçleri, barış yandaşı güçleri, elbette Rusya’nın gerilimi tırmandırıcı ve Rus milliyetçiğini kışkırtmaya yönelik politikalarını eleştirecektir ama asıl olarak da kendi hükümetlerinin (Rusya’nın işçileri, ilercileri kendi hükümetlerinin, Türkiye’nin demokrasi güçleri, ilerici demokrat güçleri de kendi hükümetlerinin) politikalarına karşı durmak durumundadırlar. Aksi halde sadece Rusya’nın “absürt”e varan “önlemleri”ni eleştirmek ve kendi hükümetlerinin olup bitendeki  “asli fail” rolünü görmemek, dinci-milliyetçi girişimlere, Türkiye’yi bölgedeki ateş çemberine atarak kendi politikalarına dayanak yaratma hamlelerine çanak tutmak olur.
Dahası Türkiye Hükümeti de en az Rusya kadar milliyetçi, dini ve soğuk savaş kalıntısı ön yargılardan yararlanmaya çalışmaktadır. Bu amaçla dinci ve milliyetçi odaklara yeşil ışık yakan bir propaganda ortalığı doldurmuş bulunmaktadır.

ZARAR GÖRENLERİN TALEPLERİ ÜSTÜNDEN BİR MÜCADELE

Hükümetlerin politikalarına karşı çıkma sadece eleştiri ile olabilecek bir şey değildir.
Elbette demokrasi güçleri, bu politikalara karşı “barışı”, “halkların kardeşleşmesini” savunacaktır. Ama Rusya’nın önlemlerinden zarar gören yaş meyve sebze üreticileri, gıda üreticileri, turizmciler, Rusya’da çalışan işçiler, tekstil ihracatçıları, akademisyenler (öğrenciler), kültür insanları... taleplerinde ısrar edecek, zararların tazmin edilmesi için mücadele edecektir. Ama bu mücadele “Hükümet bir miktar para versin, biz de günü kurtaralım”la sınırlı kalırsa kuşkusuz ki, sorunlar çözülmüş olmayacaktır.
Bu talepler, bu sorunların kaynağı olan Hükümetin Suriye politikası ve yeni Osmanlıcı dış politikasının değiştirilmesi mücadelesiyle birleşmedikçe, sonuç alıcı bir girişim düzeyine çıkma şansı olmayacaktır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...