07 Mayıs 2015 01:00

Devletin etkin ideolojik araçları: Milli Eğitim ve Diyanet İşleri

Devletin etkin ideolojik araçları: Milli Eğitim ve Diyanet İşleri

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Şekillendirme anlamına gelen ‘formasyon’ yaşamımızda önemli bir yere sahiptir. Aklınıza hemen ‘pedagojik formasyon’ gelmiştir sanırım. Öğretmenlik yapabilmek için ‘pedagojik formasyon’ programından geçmek gerekmektedir. Kısacası öğretmen adayları bu programda milli eğitimin öngörülerine uygun olarak şekillendirilmeye çalışılır. Sonuçta, devlet tarafından öğretmenlerin de çeşitli öğretim kurumlarında öğrencileri bu çerçevede şekillendirmesi beklenilmektedir.
Öğretim kurumlarında ‘andımızla başlar bu şekillendirme, yani formasyon süreci. Türk’üm, doğruyum, çalışkanım… derdik her sabah en gür sesimizle. Yıllar sonra öğrendik ki bu ülkede yaşayanlar sadece Türk’ler değilmiş; her vatandaş da doğru ve çalışkan değilmiş meğerse! Böylece formasyon özüne yabancılaşma, tek tipleştirme ve yalan söyleme ile başlamış imiş!
Kompozisyon yazmak epey zordu o yıllarda. Fakat kolayca yüksek not almak olasıydı: Atatürk’ü övdüğümüz oranda kompozisyon notumuz yükselirdi. Özgün ve yaratıcı fikirlerden çok ‘milli değer’leri ve mühim ‘devlet büyük’lerini yüceltmek daha önemliydi. Hiç unutmam: Köyde ilkokul 3. sınıfta iken öğretmenimiz 19 Mayıs için ‘Gençliğe Hitabe’yi ezberlememi istemişti. Köy harmanında oynarken (19 Mayısa 2 hafta vardı) öğretmenimiz okul yolundan gelip “ezberledin mi” diye sormuştu. Zaman çoktu ve ezber konusunda kendime güveniyordum. ‘Hayır’ demiş ve ardından yediğim tokatla gözümden akan yaşlar eşliğinde yıldızları saymıştım. Şok olmuştum gerçekten. Bunu hiç unutmadım ve her fırsatta anlattım.
Köyümüz, Türkmen Alevi köyü idi ve Diyarbakır’ın merkez köylerinden biriydi. 5. sınıfa geçtiğim yaz şehre taşındık. Yavuz Selim İlkokulundan mezun olup Ziya Gökalp Lisesinin orta kısmına kayıt oldum. Köyde iken Aleviliğimiz sorgulanan ve sorun edinilen bir konu değildi. Komşu köylerle yapılan maçlarda Kızılbaş-Karabaş sataşmaları ve küçük çaplı kavgalar olurdu, fakat biz çocuklar pek anlamazdık. Derken şehirdeki mahallemizde Ermeni, Kürt ve Süryani komşularımızla tanıştık. Kızılbaş ve  xaço ‘sıfat’ları daha sıklıkla kullanılıyordu artık. Din bilgisi ve ahlak derslerinde dua ezberlemek zorundaydık. Hıristiyan arkadaşlarımızdan isteyenler bu derslere girmeyebiliyordu. Alevi Kızılbaşlar olarak duaları ezberler, masa üstünde kılınan namazı izler, öğretmeni pür dikkat dinler ve din bilgisi ve ahlak dersinden yüksek notla geçmeye çalışırdık. Bu durum aslında bizleri milli eğitim yoluyla iki yüzlü olmaya ve özümüze yabancılaşmaya zorluyordu.
Böylelikle önce yalancılığa ve sonra ikiyüzlülüğe zorlanmış oluyorduk. Ayrıca kendimizi inkar ederek asimilasyona hizmet etmiş oluyorduk. Bu süreç benim için 1968-1979 aralığıdır. Gerçi bilinçlenmemizi sağlayan gençlik ve kültür derneklerinin faaliyetlerinin artmasıyla bazı konuları anlamıştık ama ‘temel eğitim’den gelen aksaklıklar hâlâ etkiliydi. Milli eğitim ve diyanet işleri kurumlarının koordinasyon içinde toplumu nasıl deformasyona (şekil bozukluğu) uğrattığını ancak yıllar sonra anlayacaktık. Bu yıllar içinde birçok önemli değerimizi ve insanımızı da yitirmiştik ne yazık ki.
Devasa bütçeler ve yüzlerce çalışanıyla özellikle bu iki kurumu iyice analiz etmek ve anlamak zorundayız bugün. Çok uluslu ve çok inançlı bir ülkede böylesi iki kurumun varlığı temel insan haklarının ihlali anlamına gelmektedir. Nasıl da pohpohlamışlardı bizleri: Aleviler, laik ve demokratik Türkiye’nin teminatıdır! Oysa hep kandırmışlardı: Laiklikten de demokrasiden de çok ama çok uzaktık. Dersim’den başlayarak en son Gezi’de katledilmiş, yakılmış, sürgün edilmiş ve mahpuslara doldurulmuştuk. Takrir-i Sükun Kanunu’ndan başlayarak en son İç Güvenlik Yasası’yla zapturapt altına alınmaya çalışılmıştık. Sürekli şekilde iç düşman olarak hedef tahtasındaydık gerçekte.
İki etkin ideolojik araç olan bu iki kurumun koordineli çalışması sonucunda temel bilimler diye anılan fizik, kimya, matematik ve biyoloji bölümlerini içeren fen fakülteleri gerçek işlevlerinden adım adım uzaklaştırılarak değersizleştirilirken, din bilgisi adı altında inançsal düzlemde tek tipçi anlayış egemen duruma getirilmiştir. Artık hayatın her alanına bu kurumların uygun formasyonla yetiştirdiği vatandaşların müdahalesi söz konusudur. Sorgulamayı, şüphe etmeyi, araştırmayı, bilgiyi paylaşarak çoğaltmayı ve sevmeyi amaç edinen bilimsel eğitim ve öğretime yönelerek toplumu hastalaştıran ve mutsuz eden bu sisteme son vermek ve yeni eğitim-öğretim modellerini hayata geçirmek zorundayız.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...