27 Temmuz 2015 01:00

Geçici hükümet, kalıcı felaket!

Geçici hükümet, kalıcı felaket!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Ülkeyi 50 gündür hükümet etme yetkisi ‘millet’ tarafından elinden alınmış bir hükümet yönetiyor. Üstelik başkanlık hevesine  ‘millet iradesi’nce ‘dur’ denmiş Erdoğan, bu hükümetin bütün kararlarını fiili bir başkan gibi yönlendiriyor. Son kamuoyu araştırmalarına göre halkın yüzde 91 Türkiye’nin Suriye’de savaşa girmesine karşı olmasına rağmen, AKP Hükümeti ve Erdoğan el birliğiyle ülkeyi savaşa sokuyor.Yetmiyor, ülke içinde Kürt hareketiyle iki buçuk yıldır süren çatışmasızlık sona erdiriliyor. IŞİD’e, PKK’ye, DHKP/C’ye, medya ve sendikalara eş zamanlı operasyonlar yapılıyor.  Teröre karşı mücadele adına ülke adım adım bir ‘terör rejimi’ne doğru sürükleniyor.
Açıktır ki bugün Erdoğan ve temsilcisi olduğu sermaye kesimleri, kendi egemenliklerini kaybetmemek için bir kaos ortamı yaratmaya çalışıyor. ABD ile varılan anlaşma sonucu operasyon yapmaya başladıkları IŞİD ile bugüne kadar sürdürdükleri işbirliğinin üstünü örtmek için genel bir “terörizmle mücadele” görüntüsü altında Kürt hareketini ve ülkedeki emek ve demokrasi güçlerini hedefe koyuyorlar. Gelinen yerde içeride ve dışarıda savaş ve müdahaleye dayalı bu politikaların bir sonucu olarak ister Erdoğan’ın murat ettiği erken seçim olsun, ister bir AKP-CHP koalisyonu kurulsun bu ‘geçici yönetim’in ülkenin geleceği üzerinde sonuçlarının ortadan kaldırılması kolay olmayan felaketlere yol açtığı ortadadır. O yüzden bugün her milliyetten işçi ve emekçiler ile halklarımızın yaratılan toz duman içinde gerçeği görmesini sağlamak büyük önem taşıyor. Çünkü ancak o zaman bu savaş ve terör düzenine karşı bütün halk güçlerinin birleşik bir mücadelesini örmek mümkün olacaktır.
Peki, son birkaç gündür ardı sıra sürdürülen operasyonlar ve yapılan açıklamalar ne anlama geliyor?
Öncelikle AKP Hükümeti’nin bugüne kadar Suriye rejimi ve Rojava kantonlarına karşı kullandığı IŞİD artık işlevli olmaktan çıktığı için Türkiye, ABD’nin geçen yılın Eylül ayında IŞİD ile mücadele adına kurduğu koalisyona katılmıştır. IŞİD’e bağlı internet sitelerinden yapılan “son zamanlarda Türkiye devletinin Müslümanlara yönelik baskılarının hissedilmeye başlandığı” ve “bu baskı ve engellemeler devam ederse Türkiye devletiyle farklı bir sayfa açılacağı” (IŞİD’e bağlı ‘darulhilafe’ adlı internet sitesinden) açıklamaları bile bugüne kadar sürdürülen bu ilişkiyi ifşa etmeye yeterdir. Şimdi ülkedeki üslerin IŞİD’e karşı kullanılması karşılığında Cerablus’tan Azez’e kadarki bölgenin ‘uçuşa yasak güvenlikli bölge’ haline getirilmesi ve böylece bu bölgenin PYD/YPG tarafından ele geçirilmesinin (Kobanê ve Efrîn kantonlarının birleştirilmesinin) engellenmesi hesaplanmaktadır.
İkinci olarak ABD ile yapılan anlaşmayla sadece üsler kullanıma açılmamakta, Türkiye ‘muharip güç’ olarak savaşa girmiş olmaktadır. Şunu unutmamak gerekir ki, ABD için esas olan Bölge’deki egemenlik ilişkilerini ve pazarını korumaktır. Bunun için hangi güç daha işlevliyse onunla pazarlık ve işbirliği yapmaktan geri durmayacağı açıktır. Mesela  ABD daha önce Suriye sorununun çözümü için yapılan Cenevre-2 görüşmelerine gitmesini engellediği PYD ile IŞİD’e karşı mücadele sürecinde işbirliği yapmıştır. Ancak ABD ne Kürtlerin, ne de Türklerin değil; kendi çıkarlarının dostudur. Dolayısıyla bugün Türkiye ile Kürt kantonlarına karşı pazarlıklar da yapmaktan geri durmamaktadır.
Üçüncüsü; PKK ile savaş politikası, AKP Hükümeti-Erdoğan’ın “çözüm süreci”nde yaşadığı açmazın bir sonucu olarak yeniden gündeme gelmiştir. Çünkü “çözüm süreci” asıl olarak devletin Kürt hareketine kendi çözümünü dayatmak için zaman kazanmaya çalıştığı bir süreç olarak düşünülmüş ama nihayetinde Öcalan’ın hazırladığı ‘mutabakat metni’nin (Dolmabahçe deklarasyonu) ortak açıklanması noktasına gelmiştir. Bugün yine savaş üzerinden Kürt hareketinin ve bağlı olarak HDP’nin savaş politikaları üzerinden baskı altına alınması ve gücünün kırılması hesabına dönülmüştür.
İçeride ve dışarıda savaş ve müdahaleye dayalı politikanın kaçınılmaz bir sonucu da bu politikalara karşı duran medya organlarının, sendikaların, aydınların, siyasi parti ve çevrelerin terörize edilmesi ve bütün halk güçlerinin baskı altına alınmasıdır. Bu nedenle katliam yapanların değil, bu katliamları ifşa edenlerin “suç makinesi” olarak gösterilmesi şaşırtıcı olmamaktadır.
Nihayetinde Barış Bloku’nu bile terörizm ile damgalayan bu geçici savaş hükümetinin yarattığı tahribata son vermek için önümüzde tek bir çıkış yolu vardır: Ülkede ve Bölge’de barış isteyen toplumun ezici çoğunluğunu aydınlatıp ülkeyi felakete sürükleyenlere karşı harekete geçirmek!

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...