Barış: 'Düşmanın insanlaştırılması'
Fotoğraf: Envato
Çoklu hakikatler döneminde öldürüldük yine. Bir barış güvercini dört ayaklı minarenin yanı başında yerde, hava kurşun gibi ağır bir kez daha.
Cansız bedenin ardında dört ayak üzerine düşerek sağ kalabilmenin adı belki de mahpusluk. Bir gün öncesinin tutuklusu, Gazeteci Can Dündar’ın oğlu “Buna da şükür diyor” Tahir Elçi’nin ardından babası için.
Boynumuz bükük; tam da arkadaşımız, kardeşimiz, İnsan Hakları Savunucusu, barış güvercini Tahir Elçi’nin kurşun aldığı yerden.
Salt hava değil resmi tercihler de puslu. Olay yeri, kurşunlar, deliller günlerdir Diyarbakır’ın orta yerinde. Çamur, yağmur, oyun çağı çocukları, gelenler geçenler...
Barış ihtimali nasıl da avuçlarımızın arasından kayıverdi? Sağımız, solumuz, yukarısı, aşağısı her bir yer / gök savaş, çatışma alanı...
“İnsan kendisini kendi eyleminde tanır” derler. İnsan hakları savunuculuğu, barışseverlik bu koşullarda devrimci bir tutum. Amasız, fakatsız bir emek ihtiyaç duyulan temel hakikat.
Vietnam Savaşı sürerken kurulan Uluslararası Savaş Mahkemesi çağrıcılarından Bernard Russel “Savaş kimin haklı olduğunu değil, geride kimin kaldığını belirler demişti”. Sormalıyız kendimize, “Barış Elçisi” Tahir Elçi de öldürüldü; peki kalan kim? İşte o yüzden barış yolunda devrimci olmak yaşamsal.
“Barış ötekilerin iyi olma durumudur” demişti bir anlatısında psikiyatr Altan Eşsizoğlu. Ya savaş? Tahir Elçi bu savaşta kimin ötekisi peki? Kimin, hangi ötekinin kötü olma durumu? Ne de güzel söylemişti faili meçhullerimizin kabus bahçesinden Musa Anter: “Halklar birbirinin soluğudur.”
Yine kederliyiz. “Evlerin pencereleri açabilen tek bir rüzgar biliyorum: Ortak keder” sözü yerli yerinde. Ya biz nerelerdeyiz? Kürtler, Türkler, Araplar, Çerkesler, bir cümle halklar bu coğrafyada kederde, sevinçte neredeyiz? Ortak mıyız, uzak mıyız? Aynı acıların, travmaların ardından kurduğumuz cümleler kimi zaman aynı olsa da, cümlelerimize ruh veren noktalama işaretlerimiz aynı mı? Aynı kederde, sevinçte noktalama işaretlerimizi eşitleyinceye kadar halklar arasında, devrimci olmanın temel hedefi bu olsa gerek. Bu aynı zamanda sağlık çalışanlarının da temel görevi olmalı. Barış sağlıklı olabilmenin temel ön koşulu. Koruyucu sağlık hizmetlerinin başında barış için mücadele etmek yer almalı. Bu hem etik hem de görmezden gelinen bilimsel bir veri.
Evren Balta’nın “Savaş içinde barışçıl alanlar açmak” tespiti için sağlıkçıların da yapabileceği çok şey var. Üstelik tüm acil hastalıklardan daha acil. Diyaliz hastalarının ellerinde beyaz bayraklarla sokağa çıkabildiği, neredeyse iki haftayı bulan sokağa çıkma yasaklarının olduğu bir ülkede barışı savunmayan, barış yolunda devrimci olmayan hiçbir sağlıkçının ne ülkeye ne de hastalarına zerre kadar faydası olabilir.
Madem ki “Barış düşmanın insanlaştırması” o halde ne duruyor sağlıkçılar, cümle meslek erbabı ve dahi işsizler?
Sağlıcakla kalın.
- Dil bilmezlik: Doktor yazıları 22 Nisan 2024 04:30
- Kelimesini arayan duygular 15 Nisan 2024 04:46
- Yakındaki uzak, uzaktaki yakın: Tıbbın girdabı 08 Nisan 2024 04:40
- Dil ya da dilsizlik 01 Nisan 2024 04:48
- Askeri vesayetten toplumcu hekimliğe 25 Mart 2024 04:45
- 14 Mart halkın da Tıp Bayramı 18 Mart 2024 04:25
- Mahcup eğilimler, insan hakları ve hekimlik 11 Mart 2024 04:40
- Penisilin kokan sokaklar 04 Mart 2024 04:20
- Üvey dilin panzehri çokdillilik 26 Şubat 2024 04:45
- “İnsan dünyadır” 19 Şubat 2024 04:35
- Tabip odalarını ‘güvercinin ruh tedirginliği’ ile sınamak 14 Şubat 2024 04:24
- Her şehir atığı ile malul 07 Şubat 2024 04:10