01 Temmuz 2015 01:00

Gökkuşağıdır demokrasi, parıldayan güneşte... Görebilene...

Gökkuşağıdır demokrasi, parıldayan güneşte... Görebilene...

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bu hafta, Selahattin Başkan ile Nazlı Ilıcak arasında, televizyonda yayımlanan bir sohbet programında geçen diyaloga ilişkin yazacaktım. LGBTİ’lerin onur yürüyüşüne erkek devletin erkek polisi saldırınca işler değişti. Fakat tesadüfe bakın ki (aslında tesadüf falan da değil) konular birbiriyle alakalı çıktı. Bakalım neden alakalıymış.
Selahattin Başkan ile Nazlı Ilıcak arasında Bugün TV’deki bir programda sınıf kavramıyla ilgili bir diyalog geçti. Başkan sınıf meselesine dokunduğunda ve sınıf çatışması kavramını kullandığında Nazlı Ilıcak sınıf çatışmasından ziyade sınıf barışından yana olduğunu söyledi. Selahattin Başkan da Nazlı Hanım’a “Sınıfınız böyle gerektiriyor” yanıtını verince bütün sosyal medyada bu diyalog paylaşıldı ve beğenildi. Tabii benim amacım Nazlı Hanım’ı hedefe koymak değil; Selahattin Başkanın verdiği zekice yanıtın, sınıfından dolayı avantajlı ve çatışmasız(!) bir hayat sürenleri rahatsız etme olasılığını tartışmak... Tabii en azından vicdanlı olanlarını...
Çatışma kelimesini çıkarıp barış kelimesini sınıf kelimesinin yanına ekleyince maalesef iyi bir şeyden bahsetmiş olmuyorsunuz. Sınıf barışından ne anladığınız önemli bu noktada. Barıştan anladığınız alt sınıfların, ezme-ezilme ilişkisinde ezilen tarafta olmalarına razı olma ve kendilerine düşen görevi (Üst sınıfların asla yapmayı kendine yediremeyeceği ve yer yer meslek adı verilen işleri) yerine getirircesine boyun eğerek her türlü zulme başkaldırmaması ise ona barış demezler, itaat derler. Dolayısıyla sözde sınıf barışını(!) üst sınıftan olanlar konumları ve çıkarları öyle gerektirdiği için savunurlar. Sınıflar hiyerarşik olarak var olduğuna göre alt sınıflar çatışmaya girmeden haklarını elde edemeyeceklerdir. Hukuk devleti bile bunu sağlayamaz. Dolayısıyla sınıf ve barış kelimeleri asla bir arada duramayacak kadar birbirine yabancı kelimelerdir.
LGBTİ’lerin onur yürüyüşüne erkek devletin erkek polisinin saldırısıyla bu konunun ne alakası var diyorsunuzdur bazılarınız. Üstelik onur yürüyüşü eylemi de bazı en has sosyalistlerin, komünistlerin burun kıvırarak ve gayet cinsiyetçi ve gayet heteroseksist biçimde baktıkları bir şeydir. Oysaki kapitalizm de erkeksi bir karakter gösterir. Belki de sosyalistlerin, komünistlerin en başta karşı durmaları gereken şey kapitalizmin bu erkeksi özelliğidir. Bu noktada geçen haftaki yazımda söz ettiğim roman kahramanı kız çocuğu Ada’nın kullandığı bir sözü hatırlatmak isterim. Örneğin erkeksi ekonomi... Sadece erkeğe atfedilen bazı kişilik özelliklerinin, yani atılganlığın yani girişimciliğin yani rekabetçiliğin, yani avcılığın, yani hırslı olmanın; ya da erkek imparatorluklara has yayılmacı sermayeciliğin, ekonominin ya da sermayenin bir penis gibi sürekli büyümesinin önemli bir değer olduğu bir yaşam şeklinin baskın olduğu bir hayatı eleştiriyordu Ada... Ve bunu yaşlanan demokrasinin karşısına bir rakip olarak koyuyordu. Çok yerinde bir tespitle...
Kapitalizmin neye ihtiyacı vardır en çok? Sürekli tüketen, sürekli yeni yeni ihtiyaçlar doğuran ve üreten ve bir kadın ile bir erkekten ve bunların doğal (!) meyvelerinden (çocuk) oluşan ailelere... Ve gerektiğinde yani sermaye daha da büyümek, yerini sağlamlaştırmak ve zorunlu vazgeçilmezliğini kabul ettirmek için savaşa tutuştuğunda cepheye gönderecek erkek çocuklara... Ve evde kalıp toplumsal düzeni hamaratça çekip çevirecek ya da cephede gerektiğinde yaralılara bakacak kadınlara...
İşte heteroseksist, yani bu alemde sadece ve sadece erkek ve kadın cinsiyetlerinin var olduğuna yönelik yaklaşımdan nemalanan saldırgan, yayılmacı, ötekileştirici kapitalist düzenin sınıfları bu yüzden onur yürüyüşüne saldıran erkek devletin erkek polisleriyle yakından alakalı... Bu yüzden, çok cinsiyetliliğe tahammül edemeyen erkeksi kapitalizmin bir de üstelik dini kategorilere bağlı sözde hassasiyetleri kullanarak onur yürüyüşünü susturması çok beklendik bir tavır. Biraz da bu anlama geliyordu geçen hafta alıntıladığım “Delikanlı bir varlık olarak demokrasi” kavramı. Kim daha delikanlıydı onur yürüyüşü sırasında olanlara bakacak olursanız? Kaskları ve kalın üniformaları arkasına saklanmış, farklılıklara su, gaz ve plastik mermi sıkan erkek polisler mi, yoksa onlara gökkuşağı gözleriyle cesurca karşı koyan insanlar mı?
Erkeksi ekonominin, erkeksi kapitalizmin çoklu cinsiyetlere tahammülünün olmaması demokrasiye de tahammülünün olmaması anlamına geliyor. Demokrasiyi parlamentonun duvarları arasına, öğrenmeyi ve gelişmeyi okul duvarları arasına hapsetmek de bu erkeksi ekonominin başka bir amacıdır. Bundan dolayı da ne demokrasiye tahammül ne de çoklu cinsiyetlere tahammül gelişebilir. Bakmayın tahammül dediğime, saygıdan vazgeçtim ya, bari tahammül edebilseler... En çok da çoklu cinsiyetlere tahammül edemezler herhalde... Belki de kendi çoklu cinsiyet olasılıklarıyla yüzleşmek istemedikleri için...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...