30 Ağustos 2015 01:00

Komando tugayları neden yeniden bölgede?

Komando tugayları neden yeniden bölgede?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bolu ve Kayseri’deki komando tugaylarından altı bin kişi, Şemdinli ve civarındaki “üs bölgelerine” sevk edildi!
Bu tugaylara bağlı son birlikler, üç yıl önce, “çözüm süreci”nin başlamasına paralel olarak, bölgeden tümüyle çekilmişti.
Bölgeye bu tugayların yeniden dönmesi, sıradan bir askeri yer değiştirme değil. Çünkü Bolu ve Kayseri Komando Tugayları, bölge halkı tarafından, 1990’lı yıllarda bölgedeki, köy yakmalardan yargısız infazlara, pek çok kişinin kaybedilmesinden “toplu mezarlar” oluşturulmasına, bölgedeki halkı şiddetle sindirme ile ilgili pek çok uygulamadan sorumlu görülmektedir. Bu tugaylar, bölgede uygulanan şiddetin adeta sembolü olarak görülegelmiştir. Cumhurbaşkanı da Hükümet de, Genelkurmay da bütün bunları en az bölge halkı kadar bilmektedir. Ama buna karşın, üstelik de handikaplarla dolu bir “erken seçime” iki ay kalmışken, bu “özel kuvvet” birlikleri, Erdoğan-Davutoğlu Hükümeti tarafından bölgeye sevk edilmiştir.
Tabii bölgeye yeni komando birlikleri sevk edilme konusu sadece Bolu ve Kayseri komando tugaylarından “personel” sevk edilmesiyle sınırlı da değil. Bu tugayların, bölgede 1990’lı yıllarda yaptıkları, bu konuda halkın şikayetleri, bu şikayetler üzerine başlayan kimi incelemeler, yapılan suç duyurularının bir bölümünün soruşturma konusu yapılmak zorunda kalınması gibi sorunları dikkate alan Genelkurmay, bu tugayların personelinin bölgedeki yeni icraatlarına ilişkin “koruma” istemektedir.
Basına yansıdığı kadarıyla Genelkurmay, Bolu ve Kayseri Komando Tugaylarının bölgedeki personeli için, MİT mensupları için çıkarılan ve “Amirinin izni olmadan MİT personeli hakkında soruşturma başlatılmaması” gibi, bir “Koruma altına alma” yasası çıkarılmasını istemektedir.
2 Eylül’de yapılması beklenen Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısına Genelkurmayın böyle bir “öneri” ile geleceği belirtilmektedir.
Peki Genelkurmayın bu önerisinin “anlamı” nedir?
Açıktır ki, eğer devletin güvenlik güçlerinin, bir eylemi mevcut yasalara uygun değilse, yani mevcut yasalar yapılacak eylemi yapanı koruma altına almıyorsa yeni yasal düzenlemelerle devlet görevlisinin müdahale alanı genişletilebilir. Bu yüzden de Genelkurmay öneriyi getirirken, “Bizim bu tugaylarımız mevcut yasaların dışına çıkan müdahalelerde bulunacaklardır. Ama onların bu görevlerini kararlı biçimde yerine getirmeleri için eylemlerini yasal güvenceye almayı sağmalıyız” demek istemiştir. Ki, bunun anlamı, bu tugayların bölgedeki icraatlarında mevcut yasaların suç saydığı birtakım uygulamalara gireceğidir! Ve Genelkurmay bunu şimdiden ilan etmektedir.
Şimdi Meclis, “erken seçim” süreci başlamış olması nedeniyle tatildedir ve böyle bir yasa çıkarılması için de herhalde toplanmayacaktır. Ancak, böyle bir yasa çıkarma girişimi konusunda Genelkurmayın Hükümetten, en azından Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’dan habersiz öneri getiremeyeceği de besbellidir.
Öte yandan, komando tugaylarının bölgeye sevk edilmesiyle ilgili haberlerde, EMASYA Protokolü’nün kaldırılmasından sonra komando tugaylarına “Toplumsal eylemleri önleme eğitimleri” verildiği de belirtilmektedir ki; bu da komando birliklerine sadece kırsal alanda değil kentlerde de görev verilmek için hazırlık yapıldığı anlamına gelmektedir.
Bu girişimlerden açıkça görülmektedir ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Davutoğlu, seçim filan demeden, bölgede çatışmaların şiddetini ve yaygınlığını artıracak önemler almaya devam etmektedir.
Barış talebi etrafında birleşen çeşitli halk kesimleri, hatta MÜSİAD, TÜSİAD gibi sermaye örgütleri bile bir an önce ateşkes yapılarak yeniden “çözüm süreci” dönemindeki girişimlere dönülmesini istemektedir. Öyle ki son günlerde sivil pek çok kesimde, “Öcalan’ın yeni bir çağrı yapacağı”na ya da “yapmasının önemine” dair değerlendirmeler yayılmaktadır. Ki bu da Hükümetten çatışmasızlığa yeniden dönüş ve çözüm sürecine dair bir inisiyatif beklenmediği anlamına gelmektedir.
Bu talepler “Barış talebinin büyüdüğünü” işaret ediyor ki, bu da Barış Blokunun inisiyatifinin artması ve etkisinin genişlemesi için koşulların uygunluğunun kanıtıdır. Seçim süreci ilerledikçe “barış talebi” etrafındaki birleşmelerin artması, bunun da Erdoğan-AKP cephesinin çözülmesi için baskıların artması anlamına geleceği tartışmasızdır.
1 Eylül Dünya Barış Günü etrafındaki etkinliklerin büyüyen “barış talebi” doğrultusundaki gelişmeleri dikkate alarak düzenlenmesi, içeriklerinin bu gelişmeleri destekleyecek biçimde oluşturulması önemli olacaktır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...