26 Nisan 2015 00:51

Atları da vururlar

Atları da vururlar

Fotoğraf: Envato

Paylaş

1984’e gelindiğinde kurgu ve yazın dünyasının değil gerçeğin de 84’üne gelmiştik. O katı, geri dönüşsüz, acımasız gerçekliğin. Yalnız küresel ‘Büyük Abi’nin değil, yerli-yabancı, ulusal-uluslararası bütün Büyük Abi’lerin, çıkar gruplarının koca kulağa dönüştüğü herkesin dinlendiği, herkesin dinlediği zamanlara gelmiştik. Üstelik ‘izlemek’ yalnızca dinlemekle sınırlı kalmıyor, ‘dolu dolu yaşanıyor’, gözleniyor, gözetleniyorduk da. Hayat Truman Show gibi yaşanıyordur; artık ‘şov başlamıştır’. 

Yaşananlar bir yanılsama mıdır? Kurgu ya da gerçek nerede başlıyor, nerede bitiyor; kurgu nedir, gerçek nedir? Ayırt etmek güçtür. Hayat “reality (gerçeklik) show”a dönüşmüş ya da reality şovlar hayatın kendisi olmuş gibidir. Kolay benimsenmiştir reality (gerçeklik) show, ‘sanal gerçeklik’ gibi kavramlar. ‘One man show’lar da sürecin olmazsa olmazı, tamamlayıcısıdır. Her dönem kendi yıldızlarını yaratır sonuçta. Yeni dünya düzeninin yükselen değerlerinin de şovmenleri, starları yaratılacaktır.

Değerler, erdemler değişmiş ‘hırsızlık’, arsızlık, soytarılık baş tacı edilir olmuştur. 60’lı, 70’li yılların naifliği gitmiş, yerini yeni “yükselen değerler”in yaldızlı çirkinliği almıştır. Anılarımızı ve geçmişteki değerlerimizi de rant ‘malzemesi’ olarak değerlendirebilirdik. 

‘Emir-komuta zinciri’ acımasızlığında yenilgilerin, ihanetin ve yozlaşmanın ışık hızıyla yaşandığı yıllarda ruhunu, düşlerini, ütopyalarını satışa çıkarıp paraya, ranta dönüştürenler köşeleri tutmuş, her şey hızla kirlenmişti. 

BBG-GÖZETLEME EVİNDEN POP-STAR AVCILIĞINA

Çok uzak değil yakın bir zaman önceydi; hepimizin gözü önünde yaşandı her şey. Birlikte izledik, izlendik, gördük. O hayatların kağıt mendil gibi kullanılıp atıldığını gördük. Bugün kimsenin umurunda olmayan, adları hatırlanmayan, bugün ne yaptıkları, ne yaşadıkları (yaşayıp yaşamadıkları) merak da edilmeyen Tülin’i Caner’i de, kaynana Semra Hanım’ı, oğlu Ata’yı da, Abidin’i, Firdevs’i, Bayhan’ı da o yıllarda tanıdık. Dramlarına, trajedilerine tanıklık ettik.

BBG evinden Gelinim Olur musun?’a, Popstar’dan Dokun Bana’ya onlarca yarışma, onlarca yarışmacı girdi hayatımıza; darbeli Eylülist yıllarda, Özal’dan Erdoğan’a neoliberal iktidarların yarattığı yıkım günlerinde. 

“Her insanın bir öyküsü vardır,/ama her insanın bir şiiri yoktur” demişti Özdemir Asaf. Daha önce de yazmış, söylemiştik; herkesin on beş dakika şöhret olmak için kılıktan kılığa girdiği yılları yaşadık. Hiçbir bedel ödemeden şöhret olmak isteyenlere, medya zoruyla ‘hikâye’ yaratılmaya çalışıldığı günleri... Günün modasına uygun, acı soslu bir hikaye oluşturdunuz mu işlem tamamdı. Reytinginiz yüksek, kazancınız bol oluyordu. Nasılsa her şey paraya ve şöhrete endekslenmiş, paparazzi kültürü egemen olmuştu bir kez. Acılarımızı da, anılarımızı da bu uğurda harcayabilir, gösteri dünyasına malzeme olarak sunabilirdik.
Hayatların anlatıldığı, reyting avcısı programlarda bile ne yazık ki böyle yaşandı bu. Kimi kimle kavga ettirirsem, kimin ağzından diğeri için laf alabilirsem reytingim artar düşüncesiyle tuzak sorular sormayı, sömürmeyi, ağlatmayı ‘pazardaki saygınlığını’ artırmak ve banka hesabını şişirmek için ‘başarı’ sayanları gördük.

ALACAKARANLIK KUŞAĞI

Sanat/sanatçı, sezgisizle-öngörüsüyle yıllar öncesinden görebilmişti tüm bu olan biteni, olabileceği. Sydney Pollack’ın yönettiği Atları da Vururlar, ABD’de 1930’larda yaşanan ‘Büyük Ekonomik Buhran’ sırasında çaresiz kalan insanların para ödüllü bir dans maratonunda onurlarını çiğnetmek pahasına ölümüne yarışmalarını anlatır.

Horace McCoy’un 1935 yılında yazdığı aynı adlı romanından uyarlanan film, 1972 yılında Türkiye’de sinemalarda Son Gerçek, 1979 yılında TRT’de Atları da Vururlar adı ile gösterilir. 

9 dalda aday gösterildiği Oscar ödüllerinden “En İyi Yardımcı Oyuncu” ödülünü (Gig Young) kazanan filmin başlıca rollerinde Jane Fonda, Michael Sarrazin, Susannah York, Gig Young, Red Buttons ve Bruce Dern oynar.

İki saatte bir verilen on dakikalık molalar dışında, günler, haftalar, aylar boyunca durmaksızın dans edilen bu maratonu kazanacak çifte, o dönem için bir servet sayılabilecek bir ödül verilecektir.

Büyük ilgi çeken, kalabalık bir izleyici topluluğunun izlediği bu maratonda ödül dışında başka bir şans daha vardır: Ünlü film yapımcıları da yeni yıldızlar bulmak amacıyla maratonları izlemeye gelmektedir. Yani maraton sırasında keşfedilip, ünlü ve zengin olma olasılığı vardır.

Her ikisi de Hollywood’da şansını denemek isteyen ama başarılı olamayan Gloria ve Robert böyle bir maratonun yapıldığı bir salonda tanışırlar ve Gloria’nın partnerinin, hastalığı nedeniyle maratona alınmaması üzerine maratona beraber katılırlar. 

Maratonun düzenleyicisi işbilir Rocky’nin izleyicileri coşturan sunuculuğu eşliğinde yarışma başlar. Dans eden çiftler için bir yarışma olsa da, Rocky’nin dediği gibi, izleyiciler için bu bir gösteridir. Tribünleri dolduran izleyiciler, tıpkı bir at yarışında olduğu gibi, tuttukları çifti desteklemekte, hatta onlara sponsor bulmakta; umutsuz insanların, sonuçta elde etme umudu taşıdıkları ödül uğruna, onurlarını, sağlıklarını, hatta yaşamlarını hiçe sayarak yarıştıkları bu insanlık dışı gösteriyi keyifle, eğlenerek izlemektedir.
Bu acımasız gösteri gereği, izleyicilerin hoşuna gidecek şekilde her türlü yalan söylenir, gerçekler gizlenir. Yarışmacılardan halüsinasyon görenler, aklını yitirenler, ölenler olur. Ama gösteri her şeye rağmen devam eder. Önemli olan izleyicilerin ne görmek istediğidir. Tüm bu yaşananlar zaten geleceğe dair hiç umudu olmayan Gloria’nın dengesini alt üst eder. Bacağı kırılmış bir at gibi acı çeken ve bu yarışmadan, yarışmanın yapıldığı salondan, hatta her şeyden bir an önce kurtulmak isteyen Gloria için tek bir seçenek vardır. Robert’ten yaşadığı ızdıraba son vermesi için kendisini vurmasını ister. Zaten sakatlanan ve acı çeken atları da vurmuyorlar mıydı?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...