23 Kasım 2014 01:00

'Milli hikaye' meselesi (3)

'Milli hikaye' meselesi (3)

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Kirvem,
Son zamanlarda, “eski” Türkiye’nin pabuçunu dama fırlatıp, bunun yerine “yeni”, “taze”, “turfanda” Türkiye’nin, “temel”ini atmanın sevincini, “milli irade”mizi temsil eden “vatandaş”larımız, davul, dümbelek, tef eşliğinde “milli içki”miz “ayran” içip kutlarken, diğer taraftan “milli irade”nin dışında kalıp, dolayısıyla “teferruat” kategorisinde yerlerini alan kimi vatandaşlarımız da; kederlerini “rakı”larına meze yapıp efkarlanıyorlar…
Yıllar yılı şu kadar bin kilometrekare toprak, şu kadar bin mil sahilleriyle çevrili bu “mübarek” vatan sathında  el ele verip, yerine göre çiftetelli, horon, çaydaçıra, zeybek, halay, çepik oynayıp, dolayısıyla milletçe “birlik ve bütünlük”ten yana zerre kadar ayrımız gayrımızın bulunmadığını, üstelik yüzde “doksan dokuz virgül dokuz”unun elhamdülillah Müslüman olduğu bu diyarlarda komşularımızdan biri aç, bi ilaçken, diğerlerinin kesinlikle uyuyamadıklarını “ballı börek” kıvamında dillendirdiğimiz halde, aslında gerçeklerin hiç de böyle olmadığını, hatta seneler senesi aynı minvalde kekeleyip, tekrarlayıp durduğumuz  bu “milli hikaye”mizin giderek kabak tadı verdiğini şu anda içinde debelenip durduğumuz memleket manzaralarına baktıkça görüyoruz ama, öte taraftan da gerçekleri kabullenmektense, devekuşu misali başımızı kuma gömmeyi nedense “fıtrat”ımıza daha uygun buluyoruz!
 “Milli hikaye”mizin hiç değişmeyen, altın harflerle yazılmış, elmaslarla bezenmiş sayfalarına bakılırsa; ecdadımızın tarih boyunca nal sesleriyle çınlattıkları tüm diyarlarda, şark, garp demeden, yemeyip içmeyip tesis ettikleri öncelikli şey; hak, hukuk, adalet ve onun olmazsa olmaz hassas terazisidir!
Nitekim hiçbir ulusun akıl etmeyip, hatta belki de önemsemediği “adalet mülkün temelidir” deyimini mahkeme salonlarınn duvarlarına, koridorlarına, ya da son günlerde birbirlerinin peşi sıra dikilen sözde “adalet sarayları”nın heybetli girişlerine asıp, böylece adaletin önce “insan”, sonra da “devlet”lerin yaşamında ne denli önemli olduğunu vurgulayan böylesine “adalet”e bağımlı bir milletin mensupları olarak övünüp, bununla gurur duyarken, beri yandan, halkımızın dilinde sakız misali çiğnenip duran “Allah kimseyi mahkeme kapılarına düşürmesin!” temennisini acaba sarıp sarmalayıp, sonra da “milli hikaye”mizin adaletten yana asla şaşmayan hangi bendine zamkla, tutkalla yapıştırıp ya da çengelli iğneyle tutturmalıyız?
Yine “milli hikaye”mize göre; atalarımız tarih boyunca sadece “adaletin kölesi” değil, aynı zamanda da, onun “yılmaz bekçiler”i olduklarını, bunu da “şeriatın kestiği parmak acımaz” veciz ifadesine sığınıp vurgulamışlar ama, diğer taraftan hesapça adaletin tecelli ettiği mahkemeler söz konusu olduğunda; ecdatımızın torun torbaları olarak şu ya da bu nedenlerle birilerine sinirlenip tepemizin tası attığında, “Mübareğin suratı surat değil mahkeme duvarı” deyip hırsımızı bu yolla belirtip, keza aynı şekilde “Mahkemede dayısı olmak” deyimiyle işlerimizin çözümünü kelimenin tam anlamıyla “hak, hukuk”tan ziyade oralarda, o “makam”larda bizleri koruyup kollayacak bir “dayı”ya bağlıyorsak, demek ki, bu bizim diyarlarda “Adalet mülkün temelidir” düsturu galiba biraz hava civa mı ne!
Aslında bu bağlamda, tam da şu sıralar ülkenin umumi manzarası “aççık seççik” kabak gibi meydanda! Her Allah’ın günü yedisinden yetmişine hepimiz memleket sathında Diyojen misali gündüz gözüyle “adalet” arıyoruz ama nafile!
Nafile, zira  “mülk”ümüzün, yani anlı şanlı “devlet” babamızın bol kepçeyle herkese, her “vatandaş”a eşitçe, hatta kılı kırk yararak “adalet” dağıttığı terazinin ibresi, sadece yampiri değil, tam aksine tümüyle “milli” hikaye…
Devamı haftaya Kirvem…

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...