14 Kasım 2014 00:58

Avrupa; hayaller mezarlığı

Avrupa; hayaller mezarlığı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Gün geçmiyor ki Avrupa’nın güney sahillerinden bir ölüm haberi gelmesin... Daha yeni İstanbul Boğazı’ndan geçerek Bulgaristan’a ulaşmaya çalışan 24 sığınmacının ölüm haberi gazetelerin manşetlerindeydi. Bunlar haber olanlar. Bir de haber dahi olmayan karaya vurmayan cesetler var.
Bugüne kadar daha çok Akdeniz’de yaşanan sığınmacı ölümleri, öyle anlaşılıyor ki bundan sonra AB’nin etrafındaki diğer denizler ve okyanuslarda da yaşanacak. Çünkü, Akdeniz’de güvenlik artırıldıkça daha tehlikeli yollar devreye giriyor.

Peki; her yıl Avrupa Birliği sınırlarında binlerce insanın ölmesi tesadüf mü?

Elbette hayır.

AB, dışarıdan bakılınca içinde avroların havada uçtuğu, zenginlik ve şatafatın sınırsız, etrafında da binlerce muhafızın olduğu bir kale gibi... Uzaklardan gelip bu kalenin içine girmek isteyenlerin çoğu ya kazılan hendeklere düşüp ölüyor ya da muhafızların mızraklarını ucunda can veriyor. Çok azı hendekleri ve muhafızları aşıp kalenin içerisine girebiliyor. Yıllardır süren bunca trajediye rağmen Avrupa devletleri kalenin etrafındaki güvenliği arttırarak, içeri girmek isteyenlere ölümü göstermeye devam ediyor. Bu, aynı zamanda sığınmacı adaylarına karşı büyük bir savaşın yürütüldüğü anlamına geliyor. Bu nedenle AB ülkelerinin yöneticileri, sahile bir insan cesedi vurduğunda sevinçlerini gizleyemiyorlar.

Çünkü bütün dertleri Avrupa’ya gelen sığınmacı sayısını azaltmak. Sağ gelen sığınmacı sayısı azaldıkça hanesine başarı yazılıyor. Bu politikanın başını elbette kıta Avrupa’sının en büyük ülkesi Almanya çekiyor. Doğu Avrupa ve Akdeniz ülkelere bekçilik görevi verirken, merkeze ulaşabilen sığınmacı sayısını azaltmayı hedefliyor. Yani, kalenin içine girmeyi başaranların da kenarda, gözden uzak bir yerde kalmasını arzuluyor. Almanya İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere, bugüne kadar izlenen politikalara bir yenisini ekleme niyetinde. Hafta içinde katıldığı bir televizyon programında “transit ülkelerde sığınmacı alım kampları kurulmalı” önerisini ortaya attı. Kamplara “Hoşgeldin ve Seyahat Merkezleri” adını veriyor.

Gerçi bu yeni bir öneri değil, ancak zamanlaması anlamlı.

Gerhard Schröder döneminde içişleri bakanlığı yapan Otto Schily de aynı öneriyi yıllar önce yapmıştı. Ancak gelen tepkiler nedeniyle fazla ileri gidememişti. Ne yazık ki; aynı tepki şu an Maiziere’ye karşı yükselmiş değil.

Avrupa’ya sığınmayı imkansız hale getirmeyi amaçlayan bu öneriye kılıf olarak, Akdeniz’deki ölümler gösteriliyor. “Sığınmaya gerçekten ihtiyaç duyanlar güvenli yollardan gelsin” deniliyor. Eğer öneri gerçekleşirse “transit ülkelerde” “sığınmacı kampları” kurulacak. Bu kamplara gönderilecek AB, BM yetkilileri tek tek iltica başvurularını alacak ve kabul edilenleri AB ülkelerine, nüfus oranına göre dağıtılacak. Başka bir değişle, “sığınma kampları”nda her şey belli olacak.

“Transit ülkeler”den asıl olarak Kuzey Afrika ülkeleri ve Türkiye kast ediliyor. Çünkü, eldeki veriler sığınmacıların asıl olarak Türkiye ve Akdeniz üzerinden Avrupa’ya ulaştığını gösteriyor. Bir çok Kuzey Afrika ülkesi daha önce bu “bekçilik” görevini çeşitli maddi yardımlar karşılığında gönüllü olarak kabul etmişti. Bunların başında Libya geliyordu. Ancak, Arap Baharı ile birlikte meydana gelişmeler artık Kuzey Afrika ülkeleri Eritre, Sudan, Kamerun, Mali gibi iç çatışmaların, yoksulluğun olduğu ülkelerden kaçmak sorunda olanları tutabilecek durumda değil.

Sığınmacılara yardım örgütü Pro Asyl haklı olarak İçişleri Bakanı’nın önerisine tepki gösteriyor: “Almanya ve Avrupa sığınmacılar konusunda sorumluluğunu sürekli uzağa atmakla insan haklarına aykırı davranıyor. Sığınma başvurularının Avrupa’nın dışına çıkarılmasındaki amaç sığınmacıların Akdeniz üzerinde ölümüne engellemek değil, Avrupa’da sığınma hakkını kaldırmaktır.” (proasyl.de)

Gerçekten de maksat savaşın, açlığın, sefaletin sürdüğü bölgelerden insanların Avrupa’ya ulaşmasını engellemektir. Bu kamplar ve bulundukları ülkeler “güvenli” ilan edilecek, maddi sorumluluk üstlenilecek, böylece temel bir insan hakkı olan sığınma hakkı da rafa kaldırılacak.

Bu nedenle gerçekten amaç “AB sınırlarındaki ölümleri durdurmak” değildir. Eğer böyle bir dert olmuş olsaydı Lampedusa faciasından bir ders çıkarılmış olunacaktı.

Bundan tam bir yıl önce İtalya’nın Lampedusa adasının açıklarında bir teknenin batması üzerine, çoğunluğu kadınlar ve çocuklar olmak üzere 390 kişi Akdeniz’in sularına gömülmüştü. Buna rağmen bir yıl içinde 3 bin kişi daha AB sınırlarında can vermeye devam etti. Akdeniz’de, Eğe’de halen ölümler olduğuna göre, bir yıldan bu büyük felaketten çıkarılan ciddi bir ders yok. Çıkarılacak gibi de değil...

Çünkü, Avrupa’ya sığınmayla AB ülkelerinin izlediği dış politika arasında yakın bir ilişki bulunuyor. Bugün en çok sığınmacının geldiği ülkeler, ABD ve Avrupalı emperyalist devletlerin çomak sokmasıyla karıştırılan, yoksullaştırılan ve iç savaş çıkarılan ülkelerdir. Dolayısıyla insanların yerini-yurdunu terk etmesinin arkasında bu devletlerin politikaları bulunuyor. Dünya karıştıkça, yoksulluk ve sefalet artıkça Avrupa’ya gelmek isteyenlerin sayısı da artacaktır. Başka bir değişle Avrupa’ya gelmek isteyenlerin sayısındaki artış aynı zamanda dünyadaki sorunların arttığı anlamına geliyor.

Der Spiegel dergisi, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana sığınma arayışı içinde olan insanların sayısının rekor düzeye ulaştığını yazıyor. Savaşlar, çatışmalar, yoksulluk, sefalet de rekora doğru gitmiyor mu...
Eskiden adı “umuda yolculuk” olan Avrupa’ya iltica serüveni çoktan “ölüme yolculuk”a dönüşmüştür. Bu nedenle Avrupa artık sadece içinde güzel hayallerin olduğu bir mezarlıktan başka bir şey değildir yoksullar için.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...