01 Aralık 2014 01:08

İki sınıf iki insan

İki sınıf iki insan

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İkisi de bu dünyadan bedenen göçüp giden iki insan.
Biri Ülker markasının kurucularından Sabri Ülker… Diğeri Ülker’de grev çadırı kurmuş, “Ülker bizim için en iyi fakülteydi” diyen, işçi önderi Memet Kılınçaslan…
1976 yılında girdiği Ülker fabrikası, Kılınçaslan’ın işçi sınıfı mücadelesine katıldığı daha doğrusu, zor ve uzun soluklu mücadelelerden nasıl başarı ile çıkılacağını öğrendiği yer olmuştu. Yaşarken hayatları kesişen bu iki insanın yolları şimdi bir kez daha kesişti.
Kesişmesi normal! Çünkü ikisi de, ölümlerinin ardından yaşamayı başaracak bir yaşam sürdüler.
Tabi ki her ikisi de kendi sınıflarında yaşıyor. Biri patronlar için diğeri işçi sınıfı için, ‘vücudun ölümüyle ölmeyenler soyundan’ geliyor.
Hatta iki insan için kendi sınıflarının vücut bulmuş hali denebilir. Adeta kendi sınıflarının özelliklerini kendi bünyelerinde barından iki dev!
Farklı bir açıdan tanımlama yapmak için bir tasavvuf terimi olan “vahdeti vücud”u (varlık birliği) ödünç alabiliriz.
Sufi metafiziğine, felsefesine göre… Varlıklar, ‘mutlak varlık’ın yani Allah’ın aynadaki yansımalarından başka bir şey değildir.
Kendi sınıflarının hayattaki somut yansıması olan bu iki insan Ülker’de şu an süren grevle birlikte bir kez daha kesişti.  
İkisi adına yazılmış kitaplar bulunuyor. Biri “Sabri Ülker’in Hayat Hikâyesi”… Diğeri ise, “Bir İşçi Sınıfı Önderi Memet Kılınçaslan” başlığını taşıyor.
İşçilerini, sırf kendi iradeleriyle sendika değiştirdiler diye işten atan Ülker patronları dönüp bu kitaptan öğreniyorlar: Bilinçlenen işçinin tehlikeli olduğunu, koyun gibi güdülemeyeceğini… Güdül(e)meyen işçilerin gözünün yaşına bakmamaları gerektiğini vs. İşçiler ise kitaptan değil önce yaşayarak öğrenir. Direniş onları eğitir. Şimdi Ülker’de direnen işçiler o fakültenin yeni öğrencileridir. Onlar için de, hatta onların yurt sathındaki işçi kardeşleri için de, bugün (1 Aralık) ölüm yıl dönümü olan Kılınçaslan’dan öğrenme vaktidir. Dönüp, O’nun adına yazılan fakat anı kitabı değil, sınıf mücadelesinin bir el kitabı olan kitabı kavramanın tam zamanıdır.


DERS 1

YALNIZSAN HİÇSİN!

Soma’da 301 işçi faciaya kurban gittiğinde… Torunlar inşaatta 10 işçi çakıldığında… Ermenek’te 18 işçi sular altında kaldığında… Tarlaya giderken 17 işçi yola saçıldığında…
Yani işçiler onar onar, yüzer yüzer öldüğünde gündem olurlar.
Oysa her gün ortalama 4 işçi ölüyor. Çalışma Bakanı açıkladı: “2002-2013 döneminde iş kazalarında 13 bin 510 işçi hayatını kaybetti.” Kayıt var da tek tek ölürken sayan yok.
Her yıl meslek hastalıkları sonucu ölenler var. Ülkemizde meslek hastalıklarının tespitine yönelik çalışmalar olmadığı için birçoğu sesiz sedasız ayrılıyor aramızdan. Kimin umurunda!
Bu sistemde (kapitalizm) böyledir işte. İşçi insan değil işgücüdür. Patronlar ve sermayedarlar için işgücü olarak bir değeri vardır işçinin.  İşçinin insan olduğunu hatırlatmasının, değer görmesinin tek şartı birlikte hareket etmesidir. Bir sınıf olarak ortaya çıkıp hak talep etmesidir.
Yoksa sınıf olarak var olmadıkça işçinin ‘alnına yazılmıştır’ hiçlik! Bu yüzdendir; ölürken bile, tek tek, sayılmaması!
Bu bilincin sonucudur, Memet Kılınçaslan’ın girdiği her fabrikada, sürüldüğü her işyerinde ilk iş olarak hemen örgütlenmeye koyulması. Patronlar da, önce sendikaya (örgütlülüğe) saldırır. Sendikayı yok edemezse, kendisiyle uyumlu (işbirlikçi) sendikayı ya da sendikacıyı getirir. Sabri Ülker de böyle yapmıştır.
“Bir İşçi Sınıfı Önderi” kitabında Ülker’de Kılınçaslan’la direnen işçi anlatıyor: “Gıda-İş’in kongresine dürüst, sevilen, sayılan insanları delege gösterdik. 8’de 8 tüm delegeleri kazandık. Merkeze muhalif olduğumuz gibi sendikanın atadığı işyeri temsilcilerine de muhaliftik. İşyeri temsilcisinin seçilmesi için imza topladık. Ve işten atıldık. En sonunda sendika dedi ki ‘patron çağırıyor, sizinle görüşecek.’ Sabri Ülker bizimle tek tek görüşmek istediğini söylemiş, biz 7 kişi birden girdik içeriye. Geldi, ‘Siz hep beraber mi geldiniz’ dedi. Memet arkadaş dedi ki ‘Hep beraber atıldık, hep beraber geldik.’ Patron ortak tavrımıza çok bozuldu!”
İşbirlikçi sendikacılık, bilinçli işçiye tahammülsüzlük... Bugün Ülker’de yaşananları, direnenleri ne kadar da çağrıştırıyor değil mi?


DERS 2

İŞÇİNİN AYRISI GAYRISI OLMAZ

Kılınçaslan, patronların gözüne batınca başına gelen işyeri sürgünlerini hiç dert etmemiştir. Eğer işçi varsa, orada sömürü, orada mücadele vardır, O’nun için!
Ülker’de bisküvi bölümünde çalışırken bomboş, insanlarla temas edemeyeceği depo bölümüne verilince, “Beni depodan alın, isterseniz tuvalet temizlemeye verin” isyanı ondandır. Nitekim isyanı sonuç vermiş ve bisküviye geri döndürülmese de, çikolata bölümüne gönderilmiştir. Patrona göre sürgün, işçi Memet’e göre ödül. Patrona göre ‘çikolata bölümünde, göçmenler ağırlıktadır, Memet etkisiz kalır.’ O’na göre ise işçi işçidir. Nihayetinde haklı çıkmıştır. Bir süre sonra işyeri temsilciliği seçiminde, “göçmenlerden oy çıkmaz” diye düşünülen çikolata bölümünden en çok oyu O alır!  
Formül basittir! İşçi sınıfının çıkarları ortaktır. İşçinin ayrısı gayrısı olmaz. Sağcısı, solcusu, İslamcısı, ateisti... Hepsi aynı sömürü tezgahından geçer.
Patronun alnının secdeye değmesi, aynı namazda saf tutması işçilerle patronları eşitlemez. Son noktada, aynı cemaatin mensubu olmak işçiyi işyerinde daha değerli kılmaz. Tersi olsaydı, en örgütsüz, en ucuz işçiler Anadolu kaplanları, ‘yeşil sermaye’ denilen işyerlerinde olur muydu hiç?
“İslamcı, mütedeyyin kesim, içinden bir burjuva da çıkarsa bir şey değişmez, nitekim İslamcı zenginimiz de oldu, yeni burjuva türevlerimiz de. Ama zenginliğe ve refaha kavuşan yeni sınıf, mütedeyyin yoksullarda bir ‘alt sınıf’ bilinci yaratmadı” diyenler de...
“Cemaatlere üye işçi mürittir. Mürit itaat eder ondan işçi sınıfı bilinci çıkmaz” diyen de...
Kapitalizmin çelişkileri derinleştirmesinin kaçınılmazlığından da, sınıf mücadeleleri tarihinden de bi haberdir! Kayseri’de, Antep’te, İstanbul’da... Cemaat ilişkileriyle işe giren işçilerde biriken öfke ve yükselen bilinç, yeniden yüzlere çarpıyor bazı gerçekleri.
Geçmişte de durumun farklı olmadığını Sabri Ülker’in hayat hikayesini anlatan kitaptan öğreniyoruz. 70’li yılarda Ülker’de, insan kaynakları bölümünde büyük bir caminin imamı olan Mustafa Başaran’ın çalıştığını. Mütedeyyin işçilerin tercih edildiğini. Ve yine oradan öğreniyoruz, 20 Eylül 1974 Cuma günü, işçilerin eylem yapacağını öngören Sabri Ülker’in cuma namazına gitmediğini. Yeğenine, “Faruk bugün cumaya gitmiyoruz” dediğini.
Ne de olsa, burjuva (sermayedar, özel mülk sahibi) sınıfının bilinci vardır, Sabri beyde!


DERS 3

İKİ SINIF VARDIR

Sabri Ülker’in, Türkiye Gıda Sanayi İşverenleri Sendikası’nın 50. yıl dönümünde yazmış olduğu mektuptaki şu sözleri, sermayenin de sınıf olarak hareket etmesi gerektiğine olan inancının yansımasıdır: “Örgütlü işçilere karşı işverenlerin de her iş kolunda örgütlenmesi zorunlu hale geldi.”
Nitekim patronlar da öyle yapmıştır. Örgütlenmiştir. Sabri Ülker’in çağrısının yanıt bulduğunu yine kendi kitabından öğreniyoruz! Turgut Özal’ın, 1979 yılında, Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası genel başkanıyken Ülker’deki işçi direnişi karşısında hukuki destek vermesi için Avukat Metin Emiroğlu’na talimat vermiş olduğunu.
Alboy, Ülker, Maga Deri... Cem Boyner, Sabri Ülker, Ali Şen... “Dünyada iki sınıf vardır; patronlar ve işçi sınıfı” sözünü şiar edinen Kılınçaslan için hiç fark etmez. Yürünecek yolun bu olduğunu gösteren onlarca örnek yaşanmıyor mu bugün?
Sabri Ülker’in, 28 Şubat sürecinde askerin fabrikalarını hedefe koyması karşısında kaygıya kapılan torununa söylediği şu söz iyi bir özet aslında: “Bisküvinin rengi bellidir. Çok pişirirsen biraz koyu kahverengi gibi olur, az pişirirsen de açık kahverengi.”
“Yeşil falan değiliz, sermayeyiz biz, bütün dünyada aynı renk olan” gerçeğinin itirafı... 


DERS 4

İŞÇİ SINIFININ VATANI BÜTÜN DÜNYADIR

Sadece işyeri yetmez. Ülke içinde sınıf dayanışması ve birliği yoksa işçi örgütlü de olsa zayıftır. Direniş karşısında işyerini taşıyan patron, gittiği yerde aynı sınıf karşıtlığıyla karşılaşmazsa işçi kaybeder.
Yine kitaptan bir örnek... Sabri Ülker, direniş karşısında stratejik bir planlama yapıp, lokavt kararı aldı ve bazı makinelerin Ankara fabrikasına taşınması talimatını verdi.   
Bugün iyice küreselleşen sermaye dünyasında (Ülker de dünyanın her yerinde, dünyanın en büyük üçüncü şirketi) ülkedeki dayanışma da yetmez. En ucuz üretenin malının satılacağı yarışın içinde işçiler, birer modern köleye döndürülmüş durumda. İşçiler, “Dünyanın en iyi kölesi benim” yarışı içinde kurtulamazlar. Dünya çapında bir dayanışma kaçınılmaz.
İşçi sınıfı dünyanın yönetici sınıflarına karşı ortak bir mücadele hattı izlemesi gerektiğini siyaset sahnesine bir özne olarak çıktığı günden itibaren biliyor. İşçi sınıfının kurutuluş reçetesini yazanların, “Bütün ülkelerin işçileri birleşin, zincirlerinizden başka kaybedeceğiniz şey yok, ama kazanacağınız koca bir dünya var!” sloganı her geçen gün geçerliliğini güçlendiriyor.
Öyleyse işçi önderi Memet’in şu sözlerinin izinden yürümeli: “Dün ufkum sadece fabrikada iken, giderek ufkum o sendikal camiayken ve giderek ufkum İstanbul’ken ve yan fabrikayla da anlaşamazken, bugün ufkum Türkiye çapında, dünya çapında açıktır.”
Dersleri saymakla bitiremeyiz. Sendikal mücadeleye dair dersleri, sayfada yer alan, Kılınçaslan’ın mücadele arkadaşı işçilerin anılarından okuyabilecek olmanın rahatlığıyla, nokta.


DAVUTOĞLU VE PARTİ

İşçiler en çok direnişlerde anlar devletin, işçinin değil sermayenin yanında olduğunu. Devletin onların devleti olduğunu.
Devletin tankı, tüfeği. Polisi, copu hep onun hizmetindedir. İstanbul polisinin panzeri ilk defa vatandaşa karşı nerede kullandığını biliyor musunuz? Ülker fabrikasındaki işçilerin eylemi sırasında.
Yine biliyor musunuz ki, Ülker ailesi ile hısımlık ilişkisi bulanan Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, Ülker’de yaşanan işçi direnişi sırasında bir üniversite öğrencisi olarak gelişmeleri günü güne izlediğini (Elbet de, işçiler lehine, işçilere destek olmak için değil). Bunları ben söylemiyorum bunlar Sabri Ülker’in hayat hikayesinde anlatılıyor. Bugün de Başbakan direnişçilerin değil, Ülker patronunun yanında.
Evet, bu yüzden sendika yetmez. Sendikal mücadeleyle alınan hakların kaybedilmemesi için işçi sınıfının siyasal mücadele de yürütmesi gerekir. Siyasal mücadele yürüteceği partisinde örgütlenmesi gerekir. Emek Partisi Genel Başkan Yardımcılığı da yapmış olan Memet Kılınçaslan’ın bu konuda veciz sözleri var. Fakat aktarmaya yer kalmadı. Hayatını anlatan kitabı okumanızı tavsiye ederim.


İNİSİYATİF İŞÇİDE OLMALI*

Çalıştığımız dönemde fabrikanın ısıtma sistemleri bozulmuştu bir seferinde. Donuyoruz, patron bir şey yapmıyor. “Çağırdık tamircileri, gelip yapacaklar” diye bizi sürekli oyalıyor. Sorumlu arkadaşlarla görüştüm ve ben ayağa kalkınca herkesin makineleri kapatmasını istedim. Öyle de yaptık, üretim durdu, eyleme geçtik. Merkezden İbrahim Kızıltan aradı. “Bize haber vermeden neden eylem yapıyorsunuz?” diye azarladı beni. Ben de Memet abiyi arayıp durumu anlattım. O da bana; “Eyleminin doğru olduğuna inanıyorsan kimseye hesap verme” dedi.
Grevimiz de ise Trakya için ilk defa gerçekleştirilen pek çok şey yaptık. Çorlu’ya, esnaflara bildiriler dağıttık. Kendi grevimiz sürerken, diğer deri fabrikalarının örgütlenmesi için çalıştık. Trakya’da fabrikada 1 Mayıs, 8 Mart kutlamalarını ilk biz yaptık. Patronlar diğer fabrikaların da Humanic gibi örgütleneceklerinden çekindiler ve bu güzel örgütlenmeyi ortadan kaldırmak için hep birlikte hareket ettiler.

* 1992 yılında,117 gün süren Humanic direnişinin en önündeki kadın işçilerden, Ayla Tuna’nın anlatımı...


NEREDE OLURSA OLSUN DİRENİŞ SINIFINDIR*

Tüm direnişlere işçiler omuz vermeli. Direniş işçi sınıfı adınadır. Memet başkanın sürekli öğrettiğidir bu. Kemal Sunal’ın bir filmi var; Kibar Feyzo. Orda bizim ziyaret sırasında götürdüğüz pankart görünüyor; “Yaşasın İşçilerin Mücadele Birliği/ Ülker İşçileri” yazıyor pankartta.
Biz o grevdeki işçilere para toplarken Genel Müdür, “iş saatinde ne yapıyorsunuz” diye çıkıştı. Paydosta yaptığımızı söyleyince; “Sizin 8 saatiniz benim, bu sırada hiçbir şey yapamazsınız. Sizi atsam ne yapacaksınız” diye tehdit etti. Biz  de ona, onun değil sınıfın parçası olduğumuzu gösterdik. Yardımı toplamaya devam ettik.  

*Kılınçaslan’la direnen Ülker işçilerinden Necmi’nin anlatımı...


SENDİKAL BÜROKRASİYE KARŞI...

Patrona karşı verdiği mücadele kadar sendikal bürokrasiye de savaş açan Memet Kılınçaslan’ı anlatan kitap, sınıftan yana sendikacılığın nasıl yürütüleceğine dair derslerle dolu. Kanıtlardan biri, 1992 yılında direnen Humanic Ayakkabı Fabrikası işçilerinden Ayşegül Tok’un şu sözleri: “Yetki gelmeden evvel patronla sözleşme imzalayabilecek kadar güçlü bir örgütlenme kurabildik kısa zamanda. Sendikacılara pek güvenilmezdi o zaman da ama o karakteriyle hepimize güven verdi.”
EMEP’in, “Sınıf ve sendikal hareketi fiili meşru mücadele temelinde yenilemek” üzere oluşturduğu sendikal platformunun Kılınçaslan’a atfedilmesi tesadüfi bir tercih değildir.


MEMET KILINÇASLAN KİMDİR?

1950 yılında Adıyaman’ın Besni ilçesinde dünyaya geldi. Ömrü direnişlerde geçen Kılınçaslan, grev çadırı darbeciler tarafından sökülen işçilerden biriydi. 12 Eylül’de gözaltına alındı, sendikal faaliyetleri nedeniyle işkenceli sorgulamalara maruz kaldı.
1984 yılında Deri Fabrikası’nda çalışmaya başlayınca gıda sektöründen deriye geçiş yaptı. Türk-İş’e bağlı Deri-İş Sendikası’nda yöneticilik yaptı.
Eylül karanlığından sonra 1988 1 Mayısında eylem sahnesine çıkanlardandır. 1990 1 Mayısı’na katıldığı için ceza aldı ve sendikacılık yapması yasaklandı.
25 Mart 1996 günü Emek Partisi’nin (EMEP) resmi kuruluş başvurusunda bulunanlar arasında yer aldı. EMEP’te Genel Başkan Yardımcılığı ve İstanbul İl Başkanlığı yaptı.
1982 yılında evlendiği Selvi Kılınçaslan da kendisi gibi işçiydi. Övgü ve Övül adında iki kızı olan Kılınçaslan, 1 Aralık 2006 gecesi, evindeyken, yüksek tansiyona bağlı olarak geçirdiği kalp krizi sonucunda yaşamını yitirdi. Yaşamını işçilikle ören ve partili mücadelenin gerekliliğini bu yaşam içinde kavrayan bir nefer olarak tarihe adını yazdırdı.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...