25 Ocak 2015 08:56

Bir Avuç Cennet ya da Düttürü Dünya

Bir Avuç  Cennet ya da Düttürü Dünya

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Cuntacı generallerin ‘paşa gönüllerine’ uygun en acımasızından darbe yönetimi ve sonrasında neoliberal sivil uzantıları Özal iktidarı tank-tüfek-postal zoruyla toplumu tepeden tırnağa tüm kurumlarıyla dönüştürmeye, yeniden yapılandırmaya girişmişken ‘yeni dünya düzeni’nin yükselen değerlerini pohpohlamakla, pompalamakla başlamıştı işe. “Cilalı imaj devri”ne geçilirken tüketim toplumunun tüm kapıları ardına kadar açılıyordu. Özendirme ve sınıf atlama düşleri, ne acı ki geçmişte sınıfsız toplum için sınıf mücadelesi vermiş fakat ‘ilk fırsatta’ sınıf atlamış ‘eski muhalifler’ eliyle yapılır olmuştu. Yeni sistemin, kırpıp kırpıp reklamcı ya da işadamı/kapitalist yaptığı, düşlerinden, ideallerinden kopmuş yeni toplum mühendisleri kraldan çok kralcı olmuşlardı. Kral öldü yaşasın yeni kral (yeni sistem, giderek ‘yeni Türkiye’) diye ortalığa saçılanlar darbeli ve Özal’lı yıllardan itibaren medya üzerinden ödüllendirildiler.

Toplumu yeniden yapılandırmaya uygun yönlendirmek, biçimlendirmek için toplum mühendisliğine soyunanlar gazete köşelerine, televizyon programlarına yerleştirildi. İş adamları gazete-televizyon sahibi yapıldı. En önce medya dönüştürüldü. En önemli, en kitlesel iletişim araçları sahipleri ve çalışanların ‘meyilli’ olanlarıyla sistemin hizmetine sokuldu. Medya da hayattan, sokaktan çekilip plazalara gömüldü bu süreçte. Değişim yalnızca bina biçiminde değil, insan ilişkilerinde de yıkıcı boyutta yaşanıyordu.

FAİZE HÜCUM, NAMUSLU ÇIPLAK VATANDAŞ

Geçen haftaki yazımızda, ‘1980’li yıllarda darbenin yarattığı toplumsal-bireysel dönüşümlere, bu dönüşümlerin yarattığı insan ilişkilerine, toplumsal-bireysel yıkımlara yönelik eleştiriler içeren filmler de yansır sinemaya’ demiş ve o filmlerin bazılarından söz etmiştik. Kaldığımız yerden devam edelim…

Uygulanan denetimsiz yeni ekonomik politikalar nedeniyle banker sayısında patlama yaşanmış umut ranta, faize bağlanmıştı. Lüks tüketime, kolay yoldan zengin olmaya özendirilen, yönlendirilen insanlar (emekçisi, emeklisi yoksulu, orta sınıfı, varsılı) kıyıda köşede, yastık altında, bankada tuttukları bütün paralarını yüksek faizden kazanacakları vadedilen ‘kolay para’ umuduyla mantar gibi türeyen bankerlere yatırıyordu.

Memur emeklisi Kamil Bey de önce ikramiyesini, üç aylık maaşını, daha sonra baba yadigarı evini satıp bankerlere yatırır. Çarpık bankercilik ekonomisinin sonu acı bir düş kırıklığı olur. O da parasını diğerleri gibi bankere kaptırıp bankerzede olur. Faizden gelecek kolay parayı beklerken parasını da faizini de alamaz. Payınaysa yağmalamaya gittiği bankerlik bürosunun kapısı düşer yalnızca. Zeki Ökten’in yönettiği Faize Hücum (1982) filminde yaşanan bu acı son ve bankerzede krizi aynıyla yaşanır; dolandırılan binlerce insan rant beklentisi içindeyken bir anda beş parasız kalır.

Namuslu, dürüst çalışmak küçümsenen, horlanan değerlerdir artık yeni sistemde; gemisini kurtaran kaptandır. Ertem Eğilmez Namuslu (1984) filminde yeni durumu anlatır: “Ali Rıza Bey, bir işyerinde veznedar olarak çalışan, kendi halinde, az gelirli ama namuslu bir vatandaştır. Namuslu ve dürüst olmanın karşılığını hor görülerek, itilip kakılarak almaktadır. İşyerindeki herkes bin bir dolap çevirip para kazanırken o dürüstlükten ayrılmaz. Günün birinde işyerinin büyük miktarda parasını soygunculara kaptırır. Ancak saldırıya uğradığına ve masum olduğuna bir türlü inandıramaz. Çevresindeki herkes, ailesi bile, onun nihayet gözünün açıldığını ve parayı zimmete geçirdiğini düşünmektedir. Üstelik bu inançla ona olan itibarları birdenbire artmıştır. Yıllardır onu hakir görenler, alay edenler saygıda kusur etmez.

Başar Sabuncu da Çıplak Vatandaş filminde (1985) anlatır yaşanan altüst oluşu: Dört çocuklu ve beşincisine de karısı hamile olan dar gelirli İbrahim, limon satıcılığı, bulaşıkçılık gibi ek işler yapmasına karşılık yine de ailesini doyuramaz. Yorgunluk ve bunalım giderek ruhi dengesini bozar. Kendini çırılçıplak sokaklara atar. Gazete manşetlerine çıkar, reklam şirketlerinden aldığı tekliflerle yıldız olur. Ama bu çarpık düzen içinde İbrahim’in sonu tımarhaneyi boylamak olur.

Yönetmenliğini Muammer Özer’in yaptığı Bir Avuç Cennet (1985) iç göç, enflasyon, çarpık kentleşme ve konut yetersizliğinin yanı sıra gelir eşitsizliğini usta bir incelikle ele alır. İki çocuklarıyla mutlu bir aile oluşturan Emine ve Kamil, İstanbul’a yerleşerek daha iyi yaşamak amacıyla akrabalarını aramaya başlarlar. Yakınlarının öldüğünü öğrendiklerinde büyük kentin ortasında yersiz yurtsuz kalmışlardır. Çok az paraları olması nedeniyle ev tutamazlar. Hurda bir otobüsü kendilerine ev haline getirerek içinde yaşamaya başlarlar. Önüne küçük bir bahçe oluşturup çiçekler ektikleri, boyayıp onardıkları bu ‘ev’ onların bir avuç cennetidir artık. Ancak bu mutlu tablo kısa ömürlü olur. Çevre sakinleri ve hayatı her alanda kirleten devlet, ‘görüntü kirliliği’ nedeniyle bu mutluluğa, yaşam hakkına izin vermez. Bir avuç cennet yaratma çabasını cehenneme çevirir.

1980’li yılların atmosferinde yaşanan umut ve umutsuzluk, hayatın acımasız gerçekliği Zeki Ökten’in Düttürü Dünya (1988) filminde yalın ve gerçekçi bir dille anlatılır. Mehmet, Ankara’da, geceleri pavyonda klarnet çalarak hayatını kazanır. Akşamları işe gider, gecekondu mahallesindeki evine sabahın erken saatlerinde döner. Ama asıl umudu bir gün kaset yapacağına inandığı besteleridir. Mehmet’in karısı, lisede okuyan kızı, engelli oğlu ve küçük kızı ile yaşadığı bu ev, sahibi olan kayınbiraderi tarafından müteahhide verilmiştir ve evin bir an önce boşaltılması istenmektedir. Yaşamı iyice zorlaşan, açmazlarına yenik düşen Mehmet, umutsuz, çaresiz, meczup gibi klarnetini çala çala Ankara sokaklarına vurur kendini.

Kemal Sunal, bu filmdeki oyunuyla 1989 yılında Ankara Uluslararası Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazanır. Zeki Demirkubuz da filmde Zeki Ökten’in asistanıdır. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...