03 Mayıs 2015 01:00

Şov devam ediyor

Şov devam ediyor

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Şov başlamıştır bir kez. “Ne olursa olsun gösteri devam etmeli.” Hayata dair her şey seyirlik bir şova dönüştükçe, duyarlılıklar, tepkisellikler (tepkiler) de gücünü yitirdi ve geldik bugünlere. Şov devam ediyor.  “Öğreneceğimiz en önemli şey sevmek olacaktır ve bir de sevilmek. Moulin Rouge, bir gece kulübü; bir dans salonu ve genelev. Sahibi ise Harold Zidler’di. Gece zevkleri kralı. Zengin ve güçlülerin genç ve güzel alt tabaka yaratıklarıyla oynaşmaya geldiği bir yer.”
Kırmızı Değirmen (Moulin Rouge) filminin başında gözyaşları içinde söyler bunları yetenekli şair Christian, yaşananları anımsarken. Moulin Rouge adlı müzikholün “parıldayan elması”, büyük yıldızı olan âşık olduğu kadın Satine, ölümcül hastalığına yenik düşer, hayatını kaybeder. Christian, yaşadığı aşkı yazmaya karar verir. “Günler haftalara, haftalar aylara döndü. Sonra pek de özel olmayan bir günde daktilonun başına geçtim. Oturdum ve onun hikâyesini yazdım. Bu bir zamanın, bir yerin ve bazı insanların hikâyesiydi. Hepsinden önemlisi aşkın hikâyesiydi; sonsuza kadar yaşayacak bir aşkın.”
Filmde de (kurgunun dünyası), günümüzde de (gerçeklikte) kimileri için aşk, hüzün, acılar sürüp gitmekte olan şova malzeme olabilirdi. Christian ile Satine’in hikâyesi, babası ile anlaşamayan ve evden ayrılan Christian’ın Paris’te Montmartre’ye taşınmasıyla başlar.  
Bir anda kendini gösteri dünyasının içinde bulur Christian. Moulin Rouge, Montmartre’nin en ünlü gece kulübü, müzikholü, Satine de kulübün yıldızıdır. Satine, cancan dansı yapıp şarkı söyleyen, yıldız da olsa aslında zengin erkeklerle birlikte olan, dünyaca tanınan bir sanatçı olmak isteyen, bunun için de güzelliğini kullanan biridir. Kulübün gösteri sanatçılarıyla tanışan Christian, Moulin Rouge için şov yazacaktır. “Muhteşem gösteri,”
Güzelliğe, özgürlüğe, gerçeğe ve her şeyden çok aşka inandığını söyleyen, hayallerindeki bohem devriminin gösterisini gerçekleştirmek isteyen Moulin Rouge’un sanatçıları Christian’ın yeteneğini gördükleri anda şovu onunla birlikte yazmaya karar verirler.
Ünlü gösteri kızlarıyla ve Satine’le de tanışır Christian ve birbirlerine âşık olurlar. Şov aşkın bütün engelleri aşabileceği üzerinedir. Kulüp sahibi Harold Zidler’in finansör olarak kullanmak istediği Dük de Satine’e âşık olur. Şovla gerçek iç içe geçer.
Hikâye, bir “saray fahişesinin” beş parasız sitarcıyı zengin mihraceye tercih etmesini anlatır. Aslında bu Christian ile Satine’in hikâyesidir, gerçek aşkın hikâyesi. Dük bu şova destek olacaktır ama aslında fark etmese de yaşanan gerçek aşka destek olmaktadır.
Christian ile Satine’in aşkları büyürken Zidler durumu öğrenir. “Sen deli misin? Moulin Rouge’un tapusu Dük’ün elinde. Senin için bir servet harcıyor, seni yıldız yapmaya çalışıyor ama sen yazarla oynaşıyorsun. Bu gönül oyunu sona erecek.”
Onun için önemli olan Moulin Rouge ve süren gösteridir, şovdur. Gece kulübünün geleceği, şovun sürmesi Dük’ün, dolayısıyla Satine’in elindedir. Bunun için Christian’dan vazgeçmesi gerekiyordur Satine’in. Ölümcül bir hastalığı olan Satine, ondan vazgeçmektense ölmeyi yeğlerdi. Zidler için ise her şeye rağmen şov devam etmeliydi; ölürken bile “show must go on.”
SEYİRLİK CÜMBÜŞLER
“Medya Gösterisinin Ahlaki Kapsama Alanı Üzerine Eleştirel Metinler” alt başlığıyla yayınlanan Şovenist İnşa’nın yazarı Hüseyin Köse, yeni medyanın, göz önünde olup bitenlerin en gerçek dışı şeylerden bile daha merak uyandırıcı olduğu bir algılama karanlığı yarattığını söylüyordu. Kitap medya gösterisi üzerinden şekillendirilen genel bir yaşama etiğini sorguluyor.
Hüseyin Köse, Gösterinin şiddeti nerede başlayıp sonlanıyor? Göstermeden de filmi çekilebilir mi hayatın? sorusunu şöyle yanıtlıyor: “Sahnelemeden de filmi çekilebilir hayatın kuşkusuz, çekenler var, hep oldu, hem geçmişte hem de bugün. Nihayetinde sahneleme başka, gösterme başka şey. Aradaki farkı iyi koymak gerek. Buradaki sorun, gösterinin, daha ziyade duyarlığı, tepkisel ve eleştirel tavır ve davranışları ve dahası, vicdan tembelliğini kışkırtması asıl.
Vicdanların ve zihinlerin ‘seyirlik cümbüşler’e odaklı konumlanışının, yaşanan kimi haksızlık, yanlılık ve yanlışlıklara karşı ölümcül bir kayıtsızlığı getirmesi beraberinde.
Peki, ama bu sıkça sözünü edip durduğumuz ‘gösteri’ ne? Ona bakalım şimdi. Gösteri, bütün bir yaşamın görüntüsel örgütlenişi. Hayatın, kişinin arzuları ve yaratıcı yeteneğinin onayı haline gelişi, Debord’un deyişiyle. Bir başka açıdan da, metalaşmış hayatın hazırcı dünyası demek; kendi hakikatine yabancılaşmış toplumun tarihsel anına tanıklık eden tüm yapıp etme biçimleri... Peki, gösterinin şiddetinden gerçekte neyi anlamalı? Görüngüye değilse de, görüntüye dayalı bir şiddeti, her şeyden önce; eline çabuk düşüncenin şiddetidir bu; yüzeyselliklerin, dar kafalıca tarafgirliğin, kayıtsızlıkların, iradenin en vasat argümanlara doğru çözülerek paçozlaşmasının, diğerlerini anlayabilme ve onlarla dayanışma yoksunluğunun, gereği gibi sevmeyi ve anlaşmayı başaramayınca türlü çeşitli şehvet numaralarıyla vicdani rahatlama biçimlerinin yol açtığı bir şiddet.
Gösterinin şiddeti, Kundera’nın deyimiyle, ideolojisi ‘içimizdeki çocuğa tapınç’ olan çocukrasi hastalığıdır aynı zamanda. Sevme yeteneksizliğinden mustarip kimseler olarak hepimizin suçlu olduğunu söylüyordu Kafka; işte böylesi bir ontolojik suçluluğun şiddeti gösteri.
Özellikle bu zaviyeden bakınca daha da kararıyor tablo. Herkesin kendi ücretsiz gösterisinin çok başlı kahramanı olduğu bir hayatta, geriye akıl kârı hiçbir şey kalmıyor savunulacak, tıpkı hiçbir azılı kârda yeterince akıl olmadığı gibi.” (Uğur Şahin - Halime Kirazlı İstanbul - BİA Haber Merkezi 10 Ocak 2015)

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...