10 Ekim 2015 01:00

Bakanların yüzü kızarmadı mı!

Bakanların yüzü kızarmadı mı!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bir zamanlar bir bakan gerine gerine gençlerimize öğüt vermeye kalktı. Gençlerimiz nasıl olsa teknoloji üretemeyeceği için, ara eleman olarak yetişmeli imiş! Yine geçen günlerde bir başka siyasi de bir üniversitede ODTÜ’ye ya da Boğaziçi Üniversitesine öykünmemeleri gerektiğini söylemiş. Gazete haberlerinden edindiğimiz bu bilgiler doğru ise, yazık bu millete, yazık bu gençlere demekten başka bir şey gelmiyor elimizden. Yazık; çünkü, akla durgunluk veren bu ifadeleri yüksek makamlardaki siyasiler söylüyor, ama bu siyasileri bu mevkilere getirenler de bu gençlerin bir bölümü değil mi!
Kimya dalında bu yılın Nobel ödülünü bir Türk kökenli profesör almış. Tabii ki, bu haber sevindirici, ama sevinç kaynağı şahsın Türk kökenli olması değil. Bu şahıs herhangi bir ulustan olabilirdi. Burada önemli olan Nobel’e layık görülen kişinin alt kimliği değil, çalışması ve insanlığa yaptığı katkıdır. Genetikle ilgili buluşuyla Profesör Sancar’ın kanser hastalığının tedavisinde önemli bir adıma imza attığı anlaşılıyor. Bu yöntemle geliştirilecek ilaçlar tüm hastalara din, dil, ulus vs. gibi alt-kimliklerinden bağımsız olarak çare olacaktır. Bu yöntemi geliştiren başka bir ulustan da olsa idi aynı şekilde mutlu olamayacak mı idik! Sanırım aynı alanda katkı yapmış diğer iki kişiye mutlu olmadık mı!
Belki en fazla Nobel Ödülü alan araştırmacılar Amerikalıdır. Amerikan ulusu ve devlet erkanı Nobel Öödüllü vatandaşları ile mi övünür, yoksa Nobel adayları yetiştiren eğitim ve araştırma kurumları ile mi. Öyle düşünüyorum ki, Amerikan resmi kurumları ve halkı insanları ile değil, kurumları ile övünürler. Çünkü, Amerikan yönetiminin eseri insan değil, kurumdur. Önce kurum oluşturulur, kurum insanı yetiştirir.
Gelelim bizim ülkemizdeki kurumların durumuna. Bugün üniversite ve araştırma kurumlarımız ehliyet esasına göre değil, sadakat ölçütüne göre yönetilmekte ve kurumsal atamalar siyasetin çirkin gölgesinde yapılmaktadır. “Devlet işini ehline verin” hükmünü ayaklar altına almış olan bu yönetim tüm kurumları olduğu gibi, eğitim ve araştırma kurumlarını da tahrip etmektedir. Eğitim ve araştırma kurumları dikta yönetiminin hakim olduğu devletlerdeki gibi siyasi manevra ve dalgalanmaların şiddetli etkisi altında yönetilmektedir. Kadrolar ve atamalarım en üst düzey siyasinin hakimiyeti altında olduğu, kurumsal özerkliğin sözde kaldığı bir eğitim ve araştırma kurumunda özgür çalışma ve araştırma yapılması olanaklı olabilir mi! Topluma ışık saçtığı safsatası ile gözlerin boyandığı üniversitede rektör ve dekan seçim(!) ve atamaları tam bir göstermelik seçim oyunundan başka bir şey değildir. Bir üniversite rektör seçimi oylamasında hangi adayın hangi güçlü siyasi ile ne derece yakın ilişkide olduğunun düşünülmesi salt üniversiteyi değil, siyaseti ve siyasiyi de aynı derecede yıpratır. Ne var ki, yıpranan siyasetçi nasıl olsa geçicidir; ülke bir gün siyasetçiye dersini verir ve sahneden kovar. Yıpranan üniversite kurumu ise kalıcıdır ve topluma nesiller sürecek maliyet oluşturur.
Üniversite ve yüksek eğitim kurumlarından önceki aşama olan ilk ve orta eğitimde sayıları bir milyona ulaşan imam hatipleşme ile övünülmektedir. Her alandaki icat ve buluşları ile  günümüze ışık tutan araştırmacı ve mucitlerin hangi ortamlarda yetiştirildiklerini incelemeyen kör ve köhne kafalar kendilerini iktidar katında tutacak arka bahçelerini yeşertirken ülkeye, insanlara, hatta tüm insanlığa nasıl büyük zararlar verdiğinin farkında değilmiş gibi davranmaktadır. Böylesi davranış doğaldır, zira cahil insan cahilliğinin de farkında olmayandır!  
Kurumların tahribinde gösterilen bu beceri hiç rastlantısal değildir; bu tavır salt cehaletle de açıklanamaz!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...