17 Nisan 2015 01:00

Sansür: Bu film mutlu bitecek

Sansür: Bu film mutlu bitecek

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bakur filminin başına gelenler de bakanlık açıklamasında iddia edildiği gibi sansür değilse, zaten sansür diye bir şeyin hiç olmadığı bir ülkede yaşıyor olmalıyız. İşte o sansürsüz tarihten bir örnek: ‘70’li yıllarda, sansür iyice artıp da artık filmler çekilemez, meşhur oyuncular bile sinemadan geçinemez hale gelince, oyuncuların önderliğinde sinema emekçileri bir araya gelir. Vedat Türkali’nin anlatımına göre, birkaç oyuncunun başlattığı sansüre karşı yürüyüş fikrine, başta kamera arkasında çalışan işçiler ilgi göstermez. “Bizimle ilgisi yok” derler. Bunun üzerine, yürüyüşün içeriği yeniden düzenlenir, sinema emekçilerinin haklarına dair talepler eklenir. 1977’nin kasım ayında İstanbul’un çeşitli yerlerinde, İzmit’te, Bolu Dağı’nda, Ankara’da otobüslerden inerek, set işçilerinden yıldız oyunculara kadar sinema emekçileri halkın arasına katılır, bildiri dağıtır, sloganlar atar, grevleri ziyaret ederler. Taşınan pankartlardan birinde şöyle yazar: “Yeni sinema yasası, özerk sinema kurumu”. Yürüyüş başarıyla tamamlanır, öyle ki, Sinema Emekçileri Sendikası Sine-Sen’in örgütlenmesine ilham verir. Sansür kısıtlamaları gevşetilir, bakanlık sinema emekçileriyle diyalog kurar, sinemaya ilk kez kamu desteği verilir. 12 Eylül’den sonra gözaltına her alınana sorulan soru odur: “Sansüre karşı yürüyüşü kim örgütledi?”
Yürüyüşün hikayesi, Deniz Yeşil’in Yollara Düştük belgeselinde anlatılıyor. Film, Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde belgesel yarışmasındaydı, bir başka filme uygulanan sansür nedeniyle diğer filmlerle birlikte çekildi. İstanbul Film Festivali’nde de belgesel yarışmasındaydı, orada da başına aynısı geldi. Sansür hakkında belgesel, sansür nedeniyle bir türlü izleyiciyle buluşamadı. İşte sansürün özeti.
Sansür var mıydı yok muydu? Ekim ayında Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek belgeselinin hukukçuya izletilerek festival tarafından “TCK’ye aykırı olduğu” gerekçesiyle Altın Portakal programından çıkarıldığında da bu çok önemli bir soruymuş gibi muamele görmüştü. Fiilen uygulanmayan “belge” zorunluluğunun Bakur mevzubahis olduğunda bakanlığın ifadesiyle “hatırlatılması” da bazı gözlere sansür gibi görünmeyebilir, yandaşlar eliyle bu iddia yayılabilir. Ama burada anlaşılan, sansürün, eskisi kadar adını koyarak uygulanmayınca, ortadan kalkmadığı. Sansürün yöntemi çok, çeşitli, karmaşık, bazen kafa karıştırıcı. Hatta tartışılandan daha karmaşık. Zaten kayıt tescil belgesinin akıbetinin belirsizliği, eser işletme belgesinin zorunlu tutulmasını tartışırken bile görünen o. Festivallerde gösterilen filmler denetime tabi tutulmaz, yabancı filmlere uygulananın yerli filmler için de geçerli olması gerekir, bu talep sonuna kadar savunulmalı elbette.
Peki, dağıtım tekeliyle baş başa kalan sinemacıların filmlerini seyirciye ulaştırabilmek için festivallerin iyi niyetine mahkum olması sansür değil midir? Belediyeler ya da İKSV örneğinde bir büyük burjuvanın parasını verdiği festivallerin, en özgürlükçülerinin bile, bir telefonla onları gösterimden vazgeçiren iktidarla kurduğu ilişkiler, sansürden bağımsız mıdır? Film çekebilmek için neredeyse bir şart olarak işleyen bakanlığın verdiği desteğin uygun görülen filmlere verilmesi sansürün ve otosansürün başlıca kaynağı değil midir? Şimdi, bakanlıktan mevzuatın değişmesini talep ederken sinemacıların kırk kere düşünmesi, koca sansür mekanizmasının belgeden çok daha büyük olduğunu gösteriyor aslında. Onun için, çıkış yolunun da, ancak meseleyi bu genişlikte düşünerek, ancak bu kapsamın gerektirdiği cesaret ve birlikle hareket ederek bulunabileceği ortada.
Sinema emekçilerinin günlerdir birlikte mücadele vermesi ve bunu genişletmenin yollarını araması, epeydir örneğine rastlanmayan ümit verici bir gelişme. Bu birliğin, izlemeyen yetkililer tarafından hemen “PKK belgeseli” diye suçlanan bir film için oluşmuş olması, ayrıca anlamlı. Aradan kırk yıla yakın süre geçtikten sonra, Bakur’un gösteriminin engellenmesinin ardından sinema meslek örgütlerinin bu hafta yaptığı ortak açıklamadaki maddeler arasında, o pankartta yazanların yer alması rastlantı değil. Altın Portakal’da güçlü bir tepki gösterilememiş olması epey moral bozmuştu, ama orada günlerce süren toplantılar olmasaydı, pazar günü Bakur engellenince 20’nin üzerinde film çekilmeye iki saat içinde karar veremeyecekti. İki büyük festival, art arda, büyük darbe aldı. Binlerce bilet iade edildi, onlarca film seyirciyle buluşamadı. Ama sinema dünyası mücadelesini büyüttü.  Mücadele ne kadar genişlerse, filmler misliyle seyirciyle buluşacak, en nihayetinde. Bütün sinemacıların dileği bu. Daha önce kazananlar, yine kazanabilir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...