02 Ağustos 2015 01:00

Elimden hikâye gelmiyor

Elimden hikâye gelmiyor

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Sözlükte muhalif için, karşı çıkan, karşı koyan kimse yazıyor. Peki muhalif basın ne ola ki o vakit? Haberin, yani olan bir şeyin, yani vuku bulan, hareket eden, gerçekleşen bir şeyin karşı koymak ve karşı çıkmakla ne alakası olabilir? Esasen hiçbir alakası olmaması gerekir: Mesela ülke elbirliğiyle soyuluyor mu? Ayakkabı kutusu, gemicik, altınlar, telaşla alınan evler, kızının okul parasını iş adamından dilenen danışmanlar ve dahalar ve sairler nal gibi, gün gibi haberdir.

Diyarbakır’daki patlamanın failine ne oldu? Orada binlerce kişinin içinde, apaçık katliam hevesiyle ve muhtemelen kolektif, organize hareket eden o insan kim? Nereden gelir, nereye gider? Bunca insanın canına kastetmeyi kimden öğrenmiş? Gezi Direnişi sırasında Dolmabahçe’yi delice korudukları gün gibi aklımda. Çatışmalı gecelerden birinde, iki polis kendi aralarında konuşuyordu: “Ağanın evi var orada, bırakmazlar bunları. Taksim’de takılsınlar işte.” Onlarca korumayla dolaşan, bir dört duvarı hepimizin ciğerinden, gözünden, canından daha önemli sayan bir ülkenin polisiydi onlar. Ciğer, göz, can dediğim de retorik değil; gaz bombası ciğerimizi heba etti. Plastik mermiler göz çıkardı. Ve o kadar can gitti.

İki tane haber var şu an okuduğum: Bu haberi “muhalif” olmayan medya dışında bir yerde görmek mümkün değil. Üç olumsuzla tek olumlu yargıya varmak çok zor bir gramer sıkıntısı. Şimdi daha sakin bir zamanda olsak, ben bir hikâye anlatsam mesela, “gramer sıkıntısı” üzerinden bir retorik yapabilirdim. Okuyanlar beğenirdi, paylaşırdı falan. O iş geçti gibi hissediyorum. Öfkeye kesmiş durumdayım. Hep beraber öfkeye kesmiş durumdayız. Sakin sakin yazabiliyorum gerçi halen. Tuşlara basıyorum, harfler çıkıyor falan. Haberler şunlar ve anca muhalif basın veriyor.

İlki çok yeni. İMC, DİHA’dan alıntılamış, ben de oradan alıntılıyorum: “Ağrı’nın Sıtkiye Mahallesi’nde bir eve operasyon düzenleyen özel harekat timlerinin, evde bulunanlara ateş açtığı belirtildi. Dicle Haber Ajansı’nda (DİHA) yer alan haberde bir süre duyulan silah seslerinin ardından polisin mahalleyi ablukaya aldığı ifade edildi. Polislerin kimsenin mahalleye girişine izin vermediği saldırıda yaralıların olduğu ve mahalleye gelen 4 ambulansın da içeri girmesine izin verilmediği aktarıldı. Olayda PKK’li olduğu iddia edilen 3 kişinin öldürüldüğü belirtildi.”

İkincisi, İMC’nin özel haberi: “Rojava’daki çatışmalarda hayatını kaybeden 13 YPG – YPJ’linin cenazesi, günlerdir Habur Sınır Kapısı’nda bekletiliyor. Aileler cenazelerini alabilmek için sınırda bekleyişlerini sürdürüyor. HDP Mardin Milletvekili Enise Güneyli ise konuya ilişkin Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun yanıtlaması istemiyle soru önergesi vermişti.” Haberin videosu var. Şehitlerden birinin yakını söyledi şimdi: “Anladığımız kadarıyla ölülerimizden de korkuyorlar. Ama biz ölsek de, bu sıcakta kavrulsak da şehitlerimizi almadan, toprağımıza defnetmeden gitmeyeceğiz.”

Bir anne konuştu sonra, “Bana devlet göstersinler gideyim. Ama cebimde bu ülkenin kimliğini taşıyorum, buralıyım. Oğlumu toprağına gömeceğim. Oğul acısı çekseler, böyle mi yaparlardı?” Aha soru. Hadi cevaplasın cevaplayacak olanlar.

Sonra şunu yazdığımı anımsadım geçen gün. Kendimden, defterden alıntılıyorum:

Şimdi, tesadüfen kitapların arasında gördüm Unamuno’nun Günlük’ünü. Sel basmış. Oradan bir cümle: “Büyük bir kuraklığın içindeyim.” Devam ediyor Unamuno: “İçimde ne beni o büyük daralmalara gark eden dehşetli ölüm korkusunu uyandırmayı başarabiliyorum, ne de D.J.J. bana koroda ‘belki de yol budur’ dediği zaman döktüğüm gözyaşlarını...”

Geçen gün, sanırım Suruç’taki katliamdan bir gün sonra yataktan çıkmadığım o gün, rüyalardan birinde ilk defa ölümü çok yakından gördüm. Detaylar çok yok aklımda ama şu kesin: Rüyamda ölmek üzereyim ve çok korkuyorum. “Nasıl yani, şimdi ölüyorum ve her şey bitiyor mu? Ya bundan sonra ne olacak? Ya kopkoyu bir karanlığa gidiyorsam?” Selin’e de anlattım sonra ama sanırım çok iyi anlatamadım. Uyandığımda asıl, korktuğum için kendime kızdım. Ama korkmaktan daha doğal ne olabilir ki bir yandan? Sanırım ölümden korkmak gerektiğini çok ötelemişim. Cesur olduğumdan, gözükara olduğumdan falan değil. Öyle kabul etmişim; ölüm zaten çok uzakta, kim bilir ne zaman uğrayacak benim şehrime, daha şimdiden ne için korkayım ki kabulü. O güne dek bu kadar vazıh bir ölüm rüyası görmemem de tuhaf sanki. Gördüysem de aklımda kalmamış hiçbiri. Bu çok açık, çok net ve çok korkutucuydu. Sanırım oradaki çocuklardan biri gibi, o ânı çok hissederek ve düşünerek uyuduğumdan olacak. Ama her halükârda benim için enteresan bir deneyimdi. Şimdi Unamuno’nun “daralma” dediği bu cümleyi okuyunca der demez aklıma o geldi.
Bu iki “haber”den sonra, bunları okumak ve aktarmaktan başka ne yapılıyor bilmiyorum. Kimi insan var, gazeteci, yorumluyor, siyasi sonuç çıkarıyor, ne bileyim analizler yapıyor, insanlara “hımm” dedirtiyor. Ben yapamıyorum. Belki bir şeyler anlatıyordum, o bir şeylere değiyordu. Ama yok. Kurudu hikâyem. Elimden hikâye mikâye gelmiyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa