03 Mayıs 2015 01:00

'Kırk ayaklı karınca'nın ardından

'Kırk ayaklı karınca'nın ardından

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Edebiyatımızın “Kırk Ayaklı Karınca”sı Ali Yüce’yi yitirdiğimizi duyunca ne yapacağımı ,nasıl davranacağımı bilemedim. Önce yıllardır göremediğimi düşündüm onu. Antakya’nın çarşılarına onun  güler yüzünün nasıl yakışacağını. Antakya’yı birlikte gezmenin nasıl bir keyif olacağını. Kısmet olmamıştı.
Mahmut Makal, kendi gibi köy enstitülü olan Ali Yüce için “Kökten sürme bir aydındır” diye yazar. “ Çok ilginç ve de çileli bir yaşam öyküsü vardır. Bütün köy çocukları gibi yaşam kavgası doğar doğmaz başlamıştır. Köyde çobanlık, ırgatlık yapmıştır. Kurdun sürüden keçiyi kapışını görmüştür. Ağanın ekili tarlasına giren oğlağı çıkarırken boynuna kırbaç yemiştir. Çocukluğunu, namazlık ve Kur’an kurslarında bol bol hocanın falakasına kıstırılarak tüketmiştir. Tüketirken de öte dünyayı karış karış dolaşmıştır. Böylece, öte dünyadan usul usul uzaklaşarak bu dünyaya ayak basmıştır. Bir yandan davar güderken, bir yandan da ilkokulu bitirmiştir.
Düziçi Köy Enstitüsüne kaçarak gider. Gidişi duyulunca, “Molla Ali gavur yazılmış” diye köy yerinden oynar. Şimdilerde bile köylüler, ‘Eğer eski mektepte okusaydı büyük bir müftü olurdu; yazık etti kendine” diyerek acırlar. Düziçi Köy Enstitüsünü 1951’de bitirir. 1928’de doğduğuna göre (Yayladağı’nın Hisarcık köyü, Antakya) 23 yaşında öğretmen olmuştur. Normalde 18 yaşında olması gerekirdi.”
Ali Yüce Hatay’ın Fransız işgalinde olduğu sırada dinsel eğitim görmüştür. Köy enstitüsüne bir kendi kaçsa yine iyi köyden kendinden epey küçük bir çocuğu da beraber götürmüştür. Bütün bu serüven “Şeytanistan” romanında olabildiğince mizah diliyle anlatılır: “Düziçi Köy Enstitüsüne vardığımda, öte dünyadan gelmiş gibiydim. Ellerim, ayaklarım, yüzüm, gözüm it çiğnemiş gibiydi. Üstümü başımı çalılar yemiş sanki. Herkes beni çocuk yazdırmaya gelmiş bir adam sanıyordu...” Yanında götürdüğü çocuk Ali Yüce’yi babası sandıklarını fark edince şımarır “baba” diye seslenir boyuna.
Ali Yüce Köy Enstitüsünde öğrendiklerini “Şeytanistan’da uyduruk hiçbir şey yok. Romanda adı geçen kişilerin çoğu hâlâ yaşamakta. Şeytanistan tamamen bir anı defteridir.  Hatta dili de fazlasıyla yereldir” dediği Şeytanistan’da şöyle özetler: “Şu yapının harcında, şu ağacın yeşilinde, şu kirecin kokusunda ben vardım. Yeşil yeşil gülen ağaçlarda, çiçeklerin alında, morunda benim alın terim vardı. Ben yurdumu, yurdumun insanlarını sevmeyi, türkülerini söylemeyi burada öğrenmiştim.” Ali Yüce Hatay’ın köylerinde, kasabalarında on yıl ilkokul öğretmenliği yaptı. Boş zamanlarında kendi kendine İngilizce öğrendi. Gazi Eğitim Enstitüsünün İngilizce bölümünü 1962’de dışardan bitirdi. 1977’de Antakya Ticaret Lisesi İngilizce öÖğretmeniyken emekli oldu. Ali Yüce’nin Şeytanistan romanından sonra yazılmış bir romanı daha var: Siskent. Ali Yüce bu romanını şöyle tanımlar:”Siskent, işlenen konular açısından Şeytanistan’ın kardeşidir. Kırsal kesim insanlarının, görünmeyen peri gelinlerin, kitap yakmaların... Öyküsü. Bir kara mizah romanı. Ama sonunda “Siskent”in “Işıkkent”e dönüştüğü mutlu sonu olan bir roman...”
Şu günlerde Şeytanistan’ı yeniden okumak gerekiyor. Kurda kaptırdığı koyunu kurdun yememesi için bıçak ağzı bağlayan çoban-molla öyküsünü Ali Yüce’nin o işlek dilinden okumak asıl bu günlerde önemli. Bir de çocukluğundan kalan bir acıyı: “Yetmiş yaşıma geldim; çektiğim bütün çileleri, sıkıntıları, acıları unuttum ama o derebeyi kalıntısının kırbacını unutmadım. Kırbacın kabarttığı boynum hep ağrıyor.”
Çocuklarımız asılsız inançlara kul olmasın, bir üst sınıfın sopası, kamçısı, yumruğu altında kalmasın diye.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa