07 Ekim 2015 00:53

Kürtler kimden yana?

Kürtler kimden yana?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Sorunun cevabını sadece DAİŞ açısından yanıtlamak mümkün olsaydı, hemen söyleyebilirdik; Kürtler DAİŞ’e karşı savaşan herkesten yana, derdik. DAİŞ’e karşı savaşanın ABD, Rusya veya İran olması farketmezdi. Hatta Türkiye bile DAİŞ’e karşı etkin ve samimi bir savaş verse, Kürtler Türkiye’den yana da olabilirdi. Ancak bu sorunun cevabı o kadar kolay değil. Çünkü öne çıkan DAİŞ’e karşı savaş olsa bile sorun, yalnız başına DAİŞ değil.

DAİŞ öncesine, Suriye krizinin başlangıcına dönelim. Şunu diyebiliriz ki o günkü saflar, bugünkünden daha netti. Bölge devletlerinden İran, Suriye rejiminin yanında durdu. Irak, çok belli etmese de, Suriye’de Esad’ın gitmesini istemedi. Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar ise, Suriye’de Kürtler hariç adının önünde muhalif olan her kesimi örgütlemeye, silahlandırmaya başladı. Bazıları daha da ötesini yapıp Suriye rejimine zaman biçtiler.

Bu bloklaşma, Kürtler arasında da görüldü. ABD’nin Türkiye, Suudi Arabistan, Katar denkleminin yanında olduğu varsayımının etkisi olsa da, esasen Güney Kürdistan’da PDK çizgisi, Suriye’deki gelişmelerde Türkiye gibi düşündü. Bu yakınlaşma, 2014’ün 3 Ağustos’unda DAİŞ’in Şengal’i işgal ettiği gün zayıflayıp gerilemeye başladı. Başlangıcında PDK de, Suriye’de rejimin kısa sürede yıkılacağını düşünüyordu. Güney’de PDK’nin sürdürdüğü politika, deyim yerindeyse, kazananların yanında durarak kazanmak üzerine kuruluydu. Bu politikada Güney Kürdistan petrollerinin Türkiye üzerinden pazarlanmasının payı da vardı. YNK ve Goran Hareketi açıktan Suriye rejiminin yanında durmadılar. Ayrıntıya girmek için yerimiz yok ama bu iki siyasi çizgi daha çok dengeleri gözeterek hareket ettiler, demek yeter.

Gelelim PKK çizgisinin Suriye krizi ile birlikte öne çıkardığı politik yaklaşıma. Öncelikle belirtmek gerekir ki PKK daha başından beri Suriye’de rejimin kısa sürede değişmesinin mümkün olmayacağını gördü. Muhalefetin tabansız olduğunu da iyi okuyan PKK, dıştan destekle Suriye halkının örgütlenerek rejimi devirebileceğine inanmadı. 3. yol politikasının ortaya çıkışının temel nedenlerinden biri de budur. Rejimle savaşmamak, muhalefetle karşı karşıya gelmemek, Rojava’yı savaşın dışında tutarak yönetmek esasına dayanan 3. yol politikası, 2012’nin temmuz ayından itibaren Rojava’da fiili yönetimlere dönüştü. Rejimle veya muhalefetin bir kısmıyla lokal sözleşmelere dayanan, İran ve Türkiye ile karşı karşıya gelmemeyi hedefleyen bu politika, esasen Türkiye’nin Rojava’da Kürt karşıtı politikayı belirgin bir biçimde yaşama geçirmesiyle sıkıntılar yaşadı.

Dengelerin değişimi bundan sonradır.

Türkiye, Kürtler kendilerini yönetir noktaya geldikçe durumu kabullenmedi, önce el Nusra’yı, akabinde ise DAİŞ’i Rojava’nın üzerine sürdü. Bu durum, Kürtler arası cepheleşmeyi de hızlandırdı. PDK ve PKK çizgisinin somut biçimde karşı karşıya gelmesinin bir nedeni de budur.

Suriye artık yeni bir denge üzerinden ilerliyor. Rusya’nın hızlı bir şekilde bölgeye müdahale etmesi, elbet hesaplanmayan bir durum değildi. Hatta Obama’nın bile isteyebileceği bir durumdu, denebilir. Madem rejim gitmedi, madem Suriye cihatçı terör örgütlerinin cirit attığı bir coğrafyaya dönüştü, o zaman Rusya’nın devreye girmesi, sorunun masaya taşınması ve savaşın sonlanması sürecini niçin hızlandırmasın?
ABD ve Batı’yı diplomatik tepki noktasında tutan, diğerlerinin de kabullenmek zorunda kaldığı durum tam da budur, inancındayım.

Kürtlere gelince...

Hem ABD, hem Rusya, hem de Batı devletleri Başûr’u ve Rojava’sıyla sahada sınanan ve bedelini ağır biçimde ödeyen Kürtlerin artık dışlanamaz güçler olduklarının farkındalar. Bu nedenle bölge devletleri dışında Rusya dahil hiçbir devletin bölgeye müdahalesinin Kürtlere karşı olmadığını, olmayacağını da biliyorlar. Yani Kürtler, bedelini ağır biçimde ödedikleri avantajlarının farkında. Elbet biri daha çok ABD’ye, diğeri daha çok Rusya’ya yakın olabilir, olacak da. Ancak hiçbir zaman yakın olduklarına göbekten bağlanmayacaklar. Hele tüm bu dengeler içinde bariz kaybedenin Türkiye olduğu tartışılmaz olduğundan, Türkiye’ye en az güvenecekler.

Bu arada önemli bir riske dikkat çekip yazıyı bitirelim. Türkiye, bu sürede iç dengeleri de gözeterek yeni bir maceraya atılabilir mi? Ortadoğu politikası ile kaybeden ve ısrarcı davranması durumunda kaybetmeye devam edeceği açık olan Türkiye, kaybedenler liginden bir maceraya atılarak çıkmayı deneyebilir. Açıktır ki bu maceranın adı öncelikle Cerablus olur. İnsani gerekçelerin ardına sığınarak Cerablus’a müdahale etmeyi, böylece hem desteklediği güçleri koruma altına almayı, hem Rojava’daki gelişmeleri kontrol etmeyi düşünebilir.

Türkiye’yi yönetenlerin halihazırdaki en üst siyasi aklı, ne yazık ki buna müsaittir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa