30 Ekim 2014 02:00

Açık tutun kapıyı

Açık tutun kapıyı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bir sabah kuşlarla, ağaçlarla, gökyüzüyle çıkıyorsunuz sokağa ve akşam gölgeniz bile dönmüyor eve. Ne bir iz ne bir ses ne bir görüntü… Yalnızca bir sayı.
Bir kişi daha “kayıp.”
Sonra alanlarda, sokaklarda, bulvarlarda kimi hüzünlü, kimi gülümseyen, kimi öfkeli yüzler… Kayıp fotoğrafları…
Anneler, kız kardeşler, ağabeyler, babalar acıları ve vicdanlarıyla kayıpların gölgelerini arayarak her yerdeler. Karakol kapılarında, jandarma karargahlarında, muhtarlık odalarında, savcılık koridorlarında. Hepsinin belleğinde çınlayan tek cümle:
“Bizde yok.”
Önce umut, sonraysa karabasan…
Aranmadık, sorulmadık yer kalmadıktan sonra belleklerine kazınan yine aynı söz:
 “Bizde yok.”
Sonra yine alanlar ve sokaklar. Artık umudun öfkeye ve kedere döndüğü günlerdeyiz. “Bağışlamıyoruz ve unutmuyoruz.”, “Geri istiyoruz onları.”, “Sağ aldınız, sağ istiyoruz.” Arjantin’in Plaza de Mayo Annelerinden, (Perşembenin Delileri’nden) ülkenin Cumartesi Annelerine aynı acı ve uzun yolun sonunda gelinen bunaltıcı yer aynı ama umutlar da aynı. Bir koku, bir ses, bir iz, bir ışık bekleyerek uzayan ve hiç olmazsa kanlı bir gömleğin bulunması umuduyla geçip giden günler ve yıllar…
Berfo Ana’nın oğlu Cemil’i beklerken son soluğuna kadar yinelediği “Kapımı örtmüyorum, oğlum bir gün gelecek diye.” sözünde biriken umut da kayıpların bir yerlerde bizleri gördüğünü söylemiyor mu bekleyenlere?
 “Kalanlar”, “gidenleri” gidenler kalanları görüyor ama devletin özellikle doksanların başından beri uyguladığı yol, kayıplarla kalanların yolunu kesmek ve kaybolmayı olağanlaştırmak, sıradanlaştırmak ve kalanları yabancılaştırmak, yalnızlaştırmak.      
Bunun için yine doksanlı yıllarda başlayan Cumartesi Buluşmalarını belleklerden silip dağıtmak için kara medyaları, kara propagandalarıyla ellerinden geleni yaptılar. Buluşmalara saldırdılar, gözaltıları, baskılar, kirli, soğuk savaş yöntemleri, psikolojik yıldırma denemeleri, hiçbiri yetmedi annelerin yüreklerinde büyüyen o sonsuz ve kutsal nar ağacını söküp atmaya. O ağaç büyüdükçe büyüdü. Şimdi yeryüzünün bütün kayıplarıyla, Arjantin’den Filistin’e tek bir toprakta kök salıyor:  Annelerin yürekleri besliyor o ağacın yapraklarını, köklerini, yemişlerini.
O ağacın bunca serpilip dal budak saracağını, yeryüzü kayıpları için bir simge olacağını ilkin 1996 yılında İstanbul’da, baskılara, engellemelere karşın yapılan ilk Uluslararası Kayıplar Kurultayı’nda görmüştüm. Kurultayın çağrıcılarındandım ve sokaklarda, dağlarda, köylerde, kırlarda avın alabildiğine sürdüğü bu yılda kayıpların onurunu bir karanfil gibi yakalarına takan kayıp anneleri ve kayıpların vicdanını kendi vicdanları kılan devrimciler, baskıları şenliğe çevirip yapmıştık kurultayı.
O buluşma önemliydi elbette ancak her cumartesi, çocuklarını soran annelerin buluşmaları daha da önemliydi. Kurultayın birikimi ve Türkiyeli kayıpların kaybolma hiayeleri Kolombiyalı, Filistinli, Şilili, Arjantinli kayıpların hikayeleriyle yepyeni bir bellek bıraktı bizlere.
Kaybedilenlerin oluşturduğu bilinç, direnme, birikim, umut ve gelecek tasarımı onların dar ve zorba dünyalarına sığmayacak kadar derindi. Bu derinlik ürkütüyor onları. “Bir orman yangını gibi tutuşa tutuşa birleşen eller”, yakalarına yapışıyordu yıllardır. Bundan korktukları için devletin en acımasız yalan, işkence ve yok etme araçlarını kullandılar, kullanıyorlar. Acımasız, kaba ve cahil.
Evlerinden, işlerinden, okullarından alınan gençler, artık çoğu zaman kimsesizler mezarlığında bile bulunamıyordu. Asit kuyuları, karakol avluları, vadiler devletin kayıp mezarlıklarına dönüşmüştü. Arjantin’de nehirlere, okyanusa gömülen; Şili’de stadyumlara doldurulup kurşuna dizilen devrimcilerin, Türkiye’de gölgeleri bile bulunamıyordu. Şili’de 73 Augusto Pinochet darbesi, Arjantin’de 76 Jorge Rafael Videla darbesi açık yok etme yolunu seçmişti. Türkiye’de ise 80 Kenan Evren darbesi, darbeyle kaybettikleriyle doymuyordu.   Kaybolmayı, insanın kimliğinin, varlığının, geleceğinin yok olması değil de sıradan bir üçüncü sayfa haberine dönüştürmeyi deniyorlar. Yine yalan ve yönlendirmeyle vicdanları törpüleyerek kayıpları halkın düşmanı belletiyorlar ve halkın belleğinde açtıkları gediklerle olup bitenleri değersizleştiriyorlar.
Onlar kaybettikçe kaybedeceklerini anladılar. Üstümüzde hâlâ dolanıp duran kara bulutlar da bundan. Ancak kayıpların yürekleri, o küçük güneşler gösteriyor bize bugünü ve yarının ışıklı bahçelerini. Evlerine dönen gölgelerini biz görüyoruz. Bir gün sizin de kapınızı çalacaklar.
Açık tutun kapılarınızı.
Geçen cumartesi, 500. buluşmada da aynı umut ve sabırla açıktı annelerin kapıları. Çocuklarını sordular yeniden. “Yitirilen insanlığımızdır, insanlığınızdır.” dediler. “Unutmayacağız, unutturmayacağız!” dediler.
Bu çığlık hepimizin. Sürdürmezsek onların çığlığı bir düğüm gibi oturabilir hançerelerimize. Hepimizi boğabilir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...