01 Aralık 2015 01:00

Can güvenliği bloku

Can güvenliği bloku

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Selahattin Demirtaş’ın arabasının kurşun geçirmez camında kurşun izi, Rus uçağının düşürülmesi, Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanması, Tahir Elçi’nin katledildiği haftanın sonunda Başbakan Davutoğlu’nun katıldığı Türkiye-AB Zirvesi’nin fotoğrafları düşüyor medyaya. Eşeleye eşeleye buldukları boncukların keyfi katılımcıların yüzüne yansımış. Hepsinde bir neşe: Nihayet savaştan kaçan Suriyelileri uygun bir fiyat karşılığında Avrupa dışında tutabilecekler. Tabii ahlaki meşrulaştırma mecbur: “Biraz basın özgürlüğü, biraz Kürt sorunu, biraz yargı bağımsızlığı, biraz temel hak ve özgürlükler sorunu var ama onlar kadı kızında da olur canım. Sonuçta yüzde 99 Müslüman, Ortadoğulu bir ülkesiniz. Seçim var, partiler var, daha ne olsun.” 12 Eylül darbesinden bu yana öne sürülen AB’nin Türkiye’nin demokratikleşmesinin motoru olduğu tezi fiilen mezara gömülmüştür. Allah taksiratını affetsin!
Türkiye’nin içine girdiği bu karanlık süreci durdurabilecek yegane güç demokrasiye, barışa inanan yurttaşlardır. Ancak bitmeyen ve hız kaybetmeyen saldırılar karşısında yurttaşlar haliyle acı, öfke, çaresizlik duygularıyla baş etmeye çalışıyorlar. Başlangıç internet sitesinde Y. Doğan Çetinkaya ve Foti Benlisoy bu sürecin tasarlanmış bir siyasi taktik olduğunu vurguluyorlar: “Gerilim stratejisi yerini süreklileşmiş bir şok doktrinine, ardışık şok saldırılarıyla toplumsal muhalefeti, hatta bütün bir toplumu adeta felç etme çabasına bırakıyor. Anlaşılan artık hedeflenen, basitçe sindirmek değil, art arda gelen saldırılar ve neredeyse süreklileşmiş kriz hali karşısında afallatmak, hepimizi düşünemez eyleyemez hale gelecek şekilde travmatize etmek. Amaçlanan, gün aşırı gerçekleşen şok saldırılarıyla herhangi bir direnişe, eleştiriye ve muhalefete kaynaklık edebilecek duygusal, düşünsel ve fiziki güç ve kapasitelerimizi bütünüyle tahrip etmek, işlemez hale getirmek” (29.11.2015).
Bu şok halinden kurtulmak öncelikle bir araya gelmekle mümkün. Türkiye’de en büyük sorunumuz artık can güvenliği haline gelmiştir. Soma’daki madenciler, Torunlar inşaatındaki işçiler, tersanelerde, atölyelerde çalışan işçilerden ekmek almaya evinden çıkan çocuklara, yaşlılara; anayasada güvence altına alınan toplanma hakkını kullananlar yurttaşlardan siyasi parti başkanlarına, baro başkanlarına, gazetecilere, evinin önünde oyun oynayan çocuklara ülkede can güvenliği ülkenin başlıca sorunu haline gelmiştir. Ölüm korkusu yaşayanların listesini uzatmak mümkün, bitirebilmek muhtemelen mümkün değil. Halbuki bir siyasi düzenin topluma başlıca vaadi can güvenliğinin sağlanmasıdır. An itibarıyla insanların can güvenliğine dair korku ve endişe içinde yaşadığı bir süreçteyiz. Doğal olarak en geniş kesimleri bir araya getiren bir talep can güvenliği. Siyasi farklılıklarımız elbette olacak. Olması demokratlar için ne zaman bir sorun oldu ki? Farklı siyasi tekliflerimizi siyaset yoluyla yarıştırırız. Ancak şimdi zaman kayıtsız şartsız bütün yurttaşlarımızın can güvenliğinin sağlanması talebiyle her türlü farklılığımız bir yana bırakıp bir araya gelme zamanıdır. Bu beraberlik sağlanamazsa görüş ayrılıkları, sekterlik, bölünme, dar siyasi çıkarlar hakim olursa bunun sorumluluğu çok ağır olacaktır. Türkiye’de insan haklarına saygılı ve demokratik bir rejimi özleyen, barış içinde bir arada yaşamak isteyen, gelecekten umutlu olmak isteyen, her şeyin ötesinde can güvenliği talep eden herkesin bir araya geleceği platformların yaratılması gerekir. Bunun sorumluluğu da başta siyasi temsilciler olmak üzere herkestedir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa