Öz-biçim 2
Fotoğraf: Envato
Gelin, bu öz sözünü, kişi ölçeğinde değil de kent ölçeğinde, kentin koşullarını göz önüne alarak anlamağa çalışalım.
Elbette kentin de bir özü var. Bütün kentlerin, ortak yanları olmasına karşın, onları birbirinden ayıran özleri, biçimleri var. İstanbul ile İzmir’i karşılaştırabilir misiniz? İşleyim kentini, üretim yeri (fabrika) bacaları, yüksek fırınlar, simgeler, buradan hemen anlarsınız kentin özünü, niteliğini... Kültür kentini kitaplık kuleleri... 16. yy. İstanbul’unu insanların toplanma yerleri... Bir önceki forumlara eklenen kubbeler, minareler hem sosyal merkezleri hem de İstanbul simgeliyordu.
Günümüzün İstanbul’unu oteller, iş kuleleri, konut kitleleri simgeliyor. Kısacası para, para, para... Bunların ne kültür, ne sosyal donanımları var.
Oysa kent, özellikle sosyal- kültürel etkinlikler alanı değil midir?
Geçmişin yerleşmelerine kent diyebilmek için ortak sosyal-kültürel alanlarının tam olmasına bakmıyor muyuz? Özellikle kent tasarımcıları, mimarlar, arkeologlar için bu böyle değil mi?
Kentler bu özlerini, ülke bütünü içinde üstlendikleri işlevleriyle uyumlu oluşturmamışlar mıdır?
Gaziantep Anadolu kaplanlarının değil bana göre emekçilerin yaratma alanıdır. Ama bunların kültür donanımları tamamlanabildi mi? Bunu en iyi siz biliyorsunuz.
Dedim ya kimileri ağırlıklı olarak işleyim kentleridir. Kimileri kültür… Kimileri de kültür donanımı eksiklikleri nedeniyle bu gün de kent olmaktan uzaktırlar…
Üstelik özen gösterilmezse var olan az buçuk nitelikleri, hiç de uzun olmayan sürede değişebilir. Benim gençliğimdeki İstanbul ile bu günkü İstanbul’u karşılaştırdığımda bunu görebiliyorum. O günkü İstanbul ile bugünkü İstanbul’ un, sosyal - kültürel alanlarının bütün içindeki paylarına bakınca bu açıklıkla görülmüyor mu?
Gineliyorum ayrıca çağdaş işleyim kentinin bu işlevini sürdürebilmesi için sosyal-kültürel donanımlarının tam olması, oturanlarının bu donanımdan eş pay almaları gerekiyor.
Kentsel tasarımda bu “öz” sözü kentin, ülkenin içinde bulunduğu koşullar göz önüne alınarak anlaşılmağa çalışılmalıdır.
Ayrıca bunu tartışabilmek için, doğal olarak, her şeyden önce, ülkemizdeki gelir dağılımının dengeli olup olmadığına bakmak gerekmez mi?
Vatandaşlarımızın en az % 50’sinin açlık çizgisinde olduğunu uzmanlar söylüyorlar.
Kurtuluş savaşında iki çift çorabının birini yokluk içindeki ordusuna veren insanların ülkesidir burası.
O savaşın ilk aşaması olan Çanakkale savaşında insanlarımızın kaymak katmanı yitirilmiştir.
Savaşın ardından, dişinden tırnağından artırdıklarıyla üretim kaynakları yaratmış, üretim yerleri (fabrikalar)kurmuş bir yönetimin ülkesidir vatanımız.
Şimdi birileri gelmiş, neyimiz var neyimiz yoksa satmış, har vurup harman savurmuşsa bu bizim
özümüz olabilir mi?
Böyle bir yol, her şeyi “satılabilme” ölçütüne göre yapmağa götürmez mi bizi?
Sosyal devletten bir şey mi kalır?
Öyle olmadı mı?
- Vedat Günyol/İnsancılık -5- 22 Mart 2020 20:39
- Vedat Günyol/İnsancılık -4- 22 Mart 2020 20:40
- Vedat Günyol/ İnsancılık-3- 15 Mart 2020 19:30
- Vedat Günyol / İnsancılık -2- 09 Mart 2020 00:00
- Vedat Günyol / İnsancılık 02 Mart 2020 00:01
- İçin aydınlığı 24 Şubat 2020 00:00
- Süreklilik 16 Şubat 2020 23:30
- Yetmiş beş yıl sonra soykırım 09 Şubat 2020 22:35
- Yine deprem 02 Şubat 2020 22:30
- 25 Ocak 2020 (Bir gün sonra) 27 Ocak 2020 00:05
- Eğitim eğitim eğitim 19 Ocak 2020 22:47
- 24 Aralık 2019/Bruno Taut'un ölüm yıldönümü 13 Ocak 2020 00:08