Suskunluk öldürür
Fotoğraf: Envato
Parayla saadet olmaz derler, ya insanlık? Artık paranız, teknolojiniz var; insan, insanlık neye yarar öyle mi? Sorsalar her şey insan için mi diyeceksiniz yine de! Sakın ‘insanı sevdiğimiz, değer verdiğimiz için tomaları, panzerleri yarattık, satın aldık’ demeyin ey muktedirler! Tamam polisi, özel timi pahalı zırhlı araçlara yerleştirdiniz. Ama ne için; salt insan olduklarından mı yoksa pahalı bir yatırım olarak gördüğünüz için mi? Peki, insan olarak binen o zırhlı araçlara, çıkarken yine insan mı? Sorumlusu kim?
Yaralı bir genci gözaltına almak yerine onlarca kurşun ile öldüren, yetmedi bir iple panzere bağlı cadde, sokak dolaştıranlar insan kalabilir mi hiç? Ya izlemekle yetinenler? Bırakalım Şırnak’ta vahşice öldürdüğünüz Hacı Osman Birlik’in yakınlarını, insanlıktan çıkardığınız o polislerin çocuklarına, eşlerine ve koca bir ülkeye ne söyleyeceksiniz?
Ne yazık ki devletin kimi organları ve yetkilileri giderek kimi halkları ve vatandaşları adeta “düşman” olarak görmeye başladı. Oysa Türkiye’nin de imzaladığı Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda 15 Aralık 1978’de oy birliğiyle kabul edilen bildirisinde, “Her insan ırk, din, dil, cinsiyet ayrımı gözetilmeksizin doğuştan barış içinde yaşama hakkına sahiptir” denilmektedir.
Yine, 12 Eylül 2015 tarihinde İstanbul’da yapılan Demokrasi ve Barış Konferansı sonuç bildirisinde de yer aldığı üzere “Santiago Bildirisi’nin 5. maddesinin birinci fıkrasında belirtildiği gibi, “Bütün halklar ve bireyler herhangi bir devlet tarafından düşman olarak görülmeme hakkına sahiptir.”
Çatışmasızlık halinin sonlanması ve ardından yükselen savaş hali, yarattığı şiddet sarmalı ile halklarımızı giderek daha fazla “korku ve karanlığın tutsağı” haline getirmeye çalışıyor. Halkları kör karanlığa rehin kılmanın en vahim yöntemlerinden birisi ise yaşamını yitirenlerin bedenlerine yapılan zulümdür. Bunun son örneği Hacı Osman Birlik’in cansız bedenine reva görülenlerdi. İnsan kalabilen “bizi” ise ölenle öldürmek istiyorlar ve susarsak başarmış olacaklar. Çok açıktır ki amaçlanan suskunlar üzerinden bir “suç ortaklığı” inşa etmektir.
Biliyoruz ki sadece savaşın bitmesini talep eden bir barış vurgusu eksik kalır. Barış tahayyülü adaleti, toplumsal adaleti içinde barındırmalıdır aynı zamanda ve ertelenmemelidir. İşte, panzerle sürüklenenin “asıl adalet”olduğunun ayırdındayız.
Tüm bunlar olurken ne yapmalı? Açıktır ki susmak unutmayı, unutmak ise onaylamayı davet eder. Savaşın, vahşetin karşısında suskun kalmak en önemli halk sağlığı sorunlarından birisidir. Bu nedenle barışa dair salt insani reflekslerimizi değil, yasal haklarımızı da devreye sokmalıyız. Aynen Santiago bildirisinde Türkiye Devleti’nin de imzaladığı gibi: “Tek tek veya herhangi bir topluluğa mensup bireylerin barış için tehdit oluşturan eylemlere karşı sivil itaatsizlik ve vicdani ret hakkı vardır.” Velev ki devlet olsun...
Bu bağlamda 10 Ekim’de Ankara’da yapılacak olan Emek, Demokrasi ve Barış Mitingine katılımın zihin açıcı olacağını öngörebiliriz.
Sağlıcakla kalın.
- Kelimesini arayan duygular 15 Nisan 2024 04:46
- Yakındaki uzak, uzaktaki yakın: Tıbbın girdabı 08 Nisan 2024 04:40
- Dil ya da dilsizlik 01 Nisan 2024 04:48
- Askeri vesayetten toplumcu hekimliğe 25 Mart 2024 04:45
- 14 Mart halkın da Tıp Bayramı 18 Mart 2024 04:25
- Mahcup eğilimler, insan hakları ve hekimlik 11 Mart 2024 04:40
- Penisilin kokan sokaklar 04 Mart 2024 04:20
- Üvey dilin panzehri çokdillilik 26 Şubat 2024 04:45
- “İnsan dünyadır” 19 Şubat 2024 04:35
- Tabip odalarını ‘güvercinin ruh tedirginliği’ ile sınamak 14 Şubat 2024 04:24
- Her şehir atığı ile malul 07 Şubat 2024 04:10
- Ne sağcılar ne solcu: Sağlık ideolojisi 31 Ocak 2024 04:40